“Onlar güçlünün her zaman güçsüzü ezdiği bir dünyada kurallara uyan değil kural koyan olmak istiyorlar.”
“Onlardan Biri” Zoran Drvenkar’ın 2002’de yazdığı ve Almanya’daki sokak çetelerini anlattığı romanı. (Romandan bir parça okumak için tıklayınız.)
Yazarın romanını sadece polisiye-macera diye tanımlamak yeterli olmayabilir. Çünkü Drvenkar’ın kaygısı sadece gerilimin dozunu artırıp okurunun sabırsızlığını körüklemek değildir. O, okuyucunun ayrıntıları fark etmesini de ister. Gençleri Berlin sokaklarında uyuşturucu, soygun, cinayet ve şiddete götüren nedenleri anlamamız için yazmış gibidir bu romanı. Anlattıklarıyla, kahramanlarının arka bahçesine bakmamızı sağlar. Bu şekilde, onların yaşadıklarının kaynağını görebiliriz. Anlatıdaki kahramanlar için evleri, sığınak olmaktan çıkıp hayatın önünü tıkayan koca bir engele dönüşmüştür. Sokaklarda yarattıkları ve yaşadıkları şiddetin arka planında “ev halleri” de vardır.
Roman, bir cumartesi gecesi yaşananların Jasmin’in gözünden anlatılmasıyla başlar. Bu gece, Partisan adında çoğunlukla Yugoların (Yugoslav göçmenleri) gittiği bir diskonun önünde duranların başka bir çete tarafından taranmasıyla sonlanır. Yazar, romanını “Çarşamba & Perşembe”, “Cuma”, “Cumartesi, Pazar& Pazartesi” olmak üzere üç bölümde toplamış. Anlatıda olayların düğüm bölümüne evrilmesi ve çözülüşü “Geçen Cuma” adlı prolog ve “Geçmiş Cuma Gecesi” adlı epilogla anlatılıyor. İlk bölümde Partisan’ın taranmasına karışan gençler “Cengiz, Bukle, Marco, Kollok” tanıtılırken Yugolardan Krca’ya yer verilmesiyle yaşananların diğer cepheden nasıl algılandığı atlanmamış olur. “Cuma” adlı ikinci bölümde Jasmin’in öldürülmesinden az önceki anlara tanık oluruz. Son bölümdeyse cinayetle birlikte kahramanların içlerinde yarattıkları düğümler de yavaş yavaş çözülür. Yazarın kurgusunda baştan sona ustalıkla ilerlediğini, olay örgüsünü geridönüşlerle tıpkı bir yapboz gibi tamamlarken beklenmeyen sonla okurunu şaşırttığını söyleyebiliriz.
Drvenkar, romanda Berlin’deki sokak çetelerine ayna tutarken “popüler olmak ve ezilmemek için güçlü olmalısın” anlayışına dayanan eril kültürü ve bu kültürün içinde olan ya da olmak zorunda kalan on beş yirmi yaş arasındaki erkekleri anlatıyor. Okula gidenlerin bunu sadece yasak savmak adına yaptığı, içki, sigara, uyuşturucu gibi alışkanlıkları olan bu gençlerin soygunlara karıştıkları, sürekli birbirleriyle kavgaya giriştikleri sokaklar. Güçlünün her zaman güçsüzü ezdiği bir dünyada kurallara uyan değil kural koyan olmak istiyorlar. Bunu da kurallara uyma, disiplin, çalışma, otoriteye saygı gibi resmi toplumsallaşma kalıplarıyla değil kendi yöntemleriyle yapmaya çalışıyorlar. “Sayısız sürtüşmeye ve kavga dövüşe rağmen şu anda burada oturuyor ve Tadi’nin şu lanet çetesini bırakıp yanına gelmesini bekliyorsun. Şu ünlü göt korkusu var ya senin sorunun bu işte. Uzili küçük gösterin politik anlamda, salaklıkta aşılması olanaksız, müthiş bir eylemdi. Korku. Korku salmak istemiştin, üstelik işe yaradığını da biliyorsun. Ne var ki ortaya çıkan korku iki yöne doğru işliyor.”(s.150)
Romanın en önemli kahramanlarından biri olan Cengiz, Türkiye’den Almanya’ya göçen beş çocuklu bir ailenin on beş yaşındaki oğludur. Birçok göçmenin yaşadığı sorunları onlar da yaşıyor. Metropolde yaşamayı bilmeyen, kültürsüz, hırsız, uğursuz, kötülüğün kaynağı olarak görüldüklerinden ya sinip kendi içlerine kapanarak korunmayı tercih etmiş ya da kendilerini böyle görenlere kinleri daha da bilenmiş. Cengiz de öfkesini şiddete yöneltenlerden biri. Evde başka dışarda başka yaşıyor, evde konuştuğu dili, dışarı çıkınca unutuyor. Çetenin lideri Marco’nun diskonun taranması önerisini soğukkanlılıkla yerine getiriyor çünkü bu, çeteye “onlardan biri” olduğunu kanıtlamak için iyi bir fırsat. Arkadaşlarının ona “Türk” diye hitap etmesine tahammülü yok. Babası Moğol, bu yüzden kendisine Moğol denmesini istiyor. Çoğu kez Türk olduğu için aşağılanmış, öyle ki Yugolara olan öfkesinin ardında bu yatıyor. “Senin için ikiyüzlü itlerden farkları yok, yalancı ve kurnazlar. Bir keresinde onlardan dördü seni sıkıştırmıştı, Lietzen Gölü’nün orada. Bıçaklarıyla seni tehdit etmiş, sana kanak ve Müslüman domuzu diye küfür etmiş, sonra da kızlarına bir daha bakmamanı söylemişlerdi.” (Kanak, Almanya’da yabancılar özellikle de Türkler için kullanılan argo bir terim) (s.91)
Matthias yani arkadaşlarının ona saçından ötürü taktıkları isimle “Bukle.” Cengiz’le aynı yaşlarda. Partisan’ın taranması ve Jasmin’in öldürülmesinden sonra yaşananlar onları birbirine yaklaştırıyor. Annesiyle birlikte yaşayan Bukle yaşından beklenmeyecek olgunlukta; çünkü annesini belirsizlik içerisinde bırakıp giden, bir daha da aramayan bir babaya ve eski eşini cezalandırmak için sürekli intihar etme fikriyle yaşayan bir anneye sahip. Bu hastalıklı ilişkilerin kendisini gün gün tükettiğinin farkında, ama kurtulmak için biraz sabretmesi gerektiğini düşünüyor.
Marco, diğerlerinden yaşça büyük, çetenin lideri. Bencil ve korkak. Bu özellikleri liderliğiyle çelişse de cinayetten sonra ondan beklenmeyecek bir vicdan muhasebesine giriyor.
Anlatı boyunca, yazarın kısa ve devrik cümlelere sıkça yer vermesi, hitap ettiği yaş grubunun ritmine ayak uydurduğu hissini uyandırıyor. Drvenkar, bu yaş grubuna sokağın dilini kullandırırken de oldukça başarılı. Yugoslav argosunda kullanılan sözcüklere dipnotlarda açıklık getirmesi ise iyi bir saha çalışması yaptığını gösteriyor.
Romanda bu kahramanların dışında Kollok, Krca ve Jasmin’e de yer veriliyor. Hepsi bir biçimde doğru ve yanlışa ilişkin değerlerin alt üst olduğu sokaklarda var olma mücadelesi veriyor. Berlin’in sadece Berlin olarak anlatıldığı bu sokaklarda tutunmaya çalışanların hikâyelerini merak edenlere…
Sibel Doğan – edebiyathaber.net (3 Temmuz 2012)