Tiyatrocu-yazar Zeynep Kaçar son oyunu 'Varolmayan Ayşe'nin Muhteşem Maceraları'nda klişelerin gelecek kuşaklara nasıl aktarıldığını gözler önüne seriyor.
Hep kadın temalı oyunlar yazmanız neden?
Kadın olarak kadınları anlatıyorum. Yazarlığa da yokluktan başladım aslında. Kadını anlatan oyun yok. Birkaç tane var ama onlar da kendi dönemlerini anlatmış. Bizim yaşadığımız çağdaki kadını anlatan hiçbir şey yoktu. 2000 yılından bahsediyorum. “Ben yazarım” dedim, mecburiyetten oldu yani.
‘Varolmayan Ayşe’nin Muhteşem Maceraları’nı yazarkenki çıkış noktanız neydi?
Bu yaşa kadar biriktirdiğim tüm öfkeler… Ama beni bu oyunda harekete geçiren bir soru oldu: Bir kadının, sıradan, sıkıcı bir kadının sıkıcı gündelik hayatından hareketle bir roman yazılabilir mi? Buradan yola çıkarak hiçbir maceranın, özel ruh halinin, uç durumun yaşanmadığı, sıradan bir hayatı yazdım.
Oyundaki genç kız Ayşe, annesinin monotonluğundan yaka silkiyor ama kendi çocuğu olduğunda o da tıpkı annesi gibi oluveriyor.
Bu yüzden oyunda annenin adı Ayşe, kızının adı Ayşe, onun kızının adı da… Çünkü bu kısır bir döngü. Ben anneyi oynuyorum, benim annem de bana aynı şeyi öğretmiş, ben de kızıma öyle öğretiyorum, sonra o da kızına aynı şeyleri öğretecek. Böylece hayatın tüm monotonluğu, klişeleri gelecek kuşağa aktarılmış olacak…
Klişeler deyince aklıma ilkokul kitapları geldi. Anne mutfaktadır, baba işe gidiyordur. Kız çocuk mutfakta anneye yardım ediyor ama oğlan çocuk top oynuyordur.
Ben biraz da oradan yola çıktım bu oyunda. Hatta o resimleri toplayıp üzerinde çalıştık. Daha küçücük yaşta saçma sapan kimlik algıları oluşturuluyor o resimlerle. Ayşegül kitaplarında da ‘Ayşegül Yemek Yapıyor’, ‘Ayşegül Küçük Anne’ gibi dehşete düşürücü şeyler var. Uçak maketi yapmıyor hiçbir zaman. Uçak maketi yapan bir sürü akıllı cin gibi kız biliyorum. Ellerinden alınıyor zorla.
Oyun bana“Hayatımı kim yönetiyor?” diye sordurdu.
Bütün oyunlarım bunu söylüyor: Soru sor! Sana söylenen her şey doğru mu? Kafanda tart. Gerekiyorsa isyan et. Sıradanlık, çoğunluk olmak kolaydır. Önemli olan ruhen azınlık olmak. Demek istediğim, yalnızlığı göze almayı ve sürekli uyanık olmayı gerektiren bir süreç. Sürekli size dayatılan şeyler hakkında soru sormak, sürekli kafanızda eksisini artısını tartmayı bilmekle ilgili.
İzleyici ne yorum yapıyor?
Genel olarak “Beni anlatmış” diyorlar. Daha genç olanlar da “Ben öyle olmayacağım” diyor.
Diyor musunuz onlara beş sene sonra gel, ne olduğunu görelim diye?
Yok (Gülüyor). 55-60 yaşındaki kadınlar çok eğleniyor. Onlar bütün aşamaları geçirmiş, kendileriyle dalga geçebiliyorlar ama 30-45 yaş arası biraz hüzün duyuyor. Çünkü çoğu istediklerini gerçekleştirememiş, ailesinin istediğini yapmış…
Peki erkekler için ne diyebiliriz?
Hep beraber bir bataktayız. Kapitalist sistem erkeği de köşeye sıkıştırmış durumda. Bizim asıl sorunlarımız cinsel kimliklerimiz. Erkek de olmak istediği insan olamıyor. Hiçbirimiz olamıyoruz. Herkes sürekli o toplumun dayattığı kimliklerle hareket etmek zorunda!
Türkiye’deki ortalama bir kadınla, erkeği nasıl tarif edersiniz?
Oğlan askerliği, kız üniversitede aşağı yukarı bir bölümü bitirmiş. İkisinin de ilerde zengin olmak hayalleri, kendileriyle ilgili düşünceleri var ama dünyayla ilgili bir düşünce geliştirmişler. Ne yiyeceğini, ne giyeceğini, ne seyredeceğini düşünen, kızın arada bir sosyal ortamlara karışmak istediği, oğlanın da evde futbol seyretmek istediği 25 yaşından 80 yaşına kadar böyle yaşadıkları, bir ara emekli olup kötü bir yazlık ev alıp orada süründükleri ortalama bir dünya aslında. Sürekli birbirlerine baskı yaptıkları, anne babalarından gördükleri baskıları bir sonraki nesle ısrarla aktardıkları bir düzen.
‘Varolmayan Ayşe’nin Muhteşem Maceraları’, bu akşam 20.30’da Maya Sahnesi’nde 21 Mart’ta da Oyuncular Sahnesi’nde.
Yazan: İpek İzci – Radikal (07 Mart 2012)