Ömer Ayhan sessiz ve derinden ilerleyen yazarlardan. İletişim Yayınları etiketiyle çıkan Şehrazat onun altıncı kitabı. Kitabın dikkat çekici kapak resmi Ethem Onur Bilgiç’e ait. Serap Uysal, postmodern bir Yeşilçam hicranının anlatıldığı, bir İstanbul entrikası olan kitabı üzerine Ömer Ayhan’la söyleşti:
Her romanın bir başlangıç noktası oluyor, hangi fikirle başladınız Şehrazat’a?
Zor bir soruyla başladık. “Şehrazat”ı yazma fikri nereden doğdu, buna net bir cevap verebileceğimi sanmıyorum. Yıllar önce filmin fotoğraflarını gördüğümde etkilendiğimi, dahası şaşırdığımı hatırlıyorum. Sonra filmin kayıp olduğunu öğrenince düş kırıklığı yaşadım. Romanın iki ana ekseni var. Biri Yeşilçam’ın kayıp filmleri, diğeri 27 Mayıs. 27 Mayıs’ta emekli edilenlerden biri de dedemmiş. Ama kendisini tanımadım, bunları konuşma şansını yakalayamadım. Talât Aydemir’in hatıralarından öğrendiğime göre, yönettiği darbe girişimlerinden birinde (1963) bu emekli edilen subayların (Eminsu diye tanınıyorlar) 100 kadarı Aydemir’e lojistik destek vermiş. Bu bana ilginç gelmişti, 27 Mayıs mağduru subaylar 27 Mayısçılara karşı. Sonunda birbirine yakın tarihler olduğu için iki temayı romanda birleştirdim.
Romandaki pulp havaya ne kadar yakınsınız, sever misiniz yoksa roman için özel olarak bu alana gömüldünüz mü 🙂
Bu konuda kendimle çeliştiğimi itiraf etmeliyim. Bir yandan ‘yüksek edebiyat’ diye tarif edilen yapıtlara hep yakın durdum. Proust, Henry James, Durrell, Pynchon v.s. Öte yandan iflah olmaz bir çizgi roman tutkunuyum. Yıllar geçip gidiyor ama bağımlılığım sabit. Pulp-Fiction, belki en yakın olduğum tür değil ama severek okuyorum. Mesela bizden bir örnek vereyim, Peyami Safa’nın “Yalnızız”ı kuşkusuz özel bir romandır, ama Server Bedi’nin Cingöz Recai serisi yahut “Uçurumda Bir Genç Kızı” da benim için aynı ölçüde değerli ve vazgeçilmezdir.
Romanın iki kahramanı var gibi…Roman birdenbire değişiyor. Yeşilçam filmlerini andıran bir erkek kardeşliği var, Nedim’de bıçkın bir Sadri Alışık çıkıyor ortaya sanki…
Romandaki aks değişimi konusunda haklısınız. Orhan Durmaz kitabın kahramanı gibi görünürken Nedim öne çıkıyor. Bu noktada filmin başlangıç senaryosuna sadık kalmak istedim. Filmde Gürel Ünlüsoy’un oynadığı karakter Şehrazat tarafından öldürülür ve daha sonra avukat arkadaşı (Orhan Günşiray) dostunun intikamını almak üzere sahneye çıkar. Yani biz esas oğlanı sonradan tanırız. Yeşilçam’da böyle örnekler var. Düşman Âşıklar’ın başrolünde oynayan İzzet Günay’ı filmin 40. dakikasına kadar görmeyiz.
Bıçkın bir Sadri Alışık benzetmesine gelince, bu konuda farklı düşünüyorum. ‘Yeşilçam’ın bilinçaltımıza işlenmiş kodları var. Türkân Şoray, Cüneyt Arkın, Sadri Alışık, Kemal Sunal… Açıkçası Yeşilçam tutkunu olarak hepsini seviyorum, ama bu isimlerin hiçbiri benim birincil tercihlerim değil. Ayfer Koray benim için Hülya Koçyiğit’ten daha ilginç bir oyuncudur yahut Leylâ Sayar’ın yüzündeki tekinsiz enerji bana Türkân Şoray’ın o sahiden çok güçlü imgesinden daha fazla şey söyler. Sadri Alışık’ın biz hiçbir zaman cinsel dürtülerini öne çıkardığını görmeyiz. Sevgi adamıdır, yiğittir, merttir. Nedim daha ziyade, bir parça unutulmuş isimlerden örnek vereyim, Özkan Yılmaz’a, Kuzey Vargın’a yakındır. Yeşilçam’ın ikincil oyuncuları, bana esas oğlan ve kız’larından daha ilginç geliyor nedense.
Yeşilçam filmleri, koleksiyoncular, unutulmuş popüler kültür imgeleri…Bütün bunlar romanın geçtiği zamanı muğlaklaştırıyor sanki…
Saydığınız unsurlardan ziyade kullandığım dilin, Osmanlıca sözcüklerin ve Yeşilçam argosunun bu duyguyu verdiğini tahmin ediyorum. Yoksa üç beş sayfayı geçmese de fonda Gezi olayları var, romanın geçtiği birkaç aylık zaman dilimi çok kolay ayırt edilebilir. Unutulmuş popüler kültür imgeleri yerinde bir tespit. Şehrazat yıldız oyuncularına rağmen ana akımın dışında kalan bir film. Aile sineması döneminde cinsel duyguların Freudyen bir bakışla irdelendiği ayrıksı bir örnek. Burada yine ikincil olana dair merakım sazı eline almış.
Güçlü kadınlar var, çok masum kadınlar var…Roman için bu kadınların katkısı nedir sizce?
Yeşilçam bize ısrarla aynı şeyi söyledi. Kötücül kadınlar ve meleksi olanları. İyiler ve kötüler. Romanı baştan sona bir Yeşilçam parodisine dönüştürmekten kaçındım. Ama zaman zaman kullanmam da kaçınılmazdı. Romana katkılarına gelince, bunun cevabını belki de okura bırakmalı ama roman karakterleri üzerinden şunu söyleyebilirim. Belki İlknur kadar idealize edilmiş kadınlarla karşılaşmak kolay değil. Ama Lale Moran ve Nihan’ın benzerleriyle, en azından soruda vurguladığınız güçlü kadınlar bağlamında karşılaşmak hiç zor değil. Şehrazat kısmen fantastik bir film olabilir, ama Şehrazat gibi kadınlar ve erkekler, onlar baştan beri aramızda yaşıyorlar.
Son soru sahiden kayıp olan Şehrazat filmine ilişkin…Bulunur mu sizce o film?
Daha zor bir soruyla bitiriyoruz. Rahmetli Halit Refiğ, filmi aratmıştı, çektiği filmin ne kadar orijinal olduğunu belki sonradan fark etti. Agâh Özgüç, bir röportajda filmi yurt dışında bile arattıklarını söylüyor ama şimdiye kadar ses çıkmadı. Öte yandan geçen yıl Ankara’da bir depoda iki fantastik yerli film bulunup gün yüzüne çıkarıldı. Umarım bir gün Şehrazat’ı izleme şansımız olur. Ama ben de bir soru sorarak bitireyim sözlerimi. Belki de romandaki Asaf Onur gibi bencil bir koleksiyoncunun arşivinde hapsolmuştur filmin bir kopyası. Olamaz mı?
Kitaptan:
“Tam evden çıkıyordu ki cin taifesi bizimkinin kulağına üfledi, giderayak ketenpereye getirilmiş olmayalım, bu kız şeytana kül yutturan cinsinden, şu filme bir bakayım demesin mi? Ben de biraz merak ediyordum, ne menem bir şeymiş bu Şehrazat da ev otomobil aldıracak. Fakat heyhat, şapkadan tavşan çıkmadı. Şehrazat, hani nasıl derler, Kaf Dağı’nın arkasında kaldı.”
Serap Uysal – edebiyathaber.net (28 Nisan 2014)