Ömer Erdem, Kör'deki dizelerinde geleneksellik ve 'iki kişi olma' gibi temalarla şiirseverlere sesleniyor. Erdem, hem içeriden hem dışarıdan bakar; hem kendine hem de 'dünya yüküyle şişmiş' insanoğluna.
Ömer Erdem, Kör adlı kitabında yer alan 'Kuş Bakışı' şiirinde 'Geldi vakti görmenin/ geldi vakti görmenin/ geldi vakti görmenin' diyor! Bu yinelemenin estetik kaygıyla ya da ritim yakalama arzusuyla yapıldığını düşünebiliriz. Oysa bundan çok daha fazlasıyla körlüğü bertaraf etmenin ya da 'farklı bir bakışın' vaktinin geldiği vurgusuyla karşı karşıyayız. Belki de başka bir bakma biçiminin geliştirilebileceğini söylüyor Erdem. Bir anlamda uyarı niteliğini taşıyor bu sözler. Buna, hazırlıklı olmamız gerektiğinin öngörüsü de diyebiliriz.
Kuşkusuz, bireyin kendi yolculuğundaki körleşmeye gönderme yapılıyor bu dizeyle. Ama daha genel anlamda, toplumun her türlü körleşmeye karşı gözünü açması gerektiği de vurgulanıyor. Körleşme, gündelik yaşama dair beklentileri olduğu kadar, ideolojik bakışı da işaret ediyor. Yine aynı şiirdeki 'kurt besledim kemik verdim/ biz eskiydik ve gidiyorduk kıyıda/ deniz fısıldıyordu dalgalarla/ parmağından kes şüpheyi/ sen eski değilsin artık yaşadıkça yeşerdin' dizelerinde yer alan 'eski' sözcüğü de gerçek anlamının dışına taşıyor, gölgede bırakılmış, es geçilmiş ya da ötekileştirilmiş olanı işaret ediyor. Dolayısıyla, göz ardı edilerek yok sayılmaya çalışılan şeylerin, aksine, geliştiğinden ve olgunlaştığından söz ediliyor. Bir çeşit varoluş mücadelesi de diyebiliriz buna.
Şiirin devamında 'Devlet metal kilitlerde saklıyor parmak izlerini' iyisi mi bin şüphenin demiriyle inan bana/ bunu söküp atacağız saksılardan/ bu trende belki yalnız biz kalacağız' diyor Ömer Erdem. Bu şiiri birçok açıdan okumak mümkün. Şair bir yandan kendi bireysel yolculuğundan söz ederken kendini ait hissettiği düşüncenin, tavrın diliyle de konuşuyor ve bunu devlet kavramıyla bir arada ele alıyor. Zaten otoritenin ya da iktidarın birey üzerindeki baskısını sadece bu şiirde değil, tüm kitap boyunca görüyoruz.
Devlet ve baba
Devletlerin 'makbul vatandaş' yaratma adına elindeki erki kullanarak kendi ideolojilerini halka benimsetmeye çalışmasının sıkıntısını görüyoruz Erdem'in şiirlerinde. Bu, iktidarın zulmü olarak da yansıyor şiirlere. Mesela, 'Çatal' şiirinde 'çoktan değişmiş/ kırbaçların şaklama sesi/ iktidar ve zulmün/ kara baba gölgesiyle el değiştirişi' diyor Erdem. Aynı şiirde sabahın kıyılarını 'bir baba gibi kemiklerimi söküyor' diye tanımlayarak sadece otoritenin değil, gündelik hayat içindeki ritüellerin de birey üzerinde yarattığı şiddete gönderme yapıyor. Kör'deki şiirlerde, otorite sıklıkla baba kavramıyla beraber ele alınıyor. Çünkü babaların otoritesi gelenekseldir. Dolayısıyla kutsal ve tartışılmazdır. Bu, itaati de beraberinde getirir. Bireyin toplumsallaşma sürecinde ilk boyun eğdiği otorite babadır. Sorgulamadan, korkutularak itaat etme gerekliliğiyle, boyun eğmediği takdirde cezalandırılacağı tehdidiyle birey yaşamın her alanında karşılaşacaktır.
Ömer Erdem bir anlamda devlete dair tüm kurumların da bireye yaklaşımını baba otoritesiyle ilişkilendirir. Bu aynı zamanda Doğu toplumlarında devlet ve birey arasındaki ilişkinin hangi temellerle ele alındığını da işaret eder. Geleneksel yapımızdan kaynaklan devleti baba yerine koyma eğilimiyle, devlete itiraz etmek babaya itiraz etmekle eşitlenir. O nedenle baba imgesi baskın bir şekilde Erdem'in şiirlerinde karşımıza çıkar. Hatta bu öyle bir baskı unsurudur ki erkeğin çocukluktan başlayarak tüm yaşamı boyunca 'adam olmak' ya da 'erkek olmak' gibi bir kaygıyla karşı karşıya kalmasına neden olur.
Ömer Erdem'deki baba imgesi; 'erkek olmak' 'adam olmak' kavramıyla da özdeşleşmiştir. Mesela 'Kaçak Avcı' şiirinde 'kaçak güreşmek erliğe girmezmiş', 'Kuş Bakışı' şiirinde 'adam adama öksürmeden konuşalım', 'uzat boynunu ve cevap ver / olacak mısın adam bir kere.' 'Rum Ortaokulunun Arka Bahçesi' adlı şiirde 'sert bir adam geçiyor yoldan' gibi daha birçok örnekle çoğaltabileceğimiz 'adam olmak', 'sert erkek olmak' ifadeleri, toplumun erkeğe biçtiği rolün ağırlığını da hissettirir okuyucuya. O nedenle Erdem, bazı şiirlerinde bu anlayışı kırmak adına etek imgesine göndermede bulunur. Mesela Banyo şiirindeki 'horozumu besliyorum eteklerimin altında/ ona kalkış öyküleri anlatıyorum' dizeleriyle, erkeklik ve iktidar meselesi kadına ait bir giysiyle, etekle bozguna uğratılır. Aslında bu şiirde etek dediği bornozdur; ancak o bornoz da mordur! (Etek diğer şiirlerinde farklı anlamlarda, mesela tutunmak veya istediği mertebeye ulaşmak anlamında da kullanılmıştır.) Bu anlamda Ömer Erdem'de yer yer cinsiyetsiz bir şiir algısını da görürüz.
İki kişi olmak
Tüm bu eleştirel yaklaşımlara ve oldukça sert söylemlere karşın Ömer Erdem'in şiirinde keskin bir öfke veya yoğun bir isyan olgusuyla karşılaşmayız. Bunda, o öğrenilmiş 'itaat etme' kültürünün şiire yansımasının da payı var. Ama bu durum hiçbir zaman bir kabulleniş değildir. Buna, bir sufi olgunluğuyla hayatı karşılamak denilebilir belki. Mesela 'Bir Şey Demedik' adlı şiirindeki 'günümüzü uzattılar bir şey demedik/ budağımızı kanattılar bir şey demedik/ üç gün sonra gel dediler bir şey demedik/ göz göze gelmeyin dediler bir şey demedik/ ve alınlar aşağı dediler bir şey demedik/ duvara dön ve öksür dediler bir şey demedik'/ ne dediler ne demediler bilmedik bir şey demedik' dizeleri için sessizce, kendi kendine konuşmalar diyebiliriz ve bu iç döküşte yoğun bir ironiyle de karşılaşırız. Bir yandan mevcut durumun parodisi yapılırken diğer yandan insanoğlunun tüm bu acıtıcı parodi içinde anlamsızlık olgusuyla karşılaşmasına tepkisiz kalınarak, bir karşı tepki oluşturulur ya da genel bir değerlendirme yapmak adına şiirlerinde geçen kırbaç imgesine bakarsak eğer; 'kırbaç'ın 'adalet kırbacı' olarak da şiirlerde yer bulduğunu görürüz. Yapılan, zalimi onun kırbacıyla terbiye etmektir belki de.
İki kişi olmak Ömer Erdem'in şiirinde önemli. İçerleyen adlı şiirde, 'Biz iki bükülmüş tel gibi yaklaşıyoruz birbirimize / biz iki bükülmüş tel gibi kopuyoruz birbirimize / içerleyip içerleyip boş ver diyerek/ çıkıyoruz evden sen güneye ben hiçbir yere' diyor Erdem. Bu şiiri sonu ayrılıkla biten bir aşk şiiri olarak da okuyabiliriz, şairin içindeki diğer kişiyi bulma arzusu olarak da… Her ikisi de yanlış olmaz. Zaten aşk dediğimiz şey, ikiye bölünmek değil midir bir anlamda? Ya da aşk insanın diğer yarısını bulma, bütünleşme arzusunu da karşılamaz mı? Aşkla insan kendini aramaz mı? Ya da aşkla kendini kaybetmez mi?
Ömer Erdem'in iki ayrı kişi olma durumu, 'Ilgın' adlı şiirdeki 'şimdiki halim kaç kişiyi birden yaşıyor bende/ bir halimi bebek gibi gezdirirken/ diğer halim dalgın dalgın yürüyor önümde' dizeleri ya da 'Nereye Kadar' adlı şiirdeki 'insan nereye kadar kendisinindir/ çarparken onu toz çarparken çapak çarparken göz' dizelerinde, farklı ruh hallerinin yarattığı bir benlik arayışı şeklinde tezahür eder. İki farklı ruh durumu ya da iki ayrı kişi olma hali şiirlerine, kendisiyle dolaşan ama daha çok onun gölgesi konumunda, peşinden gelen ikinci bir kişinin varlığı olarak yansır. (Gölge imgesi onun şiirlerinde sıklıkla geçer. Kimi zaman gölge; şairin içindeki haylaz çocuktur. Kimi zaman da özgürleşmesinin engeli ya da gerçeğin ta kendisi olarak yer bulur şiirlerde.) Ancak dikkatli bakıldığında bu durum şairin iç ve dış sesi olarak karşımıza çıkacaktır. Hem içeriden hem dışarıdan bakar Ömer Erdem; hem kendine, hem de 'dünya yüküyle şişmiş' insanoğluna.
Kısacası Ömer Erdem; kendine has üslubu ve son derece güçlü şiirleriyle bu dönemin önemli isimlerinden biri olduğunu Kör adlı kitabıyla bir kez daha pekiştiriyor.
Yazan: Deniz Durukan – Cumhuriyet Kitap (16 Mart 2012)