İnsanlara hep ömür boyu hiç bıkmadan yaşayacağı mevsimler, iklimler sorulur.
Ama hangi mevsimde ölmeyi yeğleyeceği sorulmaz.
Zira o “test sorusu”, yüzleştirir.
Oysa önemlidir.
Kendi payıma, ölmeyi zaten istemem de…
Yazın ölmeyi asla istemem.
Pat diye gelmezse…
Ölümle yaz sıcağında, sonu belli, uzunca bir muharebeye girersen…
Kan-ter içinde beklersen,ölmeyi…
“Güllerin içinden canım, koşarak koşarak gel bana gel” olur belki de şarkın.
Misal… İster “English Patient (İngiliz Hasta)” filmi olsun, ister “ShelteringSkıy (Çölde Çay)”, isterse “ThePassenger (Yolcu)”…
Bana yaz sıcağında ölümü (de) hatırlatır.
Çöldür, yaz sıcağında ölüm.
Yatak alev alev, alnında belki sirkeli su…
Son nefesin bile terlidir.
Seyredin bu filmleri; çölü, sarı sıcağı, o daha gördüğünde terleten,“hadi dur o sarı odalarda durabilirsen” otellerindeki nafile tavan pervanelerini…
Yazın ölmeyi istemezsiniz.
Ölüm, soğuk olmalı bir kere.
Üşütüyorsa, örterler üstünü.
O an, yanında sevdiklerinin olacağı bir ansa, zaten ısınırsın herhal.
Öyle derler, ölümü seyredenler.
Lâkin yaz sıcağında ölmek zor.
Ben demiyorum sadece…
Hasan Hüseyin de, 2 Haziran’da ölen Orhan Kemal’in “güzel anısına” atfettiği şiirinde öyle söylüyor:
“Şuramda bir çalıkuşu ötüyor /uy anam anam /haziranda ölmek zor.”
Yaz kıstırıyor bir çok şairi, yazarı:
Haziran’da Nazım Hikmet, Ahmed Arif, Cahit Külebi, Orhan Kemal.
Temmuz’da Ece Ayhan, Bilge Karasu, Reha Mağden.
(Metin Altıok, Behçet Aysan, Asım Bezirci, Uğur Kaynar, Hasret Gültekin gibi yazanlar, Asaf Koçak gibi çizenler, Muhlis Akarsu, Nesimi Çimen gibi söyleyenler de var ama onlar Temmuz’da ölmedi, öldürüldüler)
Ağustos’ta Can Yücel, Turgut Uyar…
Nazım Hikmet o sarı sıcaklarda yârini düşünüyor, “çıplaklığını /boynunu bileklerini /minderde ak bir kuş gibi yatan ayağını”:
“Bu sarı sıcaklarda seni düşünüyorum
bu sarı sıcaklarda bir otel odasında seni düşünüp
yalnızlığımı soyunuyorum
biraz da ölüme benzeyen yalnızlığımı.”
Cahit Külebi, yaz kırgını:
“Anladım bu şehir başkadır /Herkes beni aldattı gitti,
Yine kamyonlar kavun taşır /Fakat içimde şarkı bitti.”
Orhan Kemal’i “vapurda, omuz omuza, bunaltıcı, öğürtücü, uyku getiren bir sıcak oflatıp, puflatırken”… Ece Ayhan, terleyeni tabiattan tahtaya kaldırıyor, terden sırılsıklam düşlerimde.
Can Yücel sıcağı ise bir başka.
“Akdeniz yaraşıyor sana” diyor yârine:
“Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun
Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında…”
Sonra “hayat”ta yatıyor onunla. Yani damda, sundurmada, sıcağa karşı sığınılan bir tür ferah balkonda:
“Üstümüzde meltem /Kekik kokuyor ellerim hala
Senle yatmadım sanki /Dağları dolaştım.”
Metin Altıok, her ölümün vakanüvisi:
“Dolanıp duruyorum ortalıkta.
Kedim hımbıl, yaprak döküyor çiçeğim,
Rakım bir türlü beyazlaşmıyor.
Anahtarım güç dönüyor kilidinde,
Nemli aldığım sigaralar.
Ne zaman bir dosta gitsem
Evde yoklar.”
Reha Mağden dersen…
Sait Faik hatırına ve inadına, yaz sıcağında pardösüyle gider Sanat Sevenler Derneği kokteyline.
Ben terlerim, o terlemez.
Hepsi yaz, hepsi de biraz ölüm gibi…
Yaz böyle, yaz işte.
edebiyathaber.net (21 Haziran 2018)