“Onur Ünlü’nün romanını nasıl buldunuz?” | Onur Uludoğan

Aralık 5, 2019

“Onur Ünlü’nün romanını nasıl buldunuz?” | Onur Uludoğan

I

Onur Ünlü, başta sinema olmak üzere elini attığı her alanda farkını ortaya koyabilen sanatçılardan.

2000’li yılların başında Ah Muhsin Ünlü adıyla, şiirlerini kendi olanaklarıyla kitaplaştırdığında, kitap elden ele dolaşmış ve kendi çapında bir okur kitlesi edinmişti. Gidiyorum Bu, adını taşıyan kitap kısa süre içinde kült statüsüne erişti, ikinci baskısı Sel Yayıncılık tarafından yapıldı ve 2019 itibariyle neredeyse otuz baskı yaptı.

Yönetmen Onur Ünlü ile tanışmamız ise 2007 tarihli Polis filmi ile olmuştu. Polis’in ardından gelen ve Polis ile akrabalık ilişkisi kurabileceğimiz Güneşin Oğlu ile Onur Ünlü, sinemasına dair genel çerçeveyi ortaya koymuştu.

Beş Şehir ile festival jürisine ve izleyicisine de kendini kabul ettiren Ünlü, Leyla İle Mecnun dizisi sayesinde bir yandan daha geniş kitlelere ulaşabilmiş diğer yandan da dönemin ruhuyla uyumlu bir mizah anlayışını birçok farklı kesimden insana ulaştırmayı başarmıştı.

İlerleyen zamanda, Celal Tan Ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi (2011); Sen Aydınlatırsın Geceyi (2013) ve İtirazım Var (2014) gibi sıra dışı ve benim oldukça başarılı bulduğum filmler ile seyirci önüne çıkmıştı.

2014’ten sonra, vizyona alternatif olan filmlerin gösterim imkânlarının daha da daralması nedeniyle Onur Ünlü filmlerini seyretmek daha da zorlaştı. Filmleri ya çok kısa süreli vizyon şansı bulabildi ya da hiç gösterime girmedi. Buna rağmen Onur Ünlü arka arkaya birçok filme imza atmayı başarabildi.

2017 tarihli Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok’u ortalama bir film olarak değerlendirebiliriz. Yine 2017 tarihli Cingöz Recai’yi ve 2018 tarihli Gerçek Kesit: Manyak’ı ise Onur Ünlü sineması içinde başarısız örnekler olarak niteleyebilirim.

Put Şeylere (2017); Kırık Kalpler Bankası (2017) ve Topal Şükran’ın Maceraları (2019) ise seyredemediğim Onur Ünlü yapımları.

Bütün bu filmlerin yanı sıra 2017’de Alper Kırklar’ın Onur Ünlü ile yaptığı nehir söyleşi kitabı Bir Sürü Endişe, yayımlandı. Ayrıca, 2019 yılında Ünlü, bir stand-up gösterisi de yapmaya başladı.

Bu yoğun üretim süreci içinde, son olarak, Onur Ünlü’nün ilk romanı Kızçocuğu yayımlandı.

II

 Birisi bana, “Onur Ünlü’nün romanını nasıl buldun?” diye soracak olsa, kestirmeden vereceğim cevap, “filmleri gibi” olurdu.

Onur Ünlü de zaten, çeşitli yerlerde yayımlanan röportajlarında Kızçocuğu’nun ilk olarak bir film projesi olarak ortaya çıktığını söylüyor. Bu konudaki en detaylı açıklama, Adalet Çavdar ile yapılan ve Cumhuriyet Kitap’ın 1543. Sayısında yayımlanan söyleşide verilmiş:

“Blu TV yayın hayatına ilk başladığı zamanlarda beni aramışlardı, artık rahat bir platform kuruyoruz yaz bir şeyler diye. Kafamda bir şey var yazayım ama sert olur dedim, olsun yaz dediler, yazdım, sert olmuş dediler. Yazar bir arkadaşım var Mustafa Mutlu onunla beraber çalışmıştık, senaristtir o, hikâyeler yazar. Kızçocuğu’nun senaryo taslağını, ardından da bir iki bölümünü yazmıştık. Sonra olmadı o iş, elimizde kaldı. Acaba roman olur mu dedim, çalışmaya başladım, roman yazmak gibi bir tecrübem de yoktu, olur mu diye denedim.”

III

Kızçocuğu’nun arka kapağında, büyük puntoyla “bir intikam hikâyesi” ifadesi yer alıyor.

Kitapta, 12 yaşında tecavüze uğrayan Ayşe Şekeryan’ın intikam peşinde koştuğu dönemde yaşadıklarını okuyoruz.

Tecavüzcüsünün peşinden koşan bir çocuğun öyküsü aracılığıyla; insanın insana uyguladığı zulümden başlayarak, kadına uygulanan şiddete, kaçak göçmenlere, yozlaşmış devlet kurumlarına kadar, kısacası içinde bulunduğumuz dönemin barındırdığı tüm çürümüşlükle yüzleşmemizi sağlayan bir romanla karşı karşıya kalırız.

Onur Ünlü; romanın bu sert içeriğini, yönetmenin filmlerine aşina olan okurların tahmin edeceği gibi, absürt mizahla, fantastik unsurlarla ve grafik şiddet içeren satırlarla zenginleştirmiş. Bütün bu unsurlar, yazarın kolay okunan üslubu ile de birleşince ortaya kimi zaman sinirlenerek kimi zaman da gülümseyerek okuduğumuz bir kitap çıkıyor.

Onur Ünlü, 5 Ekim 2019’da yayımlanan Oya Çınar söyleşisinde, “Bektaşi geleneğinde ‘Acıyı bal eylemek’ diye bir şey vardır. Bu bir kaçış değil, aksine üzerine gidiştir. Lanet bir acı çekersin, fakat bunu göğsünde yumuşatarak oradan hayat ve kendinle ilgili bir bakış çıkarırsın. Ben felakete, şiddete, acıya ve zulme karşı direnme biçimi olarak mizahı kullanıyorum.” diyerek Kızçocuğu’nda yer verdiği mizahın bilinçli bir tercih olduğunu vurgulamış.

Ayşe Şekeryan, henüz bir çocuk olarak sunulsa da Onur Ünlü’nün zihnini kurcalayan sorunlara, düşüncelere ve eleştirilere sözcülük etmek üzere yaratılmış bir kahraman. Ünlü, bir çocuğa bunu yaptırabilmek için biraz kolaycı bir yolu tercih etmiş ve kahramanını “dahi” bir çocuk olarak yaratmış.

Bu sayede Ayşe Şekeryan; binlerce kitap okumuş, film izlemiş, dinler tarihi üzerine derinlemesine düşünmüş, topluma ve dünyaya eleştirel bir noktadan bakmayı öğrenmiş ve zihin süzgecinden geçirdiği fikirlerini bizlere anlatabilmiş.

IV

Onur Ünlü, Polis’ten başlayarak kendi sinema evrenini adım adım kurmayı bilmiş yönetmenlerden. Birbirinden çok farklı filmler çekse de yönetmenin tüm filmlerini Onur Ünlü Evreni’nde geçen yapımlar olarak değerlendirebiliriz.

Bu evrende, imkânsız diye bir şey yoktur. Olaylar en absürt mizah ile en zorlu şiddet sahneleri arasında gider gelir ve bu anlatım biçimi fantastik unsurlarla desteklenir. Kızçocuğu, bu yönüyle Onur Ünlü’nün tüm filmleri ile bağ kuran bir romandır. Bununla birlikte, Celal Tan Ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi; Sen Aydınlatırsın Geceyi ve İtirazım Var filmleri Kızçocuğu hakkında yazarken özellikle vurgulanması gereken eserler.

Sen Aydınlatırsın Geceyi, her yaşayanının ayrı bir süper güce sahip olduğu ancak bu güçlerin ulvi amaçlar için kullanılmaya gerek kalmadığı bir kasabada yaşananların anlatıldığı bir filmdi. Filmi izlemeye başlayıp kahramanlarla tanıştığımızda filmin kendi gerçekliğini de kavrar ve yaklaşık iki saat boyunca, olup bitenleri filmin alternatif gerçekliği içinde değerlendiririz. Senaristin bu tercihi filmin; çocukluk travmaları, kasaba hayatının bunaltıcılığı, saplantılı aşk, yalnızlık ve erkek şiddeti gibi konularda iletmek istediklerini daha belirgin kılma işlevinin yanında, siyah beyaz ve oldukça durağan seyreden filmin izlenirliğini de artırma işlevi görür.

Kızçocuğu’nu okumaya başladığımızda da toplumcu gerçekçi olan romanlarda pek aşina olmadığımız alternatif bir gerçeklik dünyasında olduğumuzu hissederiz. Bu alternatif dünyada Ayşe Şekeryan, bir anda Peter’in dilini konuşmaya başlar, İslam tarihinden tutun da emek-sermaye çelişkisine, sinema tarihine kadar onlarca farklı konuda paragraflar boyu süren nutuklar atar, kendisi gibi çocuklarla bir intikam çetesi kurar. Şişli’den Karacaahmet Mezarlığı’na koşarak gider, insan kaçakçılarıyla dövüşür, bir anda çok para bulur bir anda kaybeder vs.

Tüm bu gerçeklik düzlemi içinde, Ünlü’nün de söylediği gibi, “sert” bir roman okuruz. Bu sertlik, hikâyenin geneline yayılan alternatif gerçeklikle birleşince romanı, bu tür romanların kolaylıkla içine düşebileceği didaktik olma yanlışından korur.

V

Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi ve İtirazım Var filmlerini bozuk paranın iki yüzüne benzetirim.

Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi, bir yanıyla, beyaz Türk diye adlandırılan, orta sınıf seküler kesimlerin eleştirisi olarak izlenebilir. Diğer yandan da aile kurumunun çürümüşlüğünü gözler önüne seren bir yapısı vardır. Tüm bunların yanında, mizahi unsurları elden bırakmayan bir cinayet filmi izleriz.

İtirazım Var ise, Türkiye’nin son yirmi yılında iyice görünür olmaya başlayan, din istismarcılarını sert şekilde eleştiren bir filmdir. Geleneksel imam profiline aykırı bir kahraman üzerinden, ciddi dini ve sosyolojik çözümlemeler yapılır ve kanımca iki binlerin Türkiye’sini anlayabilmek adına tekrar tekrar izlenmesi gereken bir film ortaya çıkar. İtirazım Var ayrıca iyi bir polisiye örneği olarak kabul edilebilir. Birçok noktası kara film geleneğiyle örtüşür ve tabii ki bu film de Onur Ünlü mizahını bol bol barındırır.

Kızçocuğu; aile kurumuna getirdiği eleştirel tutum, çakma muhafazakârların çelişkili yaşamları, ısrarla üstü örtülmeye çalışılan çocuk tecavüzleri, kaçak göçmenlerin yaşamları, azınlıklar üzerindeki baskı ve insanın parayla olan sınavından bir türlü geçememesi üzerine çok şey söyler ve roman bittiğinde yukarıda adlarını andığım üç filmin yanına eklemlenen dördüncü bir sanat eseri olarak yerini alır.

VI

Romanın anlatıcısı Ayşe Şekeryan, roman boyunca tecavüzcüsüne seslenir. Bu nedenle çoğu bölümde “sen” zamiri içeren cümleler okuruz. Onur Ünlü’nün bu tercihi, kitabı okuyan okurda doğrudan kendisine seslenildiği yargısı oluşmasına neden olur. Zaman zaman romanı aksatan bir tercih olsa da işlenen tüm suçlarda, en azından sessiz kalarak, bizim de payımız olduğunun vurgulanması açısından bu ince detay güzel düşünülmüş.

Kızçocuğu, doğrusal anlatıma sahip değil. Tüm yaşananları, Ayşe’nin oldukça karışık olan zihin dünyasındaki gibi, bir oraya bir buraya sıçrayarak okuruz. Bu tutum, özellikle başlarda okuma deneyimini zorlaştırsa da ilerleyen bölümlerde, alışan okurun zihni, tüm parçaları birleştirebilir. Ayrıca, Ünlü’nün bu tercihi romanın sinematografik yapısını destekler niteliktedir.

Onur Uludoğan – edebiyathaber.net (5 Aralık 2019)

Yorum yapın