Güzel bir kitap Ah Minel Hayat. Adı gibi, pastel bir nostalji taşıyor. Son zamanlarda pek moda olan, insanda yapışkan, küflü bir bıkkınlık hissi uyandıran bir nostalji değil onunki. İçten, içeriden; naif bir nostalji.
Ah Minel Hayat dört öyküden oluşuyor. İlki 1933 yılında, Bursa’da geçiyor. “Krep Keriman.” En sevdiğim öykü o oldu; ipek işçilerinin çektiği eziyeti ve daha bu kadar erken zamanda kıpırdanmaya başlayan gericiliği çok gerçekçi ve yalın bir dille aktarmayı başarmış Gözde Demirel. İşçi kadınların harap olan elleri, idealist insanların haksızlık karşısındaki öfkeli yumrukları, gericilerin o karanlık ve çıkarcı suratları adeta gözünün önüne geliyor insanın.
“Dar sokaklarında gezer
İşsizlik tırpan ile
Fabrikalar ipek boyar
Genç kızların kanıyla
Hayda hay”
İkinci öykü Casus Var, 1944 yılında, Ankara’da geçiyor. Adı üstünde, bir casus öyküsü. Ama bunun yanı sıra bir yabancılığın, yurtsuzluğun, öteki olmanın da öyküsü. (Bu ötekilik sancısının hemen her öyküde kendini hissettirdiğini belirtmek gerekir. Belki de Ah Minel Hayat ötekinin nostaljisinin öyküsüdür…) Demirel karakterlerini çocuksu bir iyicillikle kuruyor. Aslında bu metin açısından bir zayıflık; kötü, yoz, aşağılık olan satırlarında yer bulamıyor. Kötücüllükle (belki de sıradanlıkla) ilişkilendirilebilecek karakterler elbette var. Ama Demirel onlara işaret etmekle yetiniyor, onları etten kemikten karakterler haline getirmiyor.
Üçüncü öykü, Yeniliğe Doğru, 1956 yılında Eskişehir’de geçiyor. Yine göç, yine ötekilik, yine yurtsuzluk ve sıla özlemi. Bu kez Romanya’dan göç eden Hayri Akay ve ailesinin hikâyesini dinliyoruz. Ve elbette Türkiye’nin değişimini, dönüşümünü aktarıyor her satır bize.
“Her gün bir yerden göçmek ne iyi,
Her gün bir yere konmak ne güzel,
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Dünle beraber gitti cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne ait…
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım…”
1966 yılının İstanbul’unda geçen son öykü, “Ah Güzel İstanbul” ise tüm öykülerin birbirine dokunduğu nokta. Demirel sanki kamerasını farklı karakterlerin üstünde rastgele dolaştırıp sonunda her ilmeği birbiriyle sağlamlayarak bütünlüklü bir kurgu çıkarıyor karşımıza. Yaşamın rastlantısallığı usul bir dokunuş süresince – sonsuz kadar uzun süren o bir an için – birliğe ve akışa dökülüyor…
“Hayat devam edecekti. Onların öyküsünün bittiği yerde, başkalarının öyküsü başlayacak ve hayat durmaksızın devam edecekti.”
Anıl Ceren Altunkanat – edebiyathaber.net (21 Haziran 2017)