Dror Burstein’in Türkçeye çevrilen ilk kitabı Emile, Dedalus Kitap tarafından 2015 yılında yayımlandı. Yazarın kitaplarının çok sayıda dile çevrildiği ve “Emile”nin dünyada en çok okunan romanları arasında yerini aldığı düşünülürse Türkçe okuyucu için bu ilk tanışmanın gecikmeli olduğu bile söylenebilir.
Kitabın arka kapak yazısında Emile’yi “evlat edinmiş dul bir erkeğin,” Yoel’in başından geçenleri odağında tutan bir anlatından söz edilir. Oysa iç içe geçen zaman ve karakterlerin öyküsünü anlamak için Yoel çok da yalnız değildir. Bunun için kitabın ilk sayfasını okumak yeterlidir. Roman, Yoel’in karısı Leah’in, küçük, sevimli burnu ve sessiz nefes alışıyla Emile’yi diğer çocuklar arasından nasıl seçtiklerinin anlatısıyla başlar.
“Emile” adı, bir çocukluk anlatısı olarak Jean-Jacques Rousseau’nun Emile’sini aklınıza düşürebilir. Pek çok nedenle Burstein’in Emile adlı oğlu, Rousseau’nun kurgu pedagojisinden farklıdır. Yine de bir isim benzerliğinin ötesine geçmeyecek bu adaşlığı, yazarın çokça başvurduğu absürdlük denemesine de yorabiliriz. Emile yetişkin bir çocuk olarak Yoel’in hayatındadır. Eser pedagojik olmasa da yetimhaneden sahiplenilen bir çocuğun hikâyesindeki kaygıyı, okuyucuya da yükler. Emile’nin çocukken resmettiği, çizdiği şeyler; anlaşılmayı bekleyen şifreli not gibi kitapta yerini alır.
Burstein, anakronik bir yaklaşımla roman karakterlerini biçimlendirirken kırılgan bir coğrafyanın inceliklilerini anlatma gayreti taşır. Yazar, Emile’nin gerçek anne ve babasının isminden, romanın sonuna kadar “[ ] ve [ ]” şeklinde söz eder. “Şehir” diye bir karakter vardır ki; hikâyenin kâinatı gibidir. Evren, donmuş balık sürüleri, ani iklim değişiklikleri, meteorlar; bunlar “Şehrin” içinde kurdele parçaları gibi salınır. Bu “Şehir” zaman zaman Nachmani, Balfour sokakları, Tel Aviv’dir; bazen de “trafik mühendisi” Yoel’in üst geçit ve kavşakları yaptığı bir uzamdır.
Yoel, Shlomo Artzi’nin “Haunted” şarkısı ile okuyucuyu sofrasına davet etse de Ortadoğu’nun lanetini nasıl paylaştığımızdan söz eder. Tüm bunlar Yoel’in, karısı Leah’in apansız bir asansör kazası sonucu ölümüne tuttuğu yası hatırlatan sarkaçlı bir saat gibidir. Bu lanet, yolda, bakışta, yasta yakamıza musallattır. Omzunuza dokunularak para uzatılan bir minibüsün şoförünün camdan dışarı tükürmesi, Dreyfus gibi utanç verici olabilir. Aynı şoför, karşıdan karşıya geçen yarı kör bir kediyi, askerken gördüğü Moshe Dayan’a benzetebilir. Tüm bunlar geri dönmeyecek bir zamanın sahte utancını, yalancı özgüvenini hepimize sandığımızdan daha büyük bir cömertlikle bağışlar. Kasvetli bir sezgiyle kederli bir düşünce doluşur zihninize. Yoel ve Leah’in yetimhaneden aldığı “kahverengi tenli” çocuğa duyduğu kaygı, Ortadoğu’nun bağrında yabanıl bir anlayışsızlıkla, yüce gönüllü bir hatayla harlanır da harlanır. Aslına bakarsanız bu kaygı, belki de akla daha iyi bir şey gelmediğinden yaşanıyor olmasıyla oyalayıcıdır. Böylelikle Burstein, Emile ile yarattığı edebi bir o kadar da politik illüzyonla, en zor coğrafyalarda dahi doğacak muhtemel şanslara göz kırpmamızı sağlar.
Yonca Güneş Yücel – edebiyathaber.net (9 Ekim 2017)