“Bazı şeyler yalnızca alçak sesle söylenebilir.”
Çok erken, çok beklenmedik bir ölüm haberi. Yahut hem ruhu hem bedeni tüketen bir hastalık teşhisi. Umudun tükendiğini söyleyen gözler. Kurtuluş olmadığını anlatan sessizlik. Alçak sesle ya da suskunlukla söylenenler… Hiç söylenmeden kalanlar.
Ve gözlemci olmak. Ölüme ağlayan ama yaşayan bir gözlemci. Hastanın elini tutan ama yazgısının uzağında kalan. Gözlemci olmanın çaresizliği. Öfke; hedefi, muhatabı olmayan bir öfke. Ve elbette derinde yatan o dirimsel korku.
“Muhtemelen hepimiz ezici olduğu kadar muğlak da olan bu türden bir korkuyla doğuyoruz. Korku nereye gideceğini bilmeden içimizde geziniyor ama bizden asla ayrılmıyor. Ortaya çıkmak için doğru ânı bekleyerek kendini hazırlıyor, eğitiyor.”
Ortaya çıkacağı çatlağı er ya da geç buluyor. Yaşamın kendisi o çatlağı doğuruyor, usul usul genişletiyor. Kendinizi en yakınınızın hastalığıyla yüzleşirken buluveriyorsunuz. Kendinizi arkadaşınızın beklenmedik kaybı ardından yas tutarken buluyorsunuz. Acıyla, ölümle yüz yüze olduğunuzu anlıyorsunuz. Belki de her zaman.
“Vücudun lisanlarının en acımasızıdır acı. Çığlıklardan örülü bir gramer. Bitmek bilmeyen bir uluma.”
Babam Giderken hastalığı ve hastalığın – ölümün – gölgesindeki insan ilişkilerini birçok açıdan ele alan bir roman. Bu ağır yüküne karşın Alberto Barrera Tyszka okura yutulmaz, zorlayıcı bir lokma değil, güçlü ve akıcı bir ezgi sunmayı başarıyor. Tyszka hastalığı iç içe girmiş iki olay örgüsünde, birçok karakterin gözünden aktarıyor. Babasının günbegün ölümünü izleyen bir oğul ve aynı zamanda doktor; vücudunun kendine ihanetini hazmedemeyen hasta bir baba; hastalık hastası, saplantılı ve yapayalnız bir adam, Ernesto; yaşamının ve kalbinin boşluğunu acıma duygusuyla doldurmaya çalışan başka bir yalnız, Karina.
“Hastalık da bir ihanet, kabul edilemez bir sadakatsizlik.”
Tyszka ölümcül bir hastalığın izlerini hem hasta hem de yakını açısından ele alırken, hastalığın adeta üçüncü kişi haline gelip ağırlığını her an hissettirişini büyük bir başarıyla aktarıyor. Babam Giderken adeta her sayfasında bizi bu görünmez ama yadsınmaz karakterle de yüz yüze getiriyor. Bu karakter, adım adım hastayı ve hasta yakının ele geçiren, yaşamı bir bekleme salonunun kasvetine büründüren gizli bir güç adeta. Tarafsız ama kötücül. Art niyetsiz ama yıkıcı. Hedef sunmayan bir düşman. İnsanın içine çöreklenen bir yabancı.
“Her zaman başka bir şey vardır. Hareket eden, can yakan ve artık çalışmayan bir şey. Vücutların kaçınılmaz hikâyesi, sağlık durumunun kötüye gidişinin biyografisi böyledir. Sağlık mutlak bir idealdir. Bütün ütopyaların en sapkınıdır.”
Babam Giderkenöyküsünün ağırlığına karşın melodramın tozlu yollarına sapmıyor; Tyszka metne ve karakterlerine saygılı bir mesafeyi hep koruyor. Doktor Miranda’ya başka bir bağlamda söylettiği gibi, kelimeleri kendilerini yerinde ve dozunda ifade ediyor.
“Bazen böyle olur. Hiç niyetiniz yokken, hiç beklemediğiniz bir anda, artık ‘daha iyi bir vakit’ kalmadığında konuşmaya mecbur kalırsınız. Bazen kelimeler dile gelir, kendi kendilerini ifade ederler.”
Babam Giderken’de göze çarpan tek fazlalık var: başka yazarlardan ve kitaplardan yapılan alıntılar. Kurmacada bu tarz alıntılar hem metni yoruyor hem de zayıflatıyor.
Seda ÇıngayMellor’un çevirisi yine şaşırtmıyor: akıcı, özenli ve edebi zenginlik taşıyan bir dil. Onun ve kitabı hazırlayan tüm ekibin ellerine sağlık; çok temiz, titiz bir çalışma.
“Bütün bunlar ona acımasızca ve saçma görünüyor. Olacak olan şey nihayet olduğunda ikisini bekleyen şey tamı tamına bu işte. Sessizlik. Tek kaderleri bu. Sessizlik. İkisinin de korktuğu, ikisinin de canını en çok yakan şey bu. Sessizlik.”
edebiyathaber.net (23 Mayıs 2018)