İngiliz profesör Roland Ennos’un yazdığı “Ahşap Çağı”, resmi tarih ve öğretinin aksine, insanın dünyayla, dolayısıyla da uygarlıkla ilk buluşmasının taşla, bronzla ve demirle değil ağaçla, odunla ve nihayetinde de ahşapla olduğunu savunurken ahşabın binlerce yıllık geçmişine de ışık tutuyor.
İnsanlık tarihinin uygarlıkla buluşmasında açılan yolun taş, bronz ve demirle başladığını biliyoruz. Daha doğrusu resmi tarih böyle söylüyor, biz de bu şekilde kabul etmişiz. Ancak Hull Üniversitesi’nde biyoloji profesörü olan Roland Ennos’un, Say Yayınları’ndan Mihriban Doğan çevirisiyle, yayınlanan ‘En Kullanışlı Malzememiz ve Uygarlığın İnşası’ alt başlıklı “Ahşap Çağı”, medeniyete açılan güzergâhta çağ atlatan yukarıdaki “üçlü”den önce atalarımızın ahşapla olan ilişkisine ve onun arka plana ötelenmiş geçmişine ışık tutuyor.
Roland Ennos, “Ahşap Çağı”nı dört bölüme ayırıyor. Birinci bölüm, “Ahşap ve İnsanın Evrimi”nde insanın mağaradan önce ağaçta başlayan “mülkiyetine”, bu en eski “yuvasından” inip dünyaya karışmasına, evrim süreciyle birlikte hafif hafif “ayağa kalkan” insanın aletlerle olan ilk bağına göz atıyor. “Uygarlığın İnşası” başlıklı ikinci bölümde ise ahşabın kökeni ormana bir giriş yapan yazar toplumların oluşumuna, her ne kadar sancılı geçse de bunun sonucunda ortaya çıkan konforlu şeylere ve insanın yavaş yavaş değişen bakış açısına ve dünyayla kurduğu ilişkiye odaklanıyor. Üçüncü bölümde direkt Sanayi Çağı’na atlayan yazar, bu devirle birlikte kullanılması elzem olan odun ve kömürün kullanım alanlarına, nerelerde, nasıl kullanıldığına değinirken, tarihin en çalkantılı dönemi olan on dokuzuncu yüzyılda, odunun, artık “gündelik hayat standardı” haline gelmiş hareketli günlerdeki yerine değiniyor. Son bölümde ise Roland Ennos, insanın odunla olan “gergin” ilişkisine değinip bir günah çıkarmaya girişiyor ki hiç de haksız sayılmaz. Zira ağaç kovuklarından inip bağdakini kovan insanlık, yapısı gereği işine yaramayanı terk edip bir yenisiyle buluştu. Böyle böyle “ilerleme”ye geçti. Kömür, petrol ve gazla birlikte alanını genişletti. Ok yerine barutlu silah kullandı. Onların yerini de bin kat daha fazla etkiye sahip ağır toplar ve ağır silahlar aldı. Sanayiyi kurdu. Fabrikalar yaptı. Türdeşlerine ekmek verdi. Ama doymadı. Tüm elindekileri kendisi için daha fazla olan ne varsa onun için kullandı. Binlerce kilometre yol kat edip adını sanını duymadığı yerleri sömürgeleştirdi. Dünyanın değişmeyen düzeninin temellerini böylece atmış oldu. Haliyle artık ağaç dalından yaptığı dandik mızrakla derede sazan avlayan üryan insan gitti, yerine “teknolojiyi kötü emelleri için kullanan insan” geldi.
“Ahşap Çağı”, daha önce değinilmemiş bir konuya el atmasının haricinde Roland Emmos’un doğru tespitiyle ağacın insan tarihinde neden arka planda kaldığını öğrenmemiz açısından da ayrı bir değer taşıyor. Zira kendimizi dünyada yaşayan en zeki, en kudretli biricik canlı olarak gördüğümüz için “derede ağaç dalıyla sazan avlayan” insan modelini kendimize yakıştıramayıp işe yarar hale gelmesi daha zor olan taşla medeniyeti kurmaya başlamışız gibi bir resmi bir öğreti doğmuş. Bu yüzden de “ilk insanın” ahşap çiftlik evleri, su değirmenleri, yel değirmenleri, Viking yelkenlileri, Gotik kiliseler, katedral çatıları, Orta Çağ ahırları, şatoları gibi ahşaptan inşa ettiği ve bugün değeri anlaşılıp müzelerde ya da dünyanın en önemli kentlerinin merkezlerinde kılına zarar gelmeden sergilenen “eserler” görmezden gelinmiş. Ancak yine tarihin hiç şaşmayan cilvesinin devreye girmesiyle içinde yaşadığımız çağdaki her insanın kendi yarattığı şeyin, kendisi yüzünden ters tepmeye başlamasıyla yine atalarının binlerce yıl önce yaptığı ahşap kulübelere kaçıp, yine bir zamanlar atalarının kovuklarında uyuduğu ağaçlarla haşır neşir olma isteğinin yorumunu siz değerli okurlarımıza bırakıyorum…
edebiyathaber.net (23 Şubat 2023)