I
15 Temmuz darbe girişimi yaşandığında uzun sürecek bir yolculuğun başlarındaydım. Yolda olmanın getirdiği savruklukla ve internet erişiminin sınırlı olması nedeniyle olan bitene dair küçük parçaları öğrenmekten öteye gidememiştim. Birkaç gün sonra da yaşananların netleşmesi için zamana ihtiyaç olduğunu görüp gelişmeleri takip etmeyi bırakmıştım.
Bununla birlikte kontrolüm dışında yaşanacaklar nedeniyle “Ya geri dönemezsem?” diye düşünmeden de edememiştim. Bu düşünce, gezimin devamına damgasını vurdu ve darbe haberini aldığım andan sonra gittiğim on bir ülkeyi ve otuz civarında şehri daha farklı bir gözle dolaşmama neden oldu.
Geri döndüğümde, insanın iradesiyle ya da iradesi dışındaki nedenlerle sürgün hayatı yaşamasının nasıl olabileceğiyle ilgili epeyce kafa patlatmış, Türkiye sınırlarına, Cem Karaca’yı daha iyi anladığını düşünen bir insan olarak dönmüştüm.
II
Guillermo Rosales’in otobiyografik romanı Felaketzedeler Evi’nin kahramanı, sürgünlüğü iliklerine kadar yaşayanlardan. Romanın daha ilk sayfasında, kendini anlatırken: “… Siyasi sürgün değilim. Topyekûn sürgünüm. Başka bir yerde, söz gelimi Brezilya, İspanya, Venezüella ya da İskandinavya’da doğmuş olsaydım oranın sokaklarından, limanlarından ve çayırlarından da kaçıyor olurdum diye düşünüyorum bazen.” (s. 7) ifadelerini kullanarak kendi konumunu netleştirir.
Guillermo Rosales, 1946 Havana doğumlu bir yazar. Gençlik döneminde, 1 Ocak 1959’da Batista’nın kovulmasıyla başarılı olan devrimin ateşli bir savunucusudur. 1960’lı yılları, idealist bir devrimci olarak çeşitli gazete ve dergilerde makaleler yazarak geçirir. Ancak, devrim yerleşip uygulamaları sertleştikçe Rosales, Castro Küba’sı ile arasına mesafe koyar.
1963’te askere alınmasından sonra psikolojik sorunlar yaşamaya başlar ve askerlikle ilişiği kesilir. Bir dönem gittiği SSCB’de kendisine şizofreni teşhisi konur. Küba’ya geri döndükten sonraki tedavi süreçlerinde ise sınır kişilik bozukluğu teşhisi ile tedavi görür.
1979’da Küba’dan ayrılarak Madrid’e geçer. Kısa bir süre sonra ise ABD’nin Miami şehrine taşınır ve orada yaşamaya başlar.
Miami’ye ulaşır ulaşmaz, zihinsel sorunları olduğunu beyan eder ve sosyal kurumların yardımları sayesinde yaşamaya başlar. Çalışmasına gerek kalmaz.
Guillermo Rosales’in ABD’deki yaşamı büyük bir çöküş öyküsüdür. Öfkeli, kavgacı tutumundan vazgeçmez. İnsanlardan uzak durur. Ucuz otellerde, bakımevlerinde, sokaklarda yaşar.
Tüm hayatı boyunca sürekli yazar Rosales. Yakınları, onun büyük bir hızla ve düzeltmeden yazdığını, bitirdikten sonra da tüm yazdıklarını yok ettiğini söylerler. Bu şekilde kaybolan eserlerinin sayısını bilemiyoruz. Günümüze ise, çeşitli mecralarda yayımlanmış kimi öyküler, biri yayımlanmamış iki roman kalır.
Guillermo Rosales, 6 Temmuz 1993’te intihar eder.
III
“Boarding homes” ABD’de özel kişi ve kurumlara ait olan ve engelli kişilerin bakımlarının yapıldığı bakımevlerinin genel adıdır. Guillermo Rosales de ABD’de yaşadığı yıllar içinde bu bakımevlerinde uzun dönemler kalmıştır.
Felaketzedeler Evi’nde hikâyesi anlatılan William Figueras da kitabın yazarı gibi Küba göçmenidir. Başarısız bir yazardır ve göçmen Kübalı komünitesi içinde kendine bir yer bulamaz. Son çare olarak bir akrabası tarafından bu bakımevlerinden birine yerleştirilir.
Roman boyunca, Figueras’ın, bu bakımevinde, Türkçe çevirisinde tercih edilen şekliyle “felaketzedeler evi,” yaşadıklarını okuruz.
Felaketzedeler Evi, oldukça sert bir roman. Bakımevinde kalanlar; akıl sağlığını yitirmişler, dışlanmışlar, her şeylerini kaybetmişlerden oluşur. Ev, bir nevi toplumun lağım çukuru gibidir. Evin sahibi ve çalışanlar da gidecek başka yeri olmayan konukların sırtından geçinirler. Şiddet ve suistimal, bakımevinin sahibinden başlayarak çalışanlara ve orada yaşayanlara kadar sirayet eder. Konukların kendi aralarındaki şiddet, suistimal, taciz ve tecavüz de sıradan olaylardır.
Romanın kahramanı da bu profilden ayrı anlatılmaz. O da fırsatını bulduğu anda kendinden zayıf gördüğü kişilere zulüm etmekten geri kalmaz.
IV
Felaketzedeler Evi, bu yönüyle bir çıkışsızlığın romanı olarak okunabilir. Gidilecek bir yer kalmamış, tüm çıkış noktaları tutulmuştur.
Kitabın yazarı Rosales, kendi edebi yansıması olarak kurguladığı Figueras üzerinden topyekûn sürgünlüğün ne olduğunu tüm dünyaya göstermek ister. Bu sürgünlük öyle bir şeydir ki sürgün edildiğimiz yer de geride kalan yer kadar kötüdür. Kitap boyunca Küba’ya ya da ABD’ye dair tek bir olumlu cümle okumayız. Geride kalan Castro ne kadar kötüyse, gelinen yerdeki vaizden tutun da yöneticilere ve polislere kadar herkes o kadar kötüdür.
Onur Uludoğan – edebiyathaber.net (4 Mart 2019)