“Her yer değiştirişimde derin bir hüzne kapılırım. Anıların, acıların, hazların birbirine dolandığı bir yeri ardımda bıraktığım için dertlenmem aslında…”
Hint asıllı olan Jhumpa Lahiri Londra’da doğar, Amerika’da eğitimini tamamlar. 2000 yılında kurgu dalında Pulitzer ödülü alır. Öykü ve roman yazarı olarak tanınan Lahiri Princeton Üniversitesinde yaratıcı yazarlık dersleri vermektedir.
Lahiri’nin Olduğum Yer romanı önceki yazdıklarından konu açısından farklı. Yazar diğer romanlarında, Bengalli bir ailenin Amerika’da yetişen kızı olarak, köklerine ulaşma isteğiyle, Amerika’da ve İngiltere’de yaşayan genç kuşağın yaşadıklarını anlatır. Göçmenlik, başka kültüre doğma ve uyum sorunları yaşayan gençler ve kadınlar odak noktasıyken bu romanda dünyayla barışık olamayan yalnız bir kadını konu alır. Yazar karakterini yaratırken hiçbir ulusal, kültürel aidiyet duygusuna vurgu yapmıyor, zamanı ve mekânı belirsiz bırakıyor.
“Yetişkinliğimde bazı alışkanlıkları geride bırakmayı öğrendim, uzaklaşmanın, yavaşlamanın gerekliliğini anladım…Böylelikle gündelik hayattan uzaklaşmanın yanı sıra, kendimi ait olduğum aileden ve gençliğimden de uzaklaşmış hissediyorum”
Romanın karakteri kırk beş yaşında yalnız yaşayan, güçlü bağımsız görünen ancak yaşlandıkça yalnızlığa dair korkuları olan bir üniversite edebiyat öğretmeni. Romanın kalbi tam da şu cümleyle özetlenebilir; geçmişle ve aileyle sürekli hesaplaşama hali. Erken yaşta babasının ölümüyle, annesini yalnız bırakamadığı için bir başka erkeğe bağlanamayışını anlatır. Münzeviliğini de artık meslek olarak görür, işini ise sadece maaşı için yüreğini koymadan yaptığını söyler. Karakterin evrende kendini merkezlediği yer neresi ve nasıl hissettiği gibi ontolojik sorulara baktığımızda; olduğum yer diyerek tanımladığı alanlarla kendini sabitler. Olduğu yer pergelin sivri ucu ise konumlandığı yerden, kitabın her bölümüne verdiği isimle dairede bir nokta işaretlenerek hareket noktaları takip edilebilir. Karakterin kentle ilişkisi çerçevesinde kendini nasıl gördüğünü anlarız. Çoğunlukla gittiği kafe, lokanta, müze, kitapçı, market, kasa, gişe, kırtasiye, terapist koltuğu, arkadaşının evi, annesinin evi, istasyonda, kırda, villada şeklinde fark etmeden yarattığı o fasit daireyi tamamlar. Tanıdık, bildik, yıllardan beri ona eşlik eden bu mekanlarda yürür. Karakterin şehirden uzaklaştığı durumlar yılda bir kez kısa süreli yalnız gittiği tatil yeri, ayda iki kez trenle şehir dışındaki anne ziyareti, düğün, vaftiz töreni ve kongre için kısa süreli kent dışında bulunmasıdır.
Merleau Ponty’e göre (Varoluşçu fenomenolojinin temsilcisi) algılar sadece deneyimlerden, duyumlardan değil mekanlardan da meydana gelir. Algı var olan öznenin beden ve bilincine göre şekillenir der Ponty. Yazar yarattığı her farklı mekandaki haliyle karakterin ruh halini bize kendiliğinden duyumsatır. Her bölümde yer alan kişileri ve mekanlarla ilişkisellik içinde hayatının kimi bölümlerine geriye dönerek anlatır. Sıradan yaşantısı içindeki çevreyi gözlemleyişi, ailesi, arkadaşları ve sevgilisiyle olan ilişkilerini yeniden gözden geçirmesi bu varoluş halinden çıkma isteğini sezdirir. Oturduğu apartmanın terasına çıkıp gün doğumunun yükselişini izleyene dek geleceğe ait tasarımı, planı yoktur. Çocukluğundan izi kalan dürtü ve çeviklik eksikliğine rağmen bir karara varır. Romanın doruk noktası aslında bu büyük karar, başka bir ülkeden gelen burs davetini kabul etmesiyle gerçekleşecek değişim isteğidir. Durağanlık yerine hareket, yola çıkma arzusu, uzaklaşmak, toprağından sökülmek, hatta yabancılaşma onu yeniden doğuran hisler ve kelimelerdir. Olduğu yer artık olmak istediği yerdir belki de hiçbir yerdir.
edebiyathaber.net (28 Nisan 2023)