Orhan Pamuk geçtiğimiz Cumartesi günü İstanbullu okurlarıyla Anadolu yakasındaki Caddebostan Kültür Merkezi’ nde buluştu. Moderatörlüğünü Erkan Irmak’ ın yaptığı söyleşi edebiyat sahası dahilinde gerçekleştirildi.
Edebiyat, roman, tuhaflık, hayat gibi konu ve temaların ele alındığı sohbet, yazarın tüm eserlerini, birçok alana ait bakış açılarını ve yaşamını da içine alacak kadar genişti. Mevzular derindi. Dünya yazarı Nobel ödüllü Orhan Pamuk içtendi, mütevaziydi, espriliydi…
Orhan Pamuk’ un altı yıl üzerinde çalıştığı romanı ‘’Kafamda Bir Tuhaflık’’ aralık ayında çıkmasına rağmen üçüncü baskıyı gördü. Bu kitap yazarın ‘’kısa sürede en fazla baskı yapan eseri’’ olma özelliğini taşıyor.
Yazar, ‘’Kafamda Bir Tuhaflık’’ romanında ilk kez uygulamış olduğu düşünülen karakterlerin ve anlatımın bakış açısı tekniğini sanılanın aksine daha önce ilk kez ‘’Benim Adım Kırmızı’’ ve ‘’Sessiz Ev’’ romanlarında da uyguladığını belirtti ve yöntemin aslında Amerikalı bir yazar tarafından keşfedildiğini açıkladı. Yazara göre bu yöntem romana inandırıcılık katıyor.
Bu arada romanın ustasından, romanda görüş açısını henüz 1878 yılının sonunda Tolstoy’ un ‘’Anna Karenina’’ yı yazarken kendi kendine keşfetmiş olduğunu da öğreniyoruz.
‘’Modern romanın ilk adımı buysa, ikinci adımı da zamanda sıçramalar yapmaktır.’’ diye düşünen Orhan Pamuk, ‘’Kafamda Bir Tuhaflık’’ ta konuları ve temaları geleneksel bir romandaki gibi kronolojik sırayla anlatmak yerine romanın dramatik iki yerinde konuyu keserek başa aldığını dile getirdi.
“Bu şekilde bakış açısı tekniği ve zamanda sıçrama tekniği bir araya geldiğinde asıl romancılık başlar. Hikâyeyi dramlaştırmak önemli ancak herhangi bir hikâyeyi sadece anlatmak değil, anlatış şekli de önemli.’’
‘’Okurları uyanık tutmak için romandaki kahramanlar okurla konuşuyorlar. Bir kahraman sözü diğerinin ağzından alıp devam ediyor. Çeşit çeşit düzlemler var. Kahramanlar öznelliklerini koruyarak tiyatro sahnesindeki gibi davranıyorlar.’’ cümleleri yazarın son kitabının teknik özellikleri hakkında ipuçları veriyordu.
Yazarın kitaplarında ilk cümleler özeldi fakat ‘’Kafamda Bir Tuhaflık’’ ta böyle bir ilk cümle yoktu. Bu konu açıldığında yeri gelmişken Orhan Pamuk’ un konu hakkında verdiği sır ilginçti:
Eleştirmenlerin bile fark etmediğini söylediği, yalnızca o gün Kadıköylü okurlarıyla paylaştığı bu sır, ‘’Masumiyet Müzesi’’ nin hem ilk hem de son cümlesinde ‘’hayat, mutluluk ve dinmek’’ kelimelerinin geçmesiydi.
Ünlü yazara göre; ‘’Kitabın ilk cümlesinin özel olması ilkesinin üstadı, Gabriel Garcia Marquez’ dir. İlk cümle kitabın rayihasını ve dokusunu bize hissettirmelidir.’’
Romanın ruhunu yansıtması açısından son cümlenin de önemini anlatan yazar, ‘’Kafamda Bir Tuhaflık’’ ta Mevlut’ un son olarak kullandığı ‘’Ben bu âlemde en çok Rayiha’ yı sevdim. ‘’ cümlesinin çarpıcılığına değindi. Bu cümle gerçekten de okurun romanı, hem kafasında bir tuhaflıkla hem de boğazında bir düğümle, yutkunarak bitirmesini sağlayan bir cümleydi.
Bir kitabı yazmadan önce karar verdiği konuda sürekli araştırma yaptığını ve çok okuduğunu belirten Pamuk, ’’Kafamda Bir Tuhaflık’’ ı yazarken semtler hakkında yazılmış monografları ve megapolis sorunlarını okuduğunu belirtti. Bu romanı kaleme alırken melodrama sığınmak istemediğini itiraf eden yazar, roman boyu gecekondu ve varoş kelimelerini kullanmayacak kadar da hassas davranmıştı.
İstanbul’ daki gecekondu semtleri ve Nişantaşı arasındaki konuma ‘’Misafir misafiri istemezmiş.‘’ düşüncesiyle yaklaşan Pamuk, bu mütevaziliğiyle bir kez daha karşısındaki dinleyici topluluğunun hayranlığını kazanıyordu. ‘’Kafamda Bir Tuhaflık’’, dünya çapındaki bir yazara gecekondu semtlerini ve burada yaşayan halkı benimseten, sevdiren bir kitap olmuştu. Sanırım yazarın kendi ürettiği konu, kendi yarattığı kahramanlar bu kez onu da değişime uğratmıştı diyebiliriz.
Moderatör tarafından romanlarının kolay okunabilirlik ve anlaşılabilirlik yönünden iki farklı türde okuyucu fanı olduğu gerçeği dile getirildiğinde bunu samimiyetle kabul eden yazar, ‘’Kafamda Bir Tuhaflık’’ ın rahat okunduğuna bakmayın, basit bir roman değildir o.‘’ esprisiyle salonu kahkahaya boğdu.
Romanı, ‘’Roman sanatı, özellikle geç modernleşmiş ülkelerde millî bir sanattır.’’ diye tanımlayan Orhan Pamuk, ‘’Kim için yazıyorsunuz? ‘’ sorusuna ‘’’Cevdet Bey ve Oğulları’ döneminde Türk okurlar için yazıyordum; fakat romanlarımın çevirileri arttı ve artık çevrildiğim her dilin okurları için yazıyorum.’’ şeklindeki gerçeği ortaya koydu.
Bir dünya yazarı olarak ‘’Çeviriyle okuyan ülkenin yeni anlamlar keşfettiği edebiyata ‘dünya edebiyatı’ denir.‘’ cümlesiyle de bir arkadaşının yaptığı değerli bir tanımı okurlarıyla paylaştı.
Daha önceki romanlarında kadın karakterler konusundaki eksikliğini samimiyetle kabul eden yazar, erkek egemen bir toplumda kadınları yazmanın ahlâki bir şart olduğunu dile getirdi. ‘’Keşke bu sorunu daha önce fark edip yazsaydım.‘’ diyerek ‘’Kafamda Bir Tuhaflık’’ ta kadınların toplumda ezildiği, çalışmaya itildiği ve emeklerinin görmezden gelindiği gerçekleri yer alıyor.‘’ dedi.
‘’Bu romanımda artık ayağım yere basıyor ve ben yerli bir İstanbullu oldum! Alçakgönüllülüğe ulaşmayı içten bir şekilde bu romanımda öğrendim.‘’ sözleriyle büyük alkış alan yazar, söyleşinin başından itibaren hemen her cümlesiyle, tüm jest ve mimikleriyle bu gerçeği ispatlıyordu.
Evet, ‘’Kafamda Bir Tuhaflık’’ ı o yazmıştı fakat ‘’Kafamda Bir Tuhaflık’’ da ona çok şey kazandırmıştı. Sanırım burada yazarın eserini, eserinin de yazarını büyüttüğü, geliştirdiği gibi bir gerçeklik örneği söz konusuydu.
En sevdiği romanı sorulduğunda ‘’En sevdiğim romanım o anki ruh halime göre değişir.‘’ diyen yazar, ‘’İnsan yazdıkça da değişiyor. ’Kara Kitap’ ı yazarken başka bir insandım, şimdi başka bir insanım. Her kitabı yazarken o kitabın kahramanının kişiliğine bürünürüm. Ben ‘Kara Kitap’ ın en iyi kitabım olduğunu düşünüyorum. Dünya okurlarına göre ise ‘Benim Adım Kırmızı’ en iyi kitabım. ‘Masumiyet Müzesi, Kar, Kafamda Bir Tuhaflık’ ın da iyi olduklarını düşünüyorum.‘’ diye cevap verdi.
Kendisine göre en kötü kitabının hangisi olduğu sorusunu ise gülümseyerek ‘’ ‘Yeni Hayat’ başlangıcı zor bir kitap.’’ diye samimiyetle yanıtladı.
Anlattıklarına göre neyi öğrenmek istiyorsa onu yazıyor Orhan Pamuk. ‘’Her zaman on roman tasarım vardır. Bunların aralarına yeni yeni tasarılar da eklerim.’’ diyen yazar, okurlarına yeni bir romana başladığının müjdesini de verdi.
Birçok yazar gibi kendisine de sıklıkla sorulan ‘’Niçin yazıyorsunuz?‘’ sorusuna vereceği cevabı ‘’Babamın Bavulu’’ adlı kitaptan ‘’Neden Yazıyorsun?‘’ metnini okuyarak bitirdiğinde salon alkışlarla inliyordu. Biz bu cümleleri kayda geçirmeye çalıştığımız için alkışlayamazken tüm yazanlar adına alkışlarımız gönlümüzde koptu…
Neden yazıyorsunuz?
İçimden geldiği için yazıyorum.
Başkaları gibi normal bir iş yapamadığım için yazıyorum.
Hepinize çok kırıldığım için yazıyorum.
Gerçekliğe ancak böyle katlanabildiğim için yazıyorum.
Yalnız kalmak için yazıyorum.
Yalnız kalmaktan korktuğum için yazıyorum.
Bir odada tek başıma kalmak için yazıyorum.
Herkes benden bunu beklediği için yazıyorum.
Kütüphanedeki kitapların raflardaki duruşuna bir çocuk gibi inandığım için yazıyorum.
Tıpkı bir rüyada gibi gidilecek bir yere bir türlü gidemediğim için yazıyorum.
Bir türlü mutlu olamadığım için yazıyorum.
Mutlu olmak için yazıyorum…
Selva Trak Ulupınar – edebiyathaber.net (2 Mart 2015)