Modernleşme, köklü ve geniş etkisi olan, toplumun genelini kapsayan Batı kökenli değişimlere verilen addır. Bu değişimler insanların yaşamlarında ve siyasette çok etkili olmuştur. Modernleşme ile birlikte köyden kente göç, kentlerde nüfus artışı, teknolojide gelişme ve köklü dönüşümler, okur-yazar oranında çoğalma, toplumun siyasetle daha ilişkili olması gibi değişimler görülmektedir. Her toplum modernleşmeyi kendine göre yorumlayabilir. Batı medeniyetlerinde ortaya çıkan, daha sonra Osmanlı, Rusya, İran ve Japonya gibi ülkelerde görülmeye başlanan modernleşme hareketleri her toplumda farklı biçimlerde görünür olmuştur.
İlber Ortaylı bazı metinlerinde bu konuya dikkat çekmiş ve Osmanlı ve Rusya’da modernleşmenin asker, İran’da din, Japonya’da ise gelenek temelli olduğunu belirtmiştir. Batıda aşağıdan yukarıya doğru olan modernleşme hareketi Doğu ülkelerinde yukarıdan aşağıya doğru olmuştur. Batıda halk bunu istemiş ve çok büyük acılar yaşamıştır. Bizim de içinde yer aldığımız ülkelerde ise siyasetçiler halkın modernleşmesini istemiştir. Atatürk’ün cumhuriyeti ilan etmesi buna örnektir. Fuat Keyman ise modernleşme hareketlerinin her toplumda aynı şekilde olmamasının iyi ya da kötü olarak değerlendirilemeyeceğini belirtmiştir. “Modern toplum, geleneksel tarım toplumundan daha üstün bir toplum değil, sadece farklı bir toplumdur.” cümlesi bu gerçeği vurgulamaktadır. Sürekli bir değişim isteyen modernleşme hareketi bireylerin tarih, din ve gelenekle ilişkilerinde sürekli problemler üretir. “Modernleşme, sistemli ve belirli bir düzenliliği, karşılıklı bağımlılığı yaratır.” ifadesi ise modernleşmenin, kişilerin değil bütün sistemin, insanların düzenli ve etkili bir şekilde ilişki kurmasının gerektiğini gösterir. Aynı kurallara uyan, benzer kıyafetler giyen, kentlerde yaşayan eğitimli insanlar işte bu bağımlılığın sonucudur. Modernleşemeyen geleneksel toplumlarda çok açık farklılıklar görülür. “Keza, geleneksellik biraz renklilik anlamına gelir.” sözü de tam olarak bunu ifade etmektedir. İstanbul’da yaşayan insanların benzer giyim tarzlarına karşılık Anadolu’nun değişik yörelerinde farklı kıyafetlerin görülmesi bu tespiti kanıtlar.
Osmanlı’da modernleşme hareketini II. Mahmut’un Yeniçeri Ocağını kapattığı 1826’ya kadar geri götürebiliriz. Tanzimat Dönemi’nde Sadullah Paşa, Cevdet Paşa gibi devlet adamları da değişimin gerekli olduğunu ifade etmişlerdir. İlber Ortaylı, bu değişimlerin pozitif bilimlere duyulan merak yüzünden değil askeri zorunluluk yüzünden yapıldığını ifade etmiştir. Tıp, maliye ve siyaset gibi alanlarda yapılan bütün değişimler kötü gidişe dur demek içindir. Matbaa getirilmiş ama kitap basılmamıştır. Halk tarafından bu değişimler talep edilmemiştir. Değişim ve dönüşümler Batıda olduğu gibi hukuki ve felsefi bir temele dayanmamaktadır. İdarecilerin isteğiyle yapılan bu değişim hareketlerinin günümüzde bile tartışılıyor olmasının sebebi de budur. Halk bunun için İngiltere’de ya da Fransa’da olduğu gibi acı çekmemiştir. Osmanlı halkının tartışmadan, içsel eleştiri yapmadan, bir sözleşme mantığı üretmeden bu değişimleri zorunlu olarak kabul etmesi Fuat Keyman’a göre bizim modernleşmemizin en büyük sorunudur. Toplumsal eleştirinin yoğun olduğu eserlerin geri planda kalması da Türk toplumunun modernlik üzerine düşünmesine engel olmuştur. Buna Reşat Nuri Güntekin’in Yaprak Dökümü adlı romanı örnek verilebilir. İlber Ortaylı kitabın tiyatroya aktarılmasının toplumda modernlik ve çarpıklık üzerine bir tartışma yarattığını ifade eder.
Osmanlı ile başlayan modernleşme süreci değişen ve dönüşen toplumsal yapılarla birlikte daha iyi yaşam arzusu var olduğu sürece devam edecek gibi görünmektedir.
edebiyathaber.net (28 Ağustos 2020)