öyküleri için
Ölesiye Bir Günde (Retro Romans) de dâhil altı öyküden oluşan 76 sayfalık ve Yeşim Zuhal imzalı kitap Öteki Yayınevi’nin yan kuruluşu Gri Yayınevi’nden (Nisan 2023) çıkmış. 1986 İstanbul doğumlu yazarla ilgili bilgi, Ocak 2021’de yayımlanan ilk romanı Beat Pazarı ve Şubat 2022’de de Karanfilli Kafiye adlı şiir kitabının olduğu ile sınırlı. Otuz şiirden oluşan 64 sayfalık Karanfilli Kafiye’de kullandığı Yeşim Rüzgâr’ın da kendisi olduğunu öykü kitabındaki kısa bilgiden öğreniyoruz. Bu kişisel bir seçim, olabilir. Bu yüzden neden, niçin gibi sorular sormak kimseye düşmez. Şiirleriyle ilgili ne düşündüğümü ve bana ne hissettirdiklerini sırası gelince anlatacağım ama kitaba değişik gibi gelse de ad olan öyküden başlayarak duyumsattıklarını anlatmak isterim.
Tüm kitaplar aynı yayınevi etiketli. Bir kere, pürüzsüz ve temiz bir anlatımı var yazarın, birkaç yerdeki ayrı yazılması gereken de/da’ların bitişik yazılmalarını saymazsak. Şiir olmayan herhangi bir şey edebiyata neden girsin ki, diyen Woolf’un anlayışındadır yazarın dili. Edebiyata, özellikle de öyküye ve şiire duyduğu ilgi yazdıklarından anlaşılıyor. Öykülerinde yaptığı göndermelerden de anlıyoruz ki ilgilendiği alanlardaki okuma yelpazesi oldukça zengin ve geniş.
Kitaba da ad olan öykünün anlatıcısı opera-şan eğitimi konusunda oldukça bilgili. Öykünün anlatıcısı iyi olmak için yayıp ettiklerini ve hocasına duyduğu ilgiyi, geleceğe dair beklentilerini kendi hayat hikâyesi üzerinden anlatır. İhtimal ki yazarın kendisi de anlatıcısı gibi bu konularla ilgili ya da yarattığı erkek anlatıcıya hikâyesini anlattırmak için opera ve şan konusunda dersini iyi çalışmış. Bir tek bu öykünün tiyatro oyunu, film senaryosu öyküsü biçiminde ve geniş zamanlı anlatılması da sinema alanında da ya eğitim almış ya da konusuna iyi hazırlanmış düşüncesini uyandırdı bende. Köpekleşmek İstiyorum adlı öykünün anlatıcısı da bir erkek ve 25 yaşında. İçine doğduğu ve farkındalık duygusu geliştikçe de katlanamadığı hayatı yaşamamak için köpekleşmek metaforuyla itirazını aktarır bize. Katlanzmadıkları yüzünden anası, babası, soyu sopu belli biriyken dönüşüp köpekleşmesi oldukça ilginçtir. İşin içine karşılıksız aşk da girince sokak köpekliğinden evcil köpeğe dönüşmesi de bir o kadar trajikomiktir. Durumundan kurtulmak için yaptıkları ve yaşadıkları, İstanbul’da başlayıp Datça’da başkalaşan hâlleri bana, sanırım J. Cortazer’indi geçmişte okuduğum içeriği farklı Köpekleşen İnsanlar adlı öyküsünü anımsattı. Dilini, anlatımını ve kurgusunu en sevdiğim öykü bu. Çünkü yazar, öykülerinde fantastik öğelere yer vermeyi, gerçek dünyayla olağandışı yaşantıları iç içe geçirmeyi seviyor. Duyumsadıklarını, içselleştirdiklerini farklı ve özgün biçimde aktarmayı önemsiyor. Bir tür deneysel edebiyatın yazarlarından olmak istiyor. Ki bu yolda iyi çalışmalar yapacağı anlaşılıyor bana göre. Bu yüzden kitabın adı bu olsun isterdim. Med-Cezir Boğuntu’nun anlatıcısı da bir erkek. Rutinleşen kadın-erkek ilişkisine odaklı kurgudan uzak, yaşanmışlığa ve düşünceye daha yakın bir gözlemin sonucu bu öykü. Anlatıcının gözlemi ve yaşadıkları bir tür ilişki döngüsüdür. Günebakan Tarlasında adlı öykünün anlatıcısı bir kadın ve de yazar. Evinin balkonundan, kimi zaman da pencerelerden görüp gözlemlediği karşı evin balkonunda ve pencere gerisinde gördüğü küçük çocuk Ahmed’i, ablasını, kardeşini, anne ve babasını anlatır. Anlattığı sadece onların hikâyesi değildir. Kendisini ve erkeğini de anlatır. Düşle gerçeğin sarmal olduğu iç burkan bir öyküdür. Sanırım Erdal Öz’ün benzetmesi olmalı, önünden geçip gittiğimiz evin penceresinden gördüğümüz masa başında kişiler hikâye, evin içinde olup bitene tanıklık etmek de roman… Ama yazar, sadece gördükleriyle yetinmemiş. Bu yüzden beğendiğim ikinci öykü… Çamsakızı’nın anlatıcısı cinsiyetsiz gibi görünse de bir kadın. Kuaförde yürüyüşünde abartılı bir kadınsılık olan Manuş’un ağda yaptırması sırasında bir öteki olarak Maskülen (erkeği andıran, eril ve erkeğe benzeyen) kadınla aralarındaki çekimi sarsıcı biçimde anlatır. Cümlesi Devrik adlı öykünün de anlatıcısı bir kadın şair. Doğum gününde iki erkek arkadaşı gelir evine. Onlara karşı duygularını, onları ve dostluğa, arkadaşlığa, aşka, hayata dair düşüncelerini anlatır. Şiirler de bir o kadar ilginç ve anlatının atmosferine denktir. İranlı Kürt kızı Mahsa Amini’ye adanan kitap ilginç, katmanlı ve özgün öykülerden oluşmuş. İnsanlığın içinde bulunduğu durumun temel bileşenlerine odaklanabilmek için, geleneksel konulardan, zaman ve mekân tekliğinden arınmaya çalışan, kendileri olmak ve öyle kalabilmek isteyen insanların yaşadıkları ve düşünceleri toplamıdır okuyacaklarınız.
şiirleri için
Edebiyatın hangi türüyle ilgilenirsek ilgilenelim, yani ister yazar/şair isterse okur olalım fark etmeyecek diyeceğim ve belki de yazarları, şairleri daha çok kapsayacak ama ben bir yanıyla eleştirel ve bilinci okuyanları da içine alsın isterim diyeceğimin. Okusak, yazsak da her yapıtın düşüncesi, izleği bizde başka ve özgün düşünceler oluşturur. Tıpkı parmak izlerimiz gibi, birbirine yakın izlek ve düşünceler olsalar da hiçbiri benzemez ötekine… Yazar ve şairlerin her dediği, görünür yaptığı başka dünyalara, daha derinlere kapı açabilir bizde. Çünkü dili kullanış ve algılayış biçimimiz yaşama, düşünme ve algıladığımızı dillendirme biçimimizle kopmaz biçimde iç içedir. Bu yüzden her yazar dili verili bir yaşantıyla bulur ve o yaşantının kendinde bıraktıklarıyla yazın dünyasını oluşturur. Biz de onların yazın dünyasından kendi dünyamıza istediklerimizi aktarırız.
Şiir konusunda pek çok tanım yapılabilir ama bir tek şiir tanımı konusunda bir araya gelinemez, maalesef. Özellikle de söz konusu şiir olduğunda. Bu açıdan Vedat Yeniçeri’ye adanan Karanfilli Kafiye’deki izlekleri yüzünden örtülü biçimde birbiriyle ilişkili görünen otuz şiiri tek şiir gibi görmek hiç de abartılı olmaz. Çünkü Yeşim Rüzgâr, parmak izi gibi kendine özgü bir şiirden yana. Şiire poetik açıdan ayrıksı yaklaşan Lâle Müldür’e postmodern kavramı çerçevesinde yakın buldum. Dediğim onun gibi yazmak, ona özenmek vs değil; kendi iç dünyasından aktardıklarının özgünlüğünün olduğunu belirteyim. Dediğim şiire bakış, anlayış ve yorum gibi olmazsa olmazlarla ilgili. Kitaptaki şiirlerinin bende yarattığının sonucu bu… Bir de Birhan Keskin’in hayatı nasıl ki şiirine dâhilse ve yaşadıklarının, tanıklıklarının izdüşümüyse benzeri; farklı anlatım ve içeriklerle Yeşim Rüzgâr için de geçerli… Şiir; dünyayı, insanı, yeryüzünü, kendini sevme biçiminin, içini acıtan gerçekliklerin kendince dışavurumu aracı olduğundan hayata, edebiyata ve şiire farklı kulvarlardan, pencerelerden de baksalar, dediğim açıdan benzerlikler olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden de özel ve bir tür iç dökmedir şiirleri şairin. Bu şiirleri anlamak ve kendi dünyamıza aktarmaksa hem şiir birikimimize, hem geçmiş okumalarımıza; hem de farklı şiirlere açık olmamızla orantılı bir sonuç. Şairi hiç de kolay bir şiir okurundan yana değil, çünkü kendisi de kolay bir şiirden yana değil.
edebiyathaber.net (14 Mart 2024)