Görünmez/somut olmayan gerçekliği zihninde tasarlayan; imgesini, figürünü oluşturarak onu görünür kılan sanatçının başarısı, modele sadakatiyle ölçülür. Sanat sanatçının bilinçdışında düşlenir, yüklendiği duyguyu izleyenine taşır. Sanatçının karanlığından eller yoluyla dökülen sanat, bu kez izleyenin gözlerinden geçerek bilinçdışına seyahat eder.
Bir karanlıktan bir başka karanlığa taşınan sanat, olmayan/görünmeyen aslın suretidir. Neşet ettiği özüyle temas ettiği gözdeki manası aynı mıdır bilinmez ama şurası kesindir ki, sanatçı toplumun içindeki bir ada değildir; onun bir parçası, temsili, derinidir. Ve onay sanatçının günah kapısıdır; güç, iktidar ve sanata açılır. Ancak ne olursa olsun yaşamının merkezinde sanat vardır.
Kendisi de önemli bir sanatçı olan Giorgio Vasari’nin ilk kez 1550 yılında yayımladığı ve sonrasında bazı eklemeler ve gravürlerle güçlendirdiği (1568) kitabı Sanatçıların Hayat Hikâyeleri, sanat tarihi ve sanatçıların yaşam öyküleriyle ilişkili çok değerli bir kaynaktır. Roma Döneminden başlayarak, biyografi yazarlığı zaman zaman popüler bir alan haline gelmiştir. Vasari, Roma’dan bu yana yayımlanan biyografi kitaplarından etkilenerek, kendinden kısa süre önce yaşamış, Cimabue’den başlayarak Giotto, Brunelleschi, Donatello, Boticelli, Leonardo Da Vinci, Rafaello ve çok yakın arkadaşı olan Michelangelo gibi pek çok sanatçının yaşamlarını ve eserlerini uzun uzadıya konu etmiştir. Vasari’nin yazdığı bu kitap, Dük Alessandro de’ Medici’nin hizmetinde ve sonrasında boyadığı çok sayıdaki resimden daha ünlü hale gelmiştir.
“Son Yargı” ve Michelangelo
Vasari, kitabında en fazla sayfayı çok yakın dostu olan, sürekli görüştüğü, görüşemediğinde ise mektuplaştığı Michelangelo’ya ayırmıştı. Onu tanrının bir lütfu olarak görüyordu. “Davut” heykeli ve kucağında İsa’nın bedenini taşıyan Meryem heykeli “Pieta”sını yere göğe sığdıramayan Vasari, Michelangelo’nun Sistine Şapeli’nin duvarına nakşettiği “Son Yargı” sahnesini ayrıca övmekteydi. “Bu olağanüstü adam en güzel orantılı ve mükemmel formlarıyla ve en çeşitli duruşlarıyla insan vücudu dışında bir şeyin resmini yapmaktan imtina etti ve böylelikle ruhun heyecan ve sevinçlerinin geniş yelpazesini ifade etmeyi seçti”. Michelangelo’nun aynı şapelin tavanına çizdiği “Adem’in Yaratılışı” ve “Nuh Tufanı” eserleri hayli ünlenmişse de “Son Yargı” bir mahşer yerini muazzam betimleyişiyle övgünün de ilginin de fazlasını hak eder. Vasari, Michelangelo’nun bu sahneyi resmederken Dante’nin dizelerini canlandırdığını ileri sürer; “Ölüler ölü, yaşayanlar ise sahiden yaşıyor…”
Cehennem yolcuları ile cennetini bekleyen sakinler bu mahşer yerinin iki duygusal boyutunu oluşturur. Sahne, merkezinde yer alan İsa ve Meryem betiminden güç almaktadır. Dünyadaki misyonunu cılız bedenine çiviler çakılmasıyla ödeyen İsa, burada Eski Yunan Tanrısı Zeus’a benzetilmiştir. Etrafında kendisinden medet umanlara karşı, “bırakın yakamı” dercesine bir duruş sergiler. Güçlü kasları ve kendine güvenen beden diliyle insanlar için kurban olan çarmıhtaki İsa’ya adeta nazire yaparcasına. Görevini tamamlamanın, ait olduğu merkezdeki yerini almanın gururu içinde… Buna karşın, Adem ve Havva’dan kaynaklanan ilk günahın izini ayaklarında ve ellerindeki çivi deliklerinde taşır. Mükemmel tanrısal bedeni, ellerine ve ayaklarına çivilenmiş günahın izini izleyenlere aktarır; Michelagelo’nun istediği gibi.
Tüm sahnedeki kalabalığın içinde, elbiselerle bedenini tümüyle kapatmış tek figür olan Meryem, İsa’nın hemen solunda yer almaktadır. Bütün tasvirlerinde hep kapalı, masum ve cinsiyetsiz betimlenen Meryem, burada oğluna kavuşmanın verdiği sevinçle bambaşka bir halde karşımıza çıkar. Dünyada evlat acısı çeken fakir anne, parlak ve pahalı kumaşlardan oluşan elbisesinin içinde ilk kez kadın oluşuna vurguyla betimlenmektedir. Michelangelo, onun dünyada çektiği acıların yeterli olduğunu görmüştü. Çarmıha gerilen oğlunun peşinden, (hâlâ yaşanacak ömrü olduğu halde) Tanrı’dan kendi canını da almasını istemiş ve isteği yerine gelerek göğe kabul edilmişti. Burada fakirliğe, evlat acısına, yaşamadığı bedenine veda etmiş, oğluna kavuşmanın, onun yanına sığınmanın gururunu bir Tanrı’nın yanında yer alarak sergilemiştir. İsa’nın yanına yaklaşmak isteyen tüm kalabalığın en imtiyazlısı oydu çünkü oğlunun yanı başındaydı.
Mahşer yerindeki herkes İsa’dan yardım dileniyordu; hemen solundaki çıplak Adem ve sağdaki Petros bile buna dahildi. Cennetin yolunun İsa’dan geçtiğini biliyorlardı. Ancak yol bitmiş sona gelinmişti, günahlar bedellenecek ve bedeller ödenecekti. İsa’nın üzerinde solda ve sağdaki sahnede, İsa’nın dünyadayken bu bedeli nasıl ödediği, çarmıha nasıl gerildiği ve başına giydirilen dikenli taç betimleniyordu. Şimdi bedel ödeme sırası diğerlerindeydi. Dünyada yaptıklarının karşılığını almanın zamanı gelmişti. Havaya kaldırdığı eliyle çevresindekilere sert bir tepkide bulunan İsa, ödediği bedelde yalnız değildi. İsa’nın sol ayağının altındaki Havari Barthelomaios, Tanrı’ya ve oğluna duyduğu sevgi yüzünden yüzülen derisini elinde tutarken çektiği acının karşılığını istiyordu. Neredeyse tüm Anadolu’da sorumluluğunun bilincinde olarak vaaz vermiş, inancına taraftar toplamaya çalışmıştı. Halkı Hıristiyanlaştırdığı için derisi yüzülerek öldürülmüştü. Şimdi yüzülen derisi ile hesabın kendi lehine olmasını talep ediyordu…
İsa’nın hemen altında bir başka grup olanca güçleri ile ellerindeki surları üflüyorlar. Gündüz ve gece üçer kez cehenneme bakarak Tanrı durdurana dek ağlayan İsrafil ve sur melekleri kıyamet gününün geldiğini ve tüm ölülerin yargılanmak için mezarlarından çıkması gerektiğini duyuruyorlar. En alttaki iki melek ellerinde Sefer Hayim’i (Hayat/yaşam Kitabı) tutmaktadırlar. Dirilip mezarlarından kalkan inanırların sayfalarını görmeleri ve yeni dahil olacakları sonsuz yaşamın kaidelerini okumaları için kitabı ters tutuyorlar.
Mezarlar açılmış, uyanan ölüler, cennete yükselme arzundayken yedi ölümcül günahın yedi temsilcisi tarafından yakalanıp cehenneme sürüklenirler. Michelangelo’nun en etkileyici karakterlerinden olan bu İblisler, yaşarken kandırıp günaha bulaştırdıkları insanların ölülerini cehenneme götürme gayretindedirler.
Resmin alt yarısında, Kharon’un ünlü kayığı Dante’nin anlattığı gibi betimlenmiştir. Kadim Yunan kültürünün kayıkçısıydı Kharon, bu dünya ile öteki dünyayı ayıran Akheron Irmağı üzerinde ölenleri ücreti mukabilinde karşı kıyıya/cennete taşırdı. Burada çıkacakları ebedi yolculuk için kayığına sığınmakta geç kalanları cezalandırırken betimlenmiştir. Michelangelo, çok sevdiği Dante’nin dizelerini şapelin duvarlarına olduğu gibi aktarmıştır:
“Kor gözlü Kharon iblisi işmar edip hepsini yan yana getirdi, gecikenlerin sırtına küreğini indirdi.
Güz gelip de, yapraklar peşpeşe dökülünce, dalların yapraklarını yerde görmeleri gibi,
Adem’in kötü çocukları çağrıya uydular, kuşlar gibi, birer birer kayığa atladılar.
Koyu renkli suda yol almaya başladılar, ama onlar daha varmadan karşıya, yeni bir kuyruk oluştu bu yakada”
Aşağıda solda, açılan mezarlarından çıkanlar ve onlara yardım edenler görülüyor. Kefenler içinde dirilip mezarlarından çıkan ölülerin tek amacı bir an evvel yukarı Cennet katında bulunanların yanına gitmek. Bu amaçla birbirlerine yardım ediyorlar…
Michelangelo’nun yaşamı sanatı ile o sanatı gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğu muktedirler dünyası arasındaki mücadeleyle geçmiştir. Sanatının önünde engel olan bu insanlara söyleyemediklerini resimlerine yansıtmasıyla da ünlenmiştir. Bunlardan birisi Sistine Şapeli’nin tavanını resmettiği sırada Papa Paulos’la birlikte gelen ahlakçı Biagio di Cesena’dır. Vasari’nin anlattığına göre, Papa, henüz daha yarısı resimlenmiş Sistine Şapelindeki freskler hakkında fikrini sorduğunda Biagio, gördüklerinin çıplak ve ahlak dışı olduğunu ifade etmiş, şapele yakışmadığını söylemişti. Olan bitene tanık olan Michelangelo, bu kem sözleri unutmamış, resimdeki en günahkâr rollerden birini Biagio’ya vermişti. Resmin sağ alt köşesinde çıplak bedenine yılan dolanmış ve cinsel organı bir yılan tarafından ısırılan Minos figürü Biagio’nun yüzünü taşır. Biagio iş bitip kendi yüzünü günahkâr Minos figüründe gördüğünde, bunun resimden kaldırılması için Papa’ya yalvarmışsa da Papa buna yanaşmamış resim olduğu gibi kalmıştı.
G. Vasari, Sanatçıların Hayat Hikâyeleri (çev. Elif Gökteke, Sel Yayıncılık) adlı eserinde Michelangelo’nun bu resim karşısındaki hayranlığını şöyle dile getirmiştir: “Bu resim tarzı, tanrısal lütuf ve irfanla dolu olağanüstü zekâya sahip bir sanatçı dünyaya geldiğinde ortaya çıkan çok önemli sonuçları insanlığın görmesini sağlamıştır… Michelangelo Son Yargı üstünde sekiz yıl uğraştı, sanıyorum 1541 yılının Noel günü, bütün Roma’nın daha doğrusu bütün dünyanın merak ve hayretini uyandırarak, yapıtını halka açtı. O yıl ben de Venedik’ten yola çıkıp yapıtı görmek için Roma’ya gittim; öbürleriyle birlikte, gördüklerimden şaşkına döndüm”.
Michelangelo da dostu Vasari’nin bu düşüncelerini karşılıksız bırakmamış Sanatçıların Hayat Hikâyeleri adlı kitabı için soneler yazıp bir mektupla göndermişti:
“Şimdiye dek kalemle ve paletle
Sanatını yüce Doğa’nın kusursuz örneği yaptın
Yok hayır, doğadan asıl ödülü kazandın
Onun yarattığını göze daha güzel görünür kıldın
Şimdi o uz elin bir çaba içine girdi
Kalem ve mürekkeple daha değerlisini bitirdi
Eskiden sende olmayan, hâlâ Doğa’nın elindeki
Hayat verme kudreti, artık sana da geldi
…”
İsmail Gezgin – edebiyathaber.net (4 Ekim 2013)