Fanzin: Ölsem de kurtulsam | Betül Keskin

Şubat 27, 1980

Fanzin: Ölsem de kurtulsam | Betül Keskin

akarınca (1)Saydım, tam dört yüz doksan iki bin üç yüz altmış beş çocuk bindi sırtıma. Şu kırık bacağımdan da ben sorumlu değilim bilesiniz. Dört yüz doksan iki bin üç yüz altmış altıncıyı da sırtıma alırdım almasına da, şu küflenmiş peynir kokan pis herif söküp çıkardı beni yıllardır mıhlandığım yuvamdan. Iskartaya çıkarmışmış! Pis herif! Ölsem de kurtulsam. Burada öyle kolay ölünmüyor ki.

Bakmayın şimdi soluk rengime, kavlamış boyalarıma. Beni ilk taktıklarında gözünüzün görebileceği en parlak renkler bendeydi. En yakıcı güneşten daha parlak altın yelem, süt beyazı gövdemin üzerinde kırmızı mavi desenlerim. Kelebek gibi bir attım ben. İçim kıpır kıpır uyanırdım her sabah. Saat on olsa da, koşarak gelse çocuklar diye gözümü parkın kapısından ayırmazdım. Ah ne gururlanırdım onca atın içinden çocukların benim üzerime oturmak için itişip kakışmalarına. Safım, gencim tabii o zamanlar, bir de tam önümde mıhlı olan Pamuk Kız’a yanığım. Bir kuyruk vardı kızda, kan kırmızısı alev alev dans ederdi önümde.  Gençlik işte, mırıldanır eşlik ederdim şu artık beynimi kemiren zırıltıya. ‘Sıkı tutun çocuk! Şimdi uçuyoruz!’ derdim de, bilirdim bazı çocuklar duyardı. Onlar duymasa da Pamuk Kız kesin duyardı. Ilık meltem yelemi yalardı, atlaya zıplaya dönüp dururduk.

Burası küçük bir kasaba lunaparkıdır. Bir rüzgâr eser, toz toprak içinde kalırız hepimiz.  Öyle dönme dolap falan yok hani. Sigaraya halka atma, tüfekle hedef vurma falan. Parkın en gösterişlileri elma kurdu tren ve biziz. Dönme dolap getireceklermiş, senelerdir söyleyip dururlar. Pamuk Kız, ıskartaya çıkmadan önce hep dua ederdi, kurulsa şu dönme dolap da kurtulsak şu veletlerden diye. Kasabanın kışları da pek çetin geçer. Üzerimizi öyle laf olsun diye örterlerdi de, içimiz metal olunca, tir tir titrer, bahar hayaliyle bedenimizi ısıtıp, boyalarımız çatlamasın diye uğraşırdık. Bu bitmeyen kışların birinin sonunda, örtü kalkınca baktık ki üç arkadaşın boyaları çatlayıp dökülmüş. Bunlardan biri benim kız. Boyalarını yerde dökülmüş görünce, bir feryat kopardı ki kulaklarımdan çıkmaz hâlâ. ‘Üzülme kırmızı kelebeğim, boyar getirirler tekrar. Senden iyisini mi bulacaklar?’ diye ne diller döktüm de zorla sakinleşti. Söküp götürdüler üçünü de. Pamuk Kız’ın giderken ki bakışı çıkmaz aklımdan. İnanmıştı bana, gözlerinde ümitle gitti parktan. Kim bilir ne kadar güzel olacak diye hayal kurup durdum ama üç günün sonunda getirip yeni yetmeleri taktılar. Kıydılar canım Pamuğuma, gözünün yaşına bakmadan. Demediler ki, bu kız yıllardır dönüp durur, kahrımızı çeker. Kıydılar, attılar. Ölseydi de kurtulsaydı. Burada öyle kolay kolay ölünmüyor ki.

O günden sonra her şey değişti. Parkın kapıları açıldı, o sevimli heyecanlı çocuklar yerine piç kuruları doluştu her yere. Madem yiyorsun ellerinle o pamuk şekeri, bir elini yıka bari. Yapış yapış yaparlar yelemi, gövdemi. Göz oyma manyakları var bir de, oturur oturmaz parmaklarıyla oyar dururlar gözümü. Hep de sağ gözümü. Biri de solak olsun bu veletlerin, nerde. Bir Samet var, şu mıhlama sopası olmasa, bir şaha kalkıp yapıştırsam piçi yere, bir de arka bacaklarımla vurdum mu tekmeyi, bak bakalım kalkabilecek mi yerinden? Yemiş yemiş semirmiş velet. Bacaklarıyla göğsüme vurur durur ‘Deh Deh’ diye diye. Haftanın üç günü de üstümde. Arar bulur beni şişko. Bir de artistler var ki, üzerimde ayakta durur, caka satar sağa sola. Bir sallayabilsem gövdemi de, yürüyüp üzerinden geçebilsem keşke. Bir de günler mi uzadı ne? Dön babam dön. Şu zırıltıyı da değiştirmediler gitti. Beynimi kemirdi senelerdir. Kim bestelediyse, Allah belasını versin.

Sonra bir sabah geldi elinde aletleriyle bizim küflü peynir. Senelerdir takılıyım tabii, paslanmış bağlantılarım. Zorluyor da zorluyor üfleye püfleye. Leş gibi de kokuyor nefesi, kül tablası mı yutmuş ne. Sağımdan kalkıp soluma geçiyor, solumdan kalkıp sağıma geçiyor. Hiç debelendiğim de yok. Ölsem de kurtulsam hevesindeyim. Bir sağıma bir soluma geçip, alnının terini kolunun tersiyle silip sövüp duruyor. Hırsından tekmeyi sallamaz mı, kırdı bacağımı it. Uçtu gitti bacağım, cılız bir sesle düştü bir yerlere. Oh dedim içimden, bacağım da kırıldı. Bitti bu çile.

Omzuna atıp, aldı götürdü beni ringin arkasına. ‘Hah’ dedim, arkadaşlar görüp üzülmesin diye arkada halledecek işimi. Ringe yaslayıp, kırık bacağımı da altıma koyup gitmeye kalkmaz mı? Saatlerce arkasından bağırdım. ‘Hey, heeeey nereye gidiyorsun?’ Hiç kovboy filmi izlememiş belli, izleseydi bilirdi; bacağı kırılan at vurulur.  Ah ölsem de kurtulsam! Ölünmüyor ki!

Betül Keskin – edebiyathaber.net (13 Kasım 2015)

Yorum yapın