Bakıp görmemiş, görüp anlamamışım
Gece Güzelliği, affınıza sığınarak söylüyorum “edebiyatımızın hapsolduğu fanusu küçük bir dokunuşla paramparça edebilecek işaret fişeklerinden biri” gibi saçma yorumlara ihtiyaç duymayan bir kitap. Sade ve sadece kendi yayınevinin kitabını göklere çıkarmak için yırtınan insanların yerin dibine soktukları Türk Edebiyatının aslında ne kadar kuvvetli kalemlere sahip olduğunun da işareti bir bakıma; kapağıyla, kokusuyla, insana verdiği yüklü hüznüyle Gece Güzelliği.
Kitabın yazarı aldığı ödüller ve yayınlanan eserlerinin kalitesiyle kendini kanıtlamış biri; Onur Caymaz. Kendisinin de kitabın sonunda belirttiği gibi çevresindeki olaylardan esinlenen Caymaz, gerekli ayrıntıları kurguyla bütünleştirip gayet hoş metinler çıkarmış ortaya. Bu metinleri şahsım adına çekici bulmamdaki bir diğer özellik ise yazarın “Hikâyeler, onlara…” diye başlayan arka kapak yazısı. Fikrimce özgüvenini “Belki de hikâyelerimi hiç okumayacak olanlara.” diye bitirişinden kolaylıkla anlayabiliriz. Caymaz’ın bu kendine has duruşunu yadsımamak lazım, çünkü ortaya çıkardığı çalışmayla gerçekten de kitabını ithaf ettiği kalabalıkları her yönüyle eksiksiz bir biçimde betimlemiş.
Kitaba adını veren Gece Güzelliği’nden bahsetmek gerekirse bu öykü aslında bir çok yönden novella özelliğini de taşıyor. Zira kitabın üçte birini kaplayan bir hacmi var. Öykü, aşkı hem de en acımasızından imkansız bir aşkı anlatıyor. Çoktan işlenmiş bir cinayetin ertesinde katilin, maktülün soyut varlığına nüfuz edişine şahit oluyoruz. Öykü ilerledikçe farkediliyor ki aslında bizim hiç de uzak olmadığımız bir olay anlatılıyor. Belki de günaşırı, gazetelerin üçüncü sayfalarından okuduğumuz sıradan gazino cinayetlerinden biri. İşte tam da bu noktada yazarın kalemi devreye girmiş olacak ki bize anlatılan, sıradan bir cinayetten çok ama çok ötesine gidiyor. Gece Güzelliği, sizi alıp insafsız bir duygunun mahpusu ve zaten yıkık bir ömrün celladının gözlerinden bakmanızı sağlıyor olaylara.
Üçüncü sayfa demişken Üçüncü Sayfa isimli apayrı bir öykü de var bu kitapta. İtilip kakılmış çocukluğuyla cebelleşen Binali anlatılıyor. Kahramanın zoraki girdiği çiçekçilik işinde bile kendine bir yer edinemeyişi, yazarın sınıfsal eleştirisiyle birlikte incelikli bir biçimde işlenmiş.
Üvey isimli öyküyse zamanımızın biraz öncesinden tutup çekiyor narin bir kızı. Kendisini “Boşnak” diye aşağılayan cici annesinden kaçıp gerçek annesine giden ama burada da artık sahiplenilmediğini gören üveyin hayata atılışına tanıklık ediyoruz.
Ancak bu kitapta benim en çok beğendiğim öykü Eau de Cologne; bir esansla çocukluğuna dönen genç bir kahramanın hikayesi. Geçmişin(iyi ya da kötünün), ne kadar unuttuğumuzu düşünsek de kendini her küçük fırsatta hatırlatacağının ve peşimizi asla bırakmayacağının anlatısı Eau de Cologne. Düşününce, minicik bir esintide gelen kokunun ya da rafta yıllarca öksüz kalmış eski bir kitabın ne çok sakladığı şey var aslında. Uzun sözün kısası, bu hikâye duyularımız ve anılarımız arasındaki güçlü bağı hüzünlü bir şekilde anlatıyor bizlere.
Kitabı okuyanların kolayca farkına varabileceği gibi, Caymaz’ın öyküleri sahici dünyanın silik kahramanlarından rafine edilmiş ve önümüze sunulmuş. Metinlerin yaydığı garip hüznün ana sebebi de bu aslında. Bütün öykülerin büyük bir dikkatle ince ince dokunduğu aşikâr. Bunu, kitabı bitirdikten sonra aldığım doyurucu hazdan rahatlıkla anlayabildim.
“Acı çekmeyen niye(neyi) yazsın ki” dediğini hatırlıyorum. Anlaşılan o ki Caymaz melankoliyi sadece yaşamakla kalmıyor, bunun okuyucusuna sirayet etmesini de lezzetli Türkçesiyle başarıyor.
İyi okumalar!
Onur Işık – edebiyathaber.net (23 Şubat 2011)