Romancı, kendi lirik dünyasının yıkıntıları arasında doğar.
Milan Kundera
Yanlış hayat doğru yaşanmaz diyen Adorno’ya inat kusurlu bir hayattan kusursuz bir yapı ortaya çıkarır edebiyat. Yaşam boyu istediğimiz o kusursuz hayat (gerçi nasıl olacaksa…) sanki edebiyatın o büyülü sözcüklerinde saklıymış gibi. Hayal gücünün tüm o tutkuları, yaşadığımız ve anlamlandıramadığımız tüm o şeyler kurmacanın diliyle buluştuğunda… Şu boktan hayatın tümüyle olmasa da bir süreliğine dışına çıkarır bizi. Bir anlığına olsa da kendi gerçekliğimizden uzaklaştırır. Ya yazar nasıl uzaklaşır kendi gerçekliğinden? Neden yazma isteği duyar? Okumamak adlı deneme kitabında Alejandro Zambra; “…gerçekten yazmak sevdiklerimize ve nefret ettiklerimize cepheden bakmak, hepsinden önemlisi bedeli ne olursa olsun ya da insanın canını ne kadar acıtırsa acıtsın kendi kendimizin içine bakmak, hep acıtmak anlamına gelir.” der. Zamanın örttüğü örtüyü kaldırıp bizi şekillendiren o geçmişin tüm o mekânlarını, insanlarını dilin sözcükleriyle buluşturup yeniden sese kavuşturma isteğidir bu aslında.
Kaybolmak ve hatırlamak… Zambra, bölümlere ayırdığı Eve Dönmenin Yolları romanında bu iki duygunun içinde dönüp durur. Anlatının ikinci bölümünde ise ters köşe olur okur. Zira okuduğu her şey bir kurmacadır ve anlatıcıda roman yazmakta olan bir yazardır. Bir roman taslağının içindedir artık. Yazar olan anlatıcın gerçekliği ve onun kurmacası içinde yolculuk yapar kitap boyunca. Kurmaca içinde kurmaca… Romanda kurgu ile gerçek (…) sürekli yer değiştirir. Mekân anlatıcı yazarın belleğidir. “Bir şey, birisi, herhangi birisi hakkında, hatta insanın kendisi hakkında gerçek bir hikâye beklentisi içinde olması ne tuhaf ve aptalca… Ama bir yanıyla da gerekli…” İşte bu yüzden yazmak istemektedir hikâyesini yazar olan anlatıcı. Zambra ise kendine bir yazar yaratmıştır. Ve okumak istediği o öteki kitaptır bu.
Ev, birçoğumuz için travmalarımızın kaynağıdır. Çok sancılı çocukluk hatıralarımızı hapsetse bile hep özlem duyulan bir sığınaktır yine de. Ona olan inancımız zedelendiğinde ise kaçmak isteriz ondan. Ama geri dönüşü olan bir yolculuktur bu. Duvarlar arasındaki bu korunaklı yapı bizim için anlamını neden yitirir peki? Ömür boyu mutluluk imgelerini barındıran (öyle olduğunu düşündüğümüz) ev, neden korkularımızın barınağı olur? Çatırdayan, sağlam temelleri olmayan bu yere sonra neden geri dönülür? Terk edilmesinin nedeni de bu değil midir zaten? İşte o geri dönme isteğini bastıramayıp döndüğümüzde… Onca yıl aramıza ördüğümüz duvarlarının hiç yıkılmadığını, o değişmezlik zırhının sapasağlam durduğunu görmek… Tam bir hayal kırıklığıdır. Nurdan Gürbilek’e göre çoğu zaman evden kaçmanın mutluluğuyla değil, sonunda eve dönmüş olmanın sıkıntısıyla yazılmıştır birçok eser. Zambra’nın evden ayrılan ve sonra geriye dönmeye çalışan anlatıcısı yazar gibi… Bu dönüşte değişmeyen ebeveynleriyle yine aynı çatışmanın içinde bulacaktır kendini. Depremler (hikâyenin başlarında ve sonunda Şili depremlerine tanıklıklar anlatır) Şili’nin geçmişinde yaşadığı politik gerilimlerle sağlam zemine sahip olmayan bu ev… Hala o oynak zeminin üzerinde asılıdır. “Maipu sokakları o zamanlar tehlikeli değil miydi? Geceleri evet, gündüzleri de öyle. Ama yetişkinler ya kibirden ya saflıktan ya da kibir ve saflık karışımı bir duyguyla bu tehlikeyi görmezden geliyormuş gibi yapıyordu; huzursuzluk yoksulların meselesi, iktidarsa yoksulların işi, diye düşünüyormuş gibi yapıyorlardı ve hiçbiri ne yoksuldu ne de zengin ya da en azından o sokaklarda o zamanlar henüz kimse öyle değildi.”
Geçmişin tüm uğultusu kulaklarımızda hala çınlarken… O varoluş sancılarımızla kıvranırken… Üzerimize hiçbir zaman olmamış önünü ilikleyemediğimiz gömlekler gibi gelir hayat. Geçmişin peşine takılıp eve tekrar dönmenin yollarını ararız işte o zaman. Kendimizi keşfetmek için gitmek zorunda olduğumuz, hem de yine aynı gerekçelerle dönmek zorunda kaldığımız, evin etrafında dönüp dururuz. Çünkü onun sesine ihtiyacımız vardır. “Şimdi o gömleklere bakıyorum, onları yatağın üzerine yayıyorum. İçlerinden biri özellikle hoşuma gidiyor, petrol mavisi renkli. Biraz önce denedim kesinlikle bana küçük geliyor. Aynada kendime bakıyorum ve babaların kıyafetlerinin bize her zaman büyük gelmesi gerektiğini düşünüyorum. Ama ona ihtiyacım olduğunu da düşünüyorum; bazen babamızın kıyafetlerini giymeye ve uzun uzun bakmaya ihtiyacımız olur.” Ama sonra… Geçen zamana, kaybolan geçmişe duyduğumuz özlemin ağırlığı altında eziliriz. “Arabalara bakıyorum. Arka koltuklarda uyuyan çocukların gittiğini ve bu çocukların her birinin bir gün, yıllar önce babalarıyla yolculuk ettikleri eski arabaları hatırlayacaklarını düşünmek içimi eziyor.”
Kitapta iç içe geçen tüm o duvarlar (anlatıcının, onun kurmaca kahramanının ve asıl yazar olan Zambra’nın…) bizi de içine alır. Bir zamanlar hissettiklerimizi, istediklerimizi bu kadar çabuk unutmuş olmamızın ve şimdi başka bir şeyi bu kadar arzuladığımızı ya da hissettiğimizi dışa vurabilme çabukluğumuza olan hayretle. Yine de ‘alacakaranlığın kutsadığı çocuklar’ olmak isteriz.
Yaşadığı deprem sonrasında ölüm gerçekliğiyle yüzleşir kitabını bitiren anlatıcı yazar. Depremde ölen insanlar… Dünün, yarının ölülerini düşünürken mütevazı ve küstah, gerekli ve yetersiz tuhaf mesleği; hayatı bakarak, yazarak geçirmek anlamsızlaşır birden. O zaman neden yazılır ki roman? Hayatın bildik o sahnesinde o bildik sözleri tekrar yakalayıp onları mırıldanıp tekrar sahneye çıkmak neden önemlidir ki? Tekrar tekrar oynanması gereken bir oyunsa hayat şayet… Zambra, yeni bir oyun ve seyirciler yaratmıştır kitabıyla.
2010 yılında tıpkı anlatıcı yazar gibi deprem gerçekliğiyle yüzleşir Zambra da. Son dakikada, artık bir değişiklik yapma ihtimali kalmamışken şu paragrafı ekler kitabına; “eğer çıkarılması gereken bir ders varsa çıkaramadık. Şimdi düşünüyorum da zemine duyulan güveni kaybetmek iyi bir şey, her şeyin bir anda tepetaklak olabileceğini bilmek şart. Ama biz bütün olan bitenin ardından öylece her zamanki hayatımıza geri döndük.”
Yazar, yazarak gördüğü yüzünü, şimdi okuyarak kapar farkına vardığı o gerçekliğinin ağırlığıyla… Çünkü hakikatin yaralarını gösteren kurmaca artık mağlup olmuştur. Ama… Başka birisi diğer öteki hikâyeyi yazdığında… Aynı döngünün sarmalı yine harekete geçecek. Ve hakikat kurmacanın içinde salınıp duracaktır edebiyat var olduğu sürece… Biz de her zamanki gibi bir anlığına koptuğumuz o hayatın içine geri dönüp her seferinde hiçbir şey olmamış gibi davranmaya…
Sözcükler geldi ve bir şafak gibi
bastırılamaz yüreğim parçalandı onlar arasında,
asılarak uçuşlarına,
sürüklenip, çekilip kahramanca kaçışlarında,
terkedilmiş ve çılgın ve onlar altında unutulmuş yüreğim
ölü bir kuş gibi, kanatlarının gölgesinde.
Pablo Neruda
Kaynak:
Alejandro Zambra, Eve Dönmenin Yolları, Notos Kitap, Çev. Çiğdem Öztürk
Alejandro Zambra. Serbest Kürsü, Notos Kitap, Çev. Seda Ersavcı
Nurdan Gürbilek, Ev Ödevi, Metis Yayınları
edebiyathaber.net (2 Ocak 2023)