Bazen nefes aldığımız yerlerden tıkanıyor hayat. Dünya savaşlar, felâketler, açlık ve gözyaşıyla sarsılıyorken umudu korumak zorlaşıyor. Kötülükten uzak günler düşlerken tedirgin bir karamsarlığın kucağında buluyoruz kendimizi. Kitaplar insanlığa belki en çok da böyle zamanlarda iyileştirici güçlerini sunuyor. Anlattıklarıyla, başımızı başka hayatlara çevirebileceğimizi, yerleşik yargılarımızı gözden geçirebileceğimizi, farklılıkları anlayabileceğimizi, herkesi, her şeyi kendimizi ölçüt alarak yargılamaktan vazgeçersek dünyanın daha güzel bir yer olabileceğini hatırlatarak yapıyorlar bunu. Pek çoğu, etrafımıza başka gözlerle bakmaya çağırıyor bizi. Böyle kitaplar, sıkıntılarla birlikte güzel şeyler de olduğunu gösterip umut oluyorlar. Otizm ve Kardeşim ile Barış’ın Gezintisi de böyle kitaplardan.
Kendi dünyaları olan çocuklar
Otizm ve Kardeşim’de yazar Ouisie Shapiro, kardeşi otizmli olan, yaşları yaklaşık beş ile on beş arasında değişen on dört çocuğun anlattıklarını derlemiş. Bu çocuklar otizmi televizyon, kitap, okul, arkadaş aracılığıyla değil, otizmli bir kardeşle yaşayarak, kendi deneyimleriyle öğrenmiş. Bizlere de kendi gördükleri, kendi algıladıkları şekliyle anlatıyorlar. “Raquel otizmli. Annem ve babam bana otizmin bir hastalık olmadığını söyledi. Ama bu onu başkalarından farklı yapan bir durum. Görüntüsü farklı değil, sadece farklı davranıyor. Kendi dünyasında yaşıyor ve konuşmayı bilmiyor.” Bu sözler on bir yaşındaki Paloma’ya ait. Onun gibi, Luke için de otizmli olmak bazı farklılıklar taşımak anlamına geliyor: “Otizmli insanlar herkese benzemiyor ve başka çocukların yapabildiği şeyleri yapamıyorlar.” Otizmli çocukların kardeşleri de otizmin getirdiği zorlukları onlarla birlikte yaşıyor. Kimi kardeşinin restoranda dayanılmaz gürültüler çıkarmasından, kimi alışveriş sırasında her şeyi oraya buraya fırlatmasından, kimi istediği olmadığında çığlıklar atmasından, kimi söylenenleri anlamamasından söz ediyor. Öte yandan onlar kardeşlerinin özel yeteneklere sahip çocuklar olduğunun farkında. Pauline’nin kardeşi Ron birçok şeyi ezbere sayabiliyor, Emma’nın kardeşi Jesse gördüğü telefonların yerini ve rengini hiç unutmuyor, Justin nefesini çok uzun süre tutabiliyor, Mary Gwen okyanusta saatlerce yüzebiliyor…
Başka insanlara tuhaf gelen takıntıları, alışılmamış davranışlarıyla otizmli kardeşleri bu çocukları sabırlı olmaları gereken durumlarla karşı karşıya bıraksa da onlar pek şikâyetçi değil. Kardeşlerinin her şeyi, “yapmak zorunda oldukları için yaptıklarını” biliyorlar. Çünkü küçücük yaşlarında “farklı” olanı anlayabilmeyi, bir arada yaşayabilmeyi, karşıdakini olduğu gibi sahiplenip sevebilmeyi öğrenmişler. Küçük Troy otizmli kardeşi Sam’i daha iyi anlayabilmek için kendini onun yerine koymayı denemiş: “Bence otizm, lambaları yanmayan karanlık bir odada olmak gibi. Bunu bir keresinde denedim, ışıkları söndürüp bir daha açamayacağımı düşündüm. Gerçekten çok korkunçtu!”
Onlar, anlamaya çalıştıkları kardeşlerindeki farklılıkları değil, insanların bu farklılıklara bakışını yadırgıyorlar: Amber, “Bazı insanlar Ravi gibi çocukların öğrenme güçlüğü çektikleri için aptal olduklarını düşünüyor. Bu beni çileden çıkarıyor. Ben erkek kardeşimle gurur duyuyorum,” derken çok şey anlatıyor bize. Christian da öyle: “Çocukların otizmin gerçekten zor bir durum olduğunu bilmeleri lâzım. Bence otizmli olmak çok zor bir durum. Bir şeyler anlatırsın ama kimse seni anlayamaz… Sokakta yanlış bir şey yapan otizmli bir çocuğa rastlarsanız ona sakın bağırmayın. Bilin ki o yanlış şeyi elinde olmadan yapıyordur. Otizmli insanları oldukları gibi kabul edip onlara saygı göstermelisiniz.”
Beni bu kitaba en çok bağlayan da bu sözlerin uyandırdığı duygular oldu. Birçok duyarlılığımızı bireysel deneyimlerimiz sonucunda kazanıyoruz. Bir mesele kendi hayatımızın ne kadar yakınındaysa o kadar ilgimizi çekiyor. Belki bu kadar samimi satırlarla dolu bir kitabın ortaya çıkmasını da yazarın yeğeninin otizmli olmasına borçluyuz. Ancak meselelerin içinde, en yakınında olanlara kulak vererek de duyarlılıklarımızı geliştirebiliriz pekâlâ. Özellikle çocukları, başka insanları anlamayı kolaylaştıran bu tür kitaplarla buluşturmak, onlara vereceğimiz pek çok şeyden daha değerli.
Otizm ve Kardeşim bize başka türlü gelen hayatları uzaktan süzmek yerine daha yakından, üstelik pek de aklımıza gelmeyen bir açıdan görebilmeyi sağladığı için güzel bir kitap. Kardeşleri otizmli olan çocuklara, kendi yaşadıklarını yaşayan pek çok arkadaşı olduğunu gösterdiği için de çok anlamlı. Onlara kardeşlerinden utanmanın yersiz olduğunu, birlikte güzel zaman geçirebileceklerini, kardeşlik ilişkilerinin diğer çocuklarınkinden hiç de farklı olmadığını hatırlattığı içinse cesaret verici.
Kardeşlik her güçlüğü yener
Otizmi kardeşlerin bakışıyla anlatan bir başka kitap da Barış’ın Gezintisi. Kitap otizmli Barış’la ablalarının birlikte parka gittikleri bir gün başlarından geçenleri anlatıyor. Bu öyküde, ablaları farklı davranışları olduğu için başta Barış’ı parka götürmekte isteksiz davranıyor. Çünkü Barış herkesin yaptığı şeyleri yapmıyor, herkese ilginç gelen şeyler onun hiç ilgisini çekmiyor. Örneğin, pastanede birbirinden lezzetli yiyeceklere bakmıyor bile, sadece tavanda dönüp duran pervaneyi izliyor. Çiçeklerin mis gibi kokularından hoşlanmıyor ama binaların tozlu tuğlalarını koklamaya bayılıyor. Parka gittikleri gün yaşadıkları, ablalarına özellikle de Sevgi’ye, Barış’ın bu “tuhaf” davranışlarını anlayışla karşılamayı öğretiyor. Bu kısa öykü bir yandan otizmi tanımamızı sağlıyor bir yandan da otizmin, kardeş olmanın güzelliklerini yaşamaya engel olmadığını gösteriyor.
Otizm ve Kardeşim 8 yaş ve üzeri, Barış’ın Gezintisi 7 yaş ve üzeri için tavsiye edilmiş; bu kitaplardan sadece çocukların değil biz yetişkinlerin de anlayış, saygı ve kardeşlik adına öğrenecekleri var.
Şermin Korkusuz Aslan – edebiyathaber.net (29 Ocak 2016)