“Dünyayı bugünkü durumuna getiren nedir, bilir misin? Yarım işler, yarım konuşmalar, yarım günahlar, yarım iyiliklerdir.”
Zorba, Nikos Kazancakis
Osmanlı Devleti’nin son dönemi, milliyetçi görüşlerin güç kazanmaya başlamasıyla isyanlara ve kaotik olaylara sahne olmuştu. Bu isyanlardan bir kısmı Girit’te uzun bir süre baş göstermişti. Çağdaş Yunan Edebiyatı’nın en önemli yazarları arasında yer alan Nikos Kazancakis 18 Şubat 1883’te, isyanların zirve yaptığı bir dönemde Osmanlı Devleti’ne bağlı olan Girit’in Kandiye ilinde dünyaya gelir. İlk ve orta öğretim yıllarında burada yaşayan Kazancakis, 1902 yılında Atina’da hukuk eğitimi almaya başlar. Ailesinin sosyoekonomik durumu vasatın üzerinde olduğundan iyi bir eğitim alabilen Kazancakis, hukuk eğitiminden sonra felsefe eğitimi almak üzere Paris’e gider ve burada yazma denemelerine başlar. İlk eseri Yılan ve Zambak ile yazı serüvenine başlamış olan Kazancakis’in Homeros’un Odysseia’sına ek olarak yazdığı ve on dört senede tamamladığı Odyssey: Modern Bir Devam, en önemli eseri olarak görülse de onu dünyada asıl üne kavuşturacak olan eseri Zorba’dır. Beyaz perdeye de aktarılan romanda hayatın içinden iki karakter göze çarpar; okumayı ve yazmayı seven Basil, yaşamadan ve eğlenmeden taraf olan Aleksi Zorba. Bu iki karakterin etrafında gelişen olayların anlatıldığı romanı yaşam kılavuzu olarak nitelendirir okurlar. Zira eserde kendilerinden bir parça da görmüşlerdir.
Hayatının büyük kısmını yazarak ve seyahat ederek geçiren yazar; felsefe, hukuk ve edebiyatın yanında siyasetle de ilgilenir. Girit’in Osmanlı’dan ayrılıp Yunanistan’a bağlanmasıyla Kazancakis’in hayatında da yeni bir sayfa açılır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Yunan hükümetine danışmanlık yapan yazar, Berlin’de yaşadığı sıralarda komünizmle tanışır ve Lenin’in siyasal tavrından etkilenerek siyasete soyunur. Ülkesinde küçük bir sol partinin kısa süre başkanlığını yapar. Fakat yazma ve seyahat etme tutkusu onu tek bir hedefe odaklayamaz. Tabiri caizse kendi seyyahlığında başka bir dünya kuran Kazancakis, toplumsal gerçeklerden de asla kopmaz.
Dilimize de çevrilen Kaptan Mihalis, El Greco’ya Mektuplar, Kardeş Kavgası, Çileci, Günaha Son Çağrı, Yeniden Çarmıha Gerilen İsa gibi eserleriyle ses getiren yazar, 1956’da Viyana’da Uluslararası Barış Ödülü alır. 1957 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilir fakat sadece bir oy farkla ödülü Albert Camus’ya kaptırır. Kimilerine göre Nobel’i kazanamamasının sebebi soğuk savaş yıllarındaki siyasal tavrıdır. Ama bu tavır onunla okuru arasına giremez. Belki edebiyat ödülünü kazanamamıştır fakat başta ödülü kazanan Albert Camus olmak üzere birçok okurun saygısını kazanmıştır. Camus onun hakkında şunları söyleyecektir: “Kazancakis ödülü benden çok daha fazla hak etmişti.”
Eserlerinde varoluşsal izler taşıyan yazarın yaşama tutkusu lösemi olduğunu öğrendiğinde dahi seyahate çıkacak kadar sıcaktır. Hastalığı baş gösterdiğinde Çin ve Japonya gezisine hazırlanan yazar seyahati iptal etmez. Aksine vakit kaybetmeden yola koyulur. Seyahat dönüşünde hastalığı ilerler ve 26 Ekim 1957’de Almanya’nın Freiburg kentinde yaşama veda eder. Cenazesinin defin işlemleri için doğduğu topraklara gelen cansız bedeni Ortodoks Kilisesi’nin mezarlığa definine izin vermemesinin ardından Kandiye’yi çevrelen surların kale burçlarından birinin altına gömülür. Mezar taşında kendi eseri Çileci’den alıntılanan şu sözler yer almaktadır:
“Hiçbir şey ummuyorum,
Hiçbir şeyden korkmuyorum
Özgürüm.”
Yaşar Ercan – edebiyathaber.net (15 Şubat 2021)