Söyleşi: Cumali Yardım
Önder Çolakoğlu’nun Taş Uğultusu kitabı, 2019 yılının Ekim ayında Hayal Yayınları etiketiyle okuyucunun karşısına çıktı. Taş Uğultusu, varolmanın dayanılmazlığı karşısında bireysel duyguların dışa vurumudur. Toplumsal baskılardan dolayı içine kapanan bireyin, çağa karşı duyduğu ürperti ve sancısının yalnızlık ile işlenmesinden meydana gelen zihinsel bir emeğin ürünüdür. Sesin baskın olduğu bu çağa karşın, içinin uğultusuna kulak veren bireylerin; içsel benliğinin tümceleşmesinin yansımasıdır. Çolakoğlu’nun hayal gücünü şiirleştirmesinin ve gözlem gücünün sentezlenmesi sonucu ortaya çıkan bir şiir dizisidir Taş Uğultusu: susmanın bir kaybolmak olmadığını, susmanın küçük seslerden oluşan uğultudan, yakınmalardan oluştuğunu; toplumsal duyarlıktan, bireysel duygulara, tabiat görkemlerinden-rüyalara, şiirlerinde yer vererek toplumun geniş bir panoramasının çizilmesinin ürünüdür. İçindeki poetik nitelik bakımından şiir gücünün zenginliği, bireysel duyguların aktarımındaki başarısıyla 2020 yılı Ruhi Türkyılmaz Sanatevi Şiir Ödülü’nü oy çokluğuyla Taş Uğultusu aldı. Kitap, dramatik öğelerin kullanılması yönünden kendine özgün bir ses imgesi oluşturmuştur.
Şeyh Galib, “şairin bir derdinin (Galib, 2019: 194, İş Bankası Yayınları) olduğunu” ve bu “derdi nazımlı söz (şiirle) aktardığını”; Nabokov, “şiirin bir sağduyu ürünü olduğunu”; Eagleton ise şiirin “kurmaca bir ahlaki ifade” (Eagleton, 2016: 49, Ayrıntı Yayınları) olduğunu ileri sürer. Sizin anlayışınıza göre şiir nedir?
Kurulu düzen dinamikleriyle olmazsa olmaz şekilde çatışan gerçeklerin bileşkesidir şiir. Bozmaktır, parçalamaktır ama sonrasında umudu en güzel şekilde yaşatabilme olasılığını barındırmasıdır. İnsanın sağduyusu şiiri açıklamak için yetersiz kalır. Şiir bazen bir ayaklanmadır, ayaklanmanın işaret fişeğidir. Savrulmadır. Defalarca savrulup aynı yerde ayakta durabilmektir. Yıkmaktır, bozmaktır dili. Dili yorulmadan bıkmadan tekrar yaratmaktır. yasını ve toprağını genişletmek demektir. Bu başka bir edebiyat türünde olmayacak büyüklükteki bir zenginliktir. Şairin dille uzlaşmaz ve anlaşmaya yanaşmayan bildirgeler ortaya koymasıdır şiir.Yeni sözcüklere en güzel elbiseleri giydirebilme cesaretidir. Aynı sözcüklerden farklı çağrışımlar yaratmaktır. Tarihi yeniden bilinçle anlatabilmek demektir. Octavio Paz, “Şiir bilgidir, kurtuluştur, güç ve terk ediştir. Dünyayı değiştirebilecek güçte bir eylemdir şiir, doğası gereği devrimcidir: ruhun eğitilmesi ve içsel özgürlüğün yoludur,” der. Paz’ın şiir tanımı şöyle devam eder. “Şiir ayırır, birleştirir. Yolculuğa davet, yuvaya geri dönüştür. Esin, soluk alma, bedenin eğitilmesi… Sihir, büyü efsun. Yücelik, kabulleniş, bilinç-dışının yoğunlaşması… Deneyim, hissediş, duygu, sezgi, yönlendirilmemiş düşünce.” Yaşamın ta kendisidir şiir. Yine Paz, “ Şiir malzemesini toplumdan, toplumun geçmişinden, isteklerinden, hayallerinden, dilinden alır. Şiir, toplumun yaşayan dili, onun efsaneleri, düşleri ve derin arzuları yani dilin en güçlü ve en gizli eğilimleri tarafından beslenir,” diye devam eder. Bitmez şiiri tanımlamak.
Terry Eagleton, Şiir Nasıl Okunur kitabında, şiirin rasyonalizm ve irrosyanilizm arasında “köprü (Eagleton, 2016: 43) kuran bir yapısının olduğunu” söyleyerek hayal ve gerçeklik arasındaki bütüncül bağı ortaya çıkartabileceğini ileri sürer. Taş Uğultusu kitabınız gerçekçi ve hayal ürünün yoğrulması sonucunda oluşan zihinsel emeğin bir ürünü müdür? Taş Uğultusu’nu ortaya çıkaran temel paradigma nedir?
Ben gerçeğin şiirini yazmaya çalışıyorum. Şiirsel gerçeği de tanımlamak gerekli biraz. Şiir; gerçeği öğreterek, anlatarak, göstererek yapmaz. İmge ve sesin duygu ve çağrışımlarla yarattığı bir bütündür bu gerçek. Şairin algılarının, yaşadıklarının bilinçaltındaki bileşkeleriyle kurduğu köprüdür. Ben bu köprünün üstünde de yürümek derdindeyim, altında birikmiş hayatları da önemsiyorum. Üst ve alt eşitsizliğinden çıkışla adaletsizlğin fotoğrafını çekmeyi deniyorum. Mutlak bir paradigmada yer almak benim açımdan çok zor. Okura gerçeğe hep yakın tutmaya çalışıyorum. Bunu da tarihsel bilinçle ve duyarlılıkla davet etme derdindeyim. Bu bilinç olmadan tek milim yol alınamayacağını düşünuyorum. Şiir harekete geçirmeli kavramsalında düşünmeliyiz bunu. Tarih bilinci taraf olmaktır benim için. İdeolojik varoluşumu estetik vektörlerle bir kurgulamanın yansıması olsa olsa benim yazdıklarım. Bu tarafgirliğimi ortaya koymakta zerre bir tereddütüm yok zaten. Dengede olmak hiç hazzetmediğim bir duygu.
Taş Uğultusu kitabınız, içerisinde kırk dokuz şiir barındırmaktadır. Şiirlerinizde geniş bir panorama kullanmaktasınız; bireysel duygulardan-toplumsal duyarlılığa, ötekileşmelerden-değersizleştirmeye, tabiat öğelerinden-mevsimlere, rüyalardan-taşraya doğru uzanan geniş bir yelpaze kullanarak şiirinizin çağrışım alanını zenginleştirmişsiniz. Bu poetikanızın ardında hayal gücünüz mü, yaratıcı ben’iniz mi, gözlem yeteneğiniz mi veyahut salt şiir anlayışınız mı yatmaktadır?
Yanıtım hepsi tabii ki. Bazen bunlardan biri daha önde oluyor şiirimin oluşum sürecinde. Bazen de bir sancılı sürecin yansıması. Ki çok kere böyle bende. Mesleki faydalanım bana ciddi bir kaynak. İnsanın evde, işte, sokakta, hastanede davranışsalları, nasıl-niçinleri arasındaki duyumsamalarını izliyorum. Yaratıcı ben elbette yardıma koşup gelse de başkalarından, ötekilerinden başlamak gerekiyor hayata. Şiir de böyle. Tarih, felsefe, psikoloji ve sosyolojik bilinçlenmenin duyarlılık noktasında karşılığını bulma çabası belki de. Bu çaba yorucu ama çok kere artık şiiri oluşturma sürecinde beni bırakmayan bir devinim. Bütün yazdıklarım elbette yaşadıklarım değil. Ötekilerin yoksunluklarını, sancılarını kendimde duyumsatmanın yansılarını bulmaya çalışıyorum şiiri oluştururken. Bu benim için çok kıymetli. İstediğim ve amaçladığım dünyanın koşullarını da umutla ve ümitle araya sızdırmaya koyuluyorum. Bunu yaparken incindiğim olsa da şiir duygusalllığı barındırmıyor.
Taş Uğultusu, bir huzursuzluğun ürünüdür. Şiirlerinizde sıklıkla “uğultu, huzursuzluk, karanlık, çığlık, acı, sancı, boşluk, hüzün, serzeniş, çağ yorgunluğu, yoksunluk, başkaldırı, yabancılaşmak, ürperti, karanlık, sitem, ağrı, sanrı, yalnızlık, varoluş” imgelerini kullanmaktasınız. Freud’un “Uygarlığın Huzursuzluğu” olarak tanımladığı bu çağ da şiir sizin için bir kaçış ve/ya sığınma yeri midir? Taş Uğultusu, bu zihinsel buhranın bir ürünü müdür?
Evet ben şiirleri huzursuzluğumu anlatmak için yazıyorum. Sizin de soruda imlediğiniz kavramlar da ister istemez şiirimin en köşe noktaları oluyor kuşkusuz. Huzursuzluğumdan kaçmak, onu yok saymak ya da sığınacağım bir liman bulma istencim hiç yok şiir yazarken. Böyle olsaydı bir şair için bencilllik ve ikiyüzlülük olurdu. Bu çağı onlarca psikolojik, felsefi ve sosyolojik tanımlamalarla anlatabiliriz elbet. Şiirde bu yorgunluğu bu huzursuzluğu kenarından değil tam ortasından başlamak gerekiyor bence. Kem küme gerek duymadan. Ama’ lı cümle kurmadan. Buhranda değilim ama huzursuzluğum doğmadan önce başlamış olabilir, ölümden sonra da devam edecek belki. Varoluşsal kaygıdan kaynaklanıyor huzursuzluk. Ben beni irrite eden sesi yansıtıyorum dizelere. Aynada kendine bakmak gibi. Baktıkça kendini tanıyamama ya da ilk defa gördüğü şeyleri tespit etmesi gibi. Gördüğü şeye yabancılaşma hissi. Tam bu anda imgeler ve sesler oluşuyor benim için. Sese aktarmaya çalışıyorum dizeleri oluştururken. Bu aktarım bile konforlu bir süreç değil. Hayatı duyumsamadan olmuyor. Farkında oldukların boylu boyunca karşındayken lav püskürten yanardağlarla kolkolaymış gibi ruh halinde olduğunu düşünüyor insan. Provakasyonlarla besleniyorum belki de tam bu sırada. Bu fişeklenmeyi bekliyorum hep yazarken. Şairin beslendiği toprağı bilmesi kıymetli mi bilmiyorum. Huzursuzluk benim yoldaşım.
Taş Uğultusu, bölümlere ayrılmasa da kitabın yapısından anlaşıldığına göre üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm, bireysel sorgulamalar ve yakınmalar, çağın yorgunluğu; ikinci bölüm, toplumsal güdülenmelerden ve mahalle baskısından kaçış, sığınma güdüsü; üçüncü bölüm ise uğultunun baskın olduğu, ötekileşmenin başladığı ve yalnızlığa sığınmanın bir getirisi olan ürpermenin ürünüdür. Taş Uğultusu, tüm bu etkileşimlerin bir yansıması mıdır?
Kopuş sancısı demek daha doğru belki. Bu çağda bu yorgunluğu iliklerimize kadar hissetmemek mümkün mü? Hem de ne yorgunluk. Ve kopuyor insan. Bunun sancılarını yaşıyor… Bu çağın ruhsallarumızda yarattığı tahribatın bir yüzleşmesi Taş Uğultusu. Bir iç döküm hiç değil elbet. Bunlara ayıracak zamanımız ve lüksümüzde yok. Bu çağın sanrıları, panik atakları, şizofreniye ulaşmış psikolojik rahatsızlıklara bizi paramparça etmişken bu yüzleşmeyi koşulsuz ve ‘ama’sız yapma zorunluluğu hissettim. Tam da dünyaya baktığım pencereden ve yüzyüze geldiğim aynalardan başladım bu yüzleşmeye. Sancıları yaşarken bu yüzleşmeyi yapnak daha da sahici olur diye düşünuyorum. Bir yere sığınma gibi derdim yok. Bir huzurlu mekan ve oluşum da aramıyorum. Belki de bir çığlıktır ürpermenin karşılığı. Bu çığlığı Taş Uğultusu’na karşılık bir ses vermek için istiyorum. Uğultular sinsidir. Nereden geldiği belli olmayan ama varlığı kesin ve çok kere bir huzursuzluk ve olumsuzlanmanın sesidir. Aynı sese farklı anlamlar farklı tanımlamalar yapmak gibi. Ama hep bu çağdan kopmanın sancılarını duyarak.
Taş Uğultusu kitabınızla 2020 Ruhi Türkyılmaz Sanatevi Şiir Ödülü’ne oy çokluğuyla layık görüldünüz. Taşradan alınan edebiyat ödüllerini nasıl buluyorsunuz? Bunların edebiyata ve şiire katkısı nasıldır sizce? Ödül ile ilgili ilk izleniminiz nelerdir?
Hayata durduğum yerden dolayı ödül kavramsalına bakışım çok sıcak olmasa da, aldığım bu ödülün ülkedeki en kıymetli jurilerden oluşmasından dolayı mutlu etti beni. Ama büyük anlamlar taşımak gereksiz elbet. Sonuç olarak juri demek erk demek. Bir güç seni seçiyor. Temelde karşıyım buna. Taşradan gelmesi çok cafcaflı ve ödülü kimin alacağı önceden belli olan metropol ödüllerinden çok daha anlam taşıyor yine de. Yerel ve taşradaki ödüllerin kendi içindeki sürekliliği ve geleneksellikleri açısından çok güzel izler bırakıyor insanda. Uzun senelerdir bu ödülü alan kitapları iyi bildiğim için kıymetini de anlıyorum.
edebiyathaber.net (12 Ekim 2020)