Vicki Baum, iki savaş arası dönemin buhranlı ve bir o kadar da eğlenceli hikâyesini anlatıyor Oteldekiler’de. Aslında bir döngü romanı bu, savaş öncesinin kazananları, savaş sonrasının kaybedenleri. Yahut tam tersi!
Çeşitli karakterlerin psikoportrelerini veriyor bize Baum. Savaşın yarattığı derin boşluk hissiyatından ani bir kaçışın olduğu bu dönemde insanlar, içi doldurulmuş peluş oyuncaklara benziyor biraz da aslında: “Sigara yakar gibi insanlarla tanışılıyordu. Birkaç nefes alınıyor, mümkün olduğu kadar tadına bakılıyor, sonra da küçük bir kıvılcım söndürülüveriyordu.”
Altı ana karakterin birbirinden farklı maceraları, dönemin sosyolojik yapısını gözler önüne seriyor: Savaşta yüzünün yarısını varoluş amacıyla beraber kaybeden Doktor Otternschlag, ölmek üzere olduğunu öğrendiği için eski yaşantısını geride bırakan ve varoluş amacını müdürü Preysing’e özenerek bulmaya çalışan Fredersdorflu muhasebeci Otto Kringelein, maceraperest hırsız Baron Gaigern, dünyanın değişen zevklerinden nasibini almış dansçı Grusinskaya, modanın değişmesiyle işleri pek de iyi gitmeyen Saksonya Pamuk Şirketi genel müdürü Preysing, para kazanmak için değişen dünyada kendisine bir yer edinmeye çalışan Frualein Flamm. Grand Hotel’de kalan bu altı karakter birbirleriyle ilişki içerisinde olsa da bir o kadar birbirlerinden kopuktur aslında.
Savaş sonrası dönemin etkileri her betimlemede farklı atmosferler yaratıyor okurun zihninde. Herr Doktor’un okuduğu gazetede de döneme ne kadar derin bir boşluk duygusunun hakim olduğunu görüyoruz mesela: “Yangınlar, cinayetler, siyasi çekişmeler. Skandal, borsada panik, muazzam servet kayıpları… Yüzyılın gürültülü işleyişi insanı kör, sağır ediyor, bütün duyuları öldürüyordu.” Gazetedeki bu tasvirin etkileri her sayfada kendisini hissettiriyor. Bir şey olacak gibi ama olmuyor. Hakikat, kendisini hayale bırakıyor. Savaş sonrası sendrom, her karakterde farklı bir hayat sorgulamasına işaret ediyor.
Doktor Otternschlag, savaş sonrası dönemde askeriyede bulunan kişilerin acıklı geçmişinin gündelik hayata yansımasına bir örnek. Her gün lobiye inip mektup soran, hayatından tiksinen ve bu hayatın hiçbir amaç taşımadığına inanan ve morfin vurmadan uyuyamayan Herr Doktor, yaşanan olayları dıştan bir gözle yorumluyor.
Kringelein, her şeyin şaşalı ve abartılı yaşandığı bu dönemde halktan bir kişinin bakış açısını yansıtıyor. Gittiği her yerden, tanıştığı her kişiden, gördüğü her muameleden o kadar etkileniyor ki benliğini yitirdiği bir noktaya geliyor. Kasvetli ama bir o kadar da eğlence dolu Berlin şehri, benliğini esiri altına alıyor. Kringelein’ın yaşadığı dönüşüm, kültürel hegemonyanın insanın varoluşunu nasıl etkilediğine çok güzel bir örnek sunuyor: “Yeni kıyafetlerine çoktan alışmıştı bile, ipek gömleği içinde kendini evindeymiş gibi rahat hissediyordu, şimdi bir başka türlü oturuyor, başka türlü yemek yiyordu.”
Nitelikli ve gayet çekici bir hırsız olan Gaigern, savaşın izlerini atlatmak adına gündelik yaşayan, gamsız biri olarak karşımıza çıkıyor. Tehlikeli maceralara atılmayı hayatının merkezine yerleştiren biri: “Geri dönmek kolay olmadı. ‘Cephede’ derken ‘evde’ demek istiyoruz artık – nerdeyse böyle. Artık Almanya’da olmak bol gelen bir yetişkin pantolonu giymekten farksız… Hayat biraz daha tehlikeli olmalı, o zaman iyi olurdu. Ama geldiği gibi kabul ediyorsun işte.”
İmparatorluk Bale Okulu’nda yetişen ve bir dönemin en meşhur dansçılarından Grusinskaya, dünyanın değiştiğinin farkına varamıyor: “Grunsinskaya’nın tüm azmi tek bir şeye yönelikti: hep aynı kalmak. Ve dünyanın sıkıcı bulmaya başladığı şeyin tam da bu olduğunun farkında değildi.” Dönem Almanyası’nın eğlence anlayışında klasik müzik eşliğinde yapılan dans, yerini Jazz’a ve swing’e bırakıyor.
Genel müdür Preysing ve Fraulen Flamm ise, kendilerini yeni düzende var etmeye çalışan karakterler. Yeni moda ve güzellik anlayışını bu iki karakter üzerinden okumak mümkün.
Değişen dünyanın değişen algıları, insanların yanında binaların da tasvirlerine yansıyor. Art-deco tasarımlar Grand Hotel’in her yerinde görülüyor. Alçı süslemeli mermer sütunlar, ışıklı süs havuzu, ışıl ışıl altın gibi parlayan bir lobi, kırmızı halılar, her köşe başında loş bir aydınlatma… nişli oturma odalarında ipek döşemeli sandalyeler, oymalı yazı masaları, dantel perdeler, natürmort tablolar, ipekten yorganlar gibi her bir detay hayatın bir anda bitebileceği düşüncesiyle lüks yaşama isteğinin bir çeşit dışavurumu: “Bu mahalledeki yeni ve inşası yarı tamamlanmış salonların son derece pürüzsüz, çıplak yüzeyleri rüyalarında onun peşinden koşturup durmuştu ve şimdi gerçeklikle ile rüya, yarı tehditkâr, yarı anlaşılmaz bir şekilde üst üste biniyordu.”
Toparlarsak… Baum, Oteldekiler’de kesitler halinde Weimar Dönemi’nin sosyolojik bir anlatısını sunuyor. Farklı karakterlerin benliğini okuyor, mekan tasvirlerinde kendimizi adeta bir tabloda buluyor, romanda kayboluyoruz. Dönemi bir kadının bakışıyla okuyor, Grusinskaya’nın hayat hikâyesiyle muhteşem bir empati kuruyoruz.
edebiyathaber.net (8 Ocak 2024)