Hiroko Oyamada’nın 2014 yılında yayınlanan Çukur eserinin Türkçesi Ekim 2022’de H.Can Erkin çevirisiyle Siren Yayınları’ndan çıktı.
1983 yılında Hiroşima’da dünyaya gelen Oyamada genç ve kalemi güçlü bir yazar. Öğrenim yaşamını Hiroşima’da geçiren Oyamada, Hiroşima Üniversitesi Japon Edebiyatı Bölümü mezunu. Yazar çalışma yaşamına bir otomobil fabrikasında başlar. Bu işyerinin ardından üç kez daha iş değiştirir. Bu deneyiminin yansımaları 2013’te yayınlanan ilk kitabı Fabrika’da fazlasıyla hissedilir. Öyle ki eser Cv’sinde sık iş değiştirmeleri göze çarpan öykü kahramanının iş başvurusu mülakatı ile başlar. Yazar 2010’da Japonya’da genç yazarlara verilen Şinço Ödülü’nü, 2014’te ise Japonya’nın en prestijli ödüllerinden Akutagawa Ödülü’nü alır. Fabrika ve Çukur’u 2018 yılında Bahçe ve 2021 yılında Adacık eserleri izler. İlk öykü derlemesi Fabrika’nın yayınlanmasının ardından yarı-zamanlı editör olarak çalışırken tanışarak evlendiği eşi ve kızıyla Hiroşima’da yaşıyor.
Çukur, Oyamada’nın Türkçeye kazandırılan ilk eseri. Yazdıklarıyla dünya genelinde ilgi çekmeyi başaran Oyamada, genç yaşına rağmen Japon edebiyatında kalıcı bir yer edinmeyi başarmıştır. Akutagawa Ödülü’nü aldığında, jüri üyelerinden Hiromi Kawakami yazarın “gerçeklik ortamında fantastik” yazma becerisinden övgüyle söz eder.
Kitabın baş kahramanı Asahi bir işte kadrosuz olarak sözleşmeli yarı-zamanlı çalışmaktadır. Eşinin tayini nedeniyle taşınmak durumunda kalırlar. Çalıştığı işyerinde kadrolu bir çalışan olmadığından işten ayrılması bir sorun olmayacaktır. Zaten kadrosuz çalışanlar, kadrolu çalışanların sahip olduğu ekonomik ve sosyal güvencelerden de yoksundur Eşi kadrolu bir işte çalışmaktadır. Tayin yeri eşinin ailesinin yaşadığı bölgeye yakındır. Tayin haberini verdiklerinde eşinin annesi bitişikteki evlerindeki kiracılarının kısa süre önce taşındığını, oraya taşınabileceklerini söyler.
Asahi’nin varlığından yeni haberdar olduğu eve taşınacaklardır. Taşınma öncesinde kayınvalide onlara yapacak tek iş kalmayacak şekilde tüm düzenlemeleri yapar. Asahi’yi bu taşra kasabasında yeni bir hayat beklemektedir. Artık o yabancısı olduğu bir taşra ortamında sıradan bir ev kadınıdır.
Taşra, yaz, ağustos böceklerinin ara vermeksizin ötüşleri, durağan bir hayat, konuşacak kimsenin olmadığı, yalnızlığın ve sıcağın boğuculuğu ile birleştiği bir atmosfer tüm kitaba yayılmış durumda. Ancak bunlar karakter tarafından aktarılırken söz konusu atmosfer sanki sadece okuru rahatsız etmektedir. Ashai bu durağanlığı sessizce kabullenir. Her ne kadar silik bir görüntü çizse de adını bildiğimiz tek ana karakter Asahi çevresindekiler için Asahi değil sadece” gelin hanım”dır. Kitapta diğer kahramanlar da ya kayınvalide, ya kayınpeder ya da kayınbiraderdir. Kocası geç saatlere kadar işte çalışır, geç vakit gelip yemeğini yer, evde olduğu kısa sürelerde ise ilgisi daha çok cep telefonunun ekranındadır. Bu romanda fiziken hiç olmayan bir koca figürüdür. Onun olmadığı anlarda hep başka kahramanlar vardır. Asahi ise pasif konumunu sürdürmeye devam eder, bu durumdan şikâyetçi olduğuna tanık olmuyoruz. Adı olmasa neredeyse hayali bir kahraman diyeceğiz. Yazarın Japon toplumunda kadına dönük beklentinin bir simgesi olarak Asahi’yi yarattığı çok net belli oluyor. Yapacak bir işi olmayan, evdeki klimayı bile masraf olmasın diye kocası gelinceye dek çalıştırmayan bir kadındır. Taşra kentinde geçen günler adeta ağırlaştırılmış, uyuşturulmuş bir gerçeklik içinde yaşanmaktadır. Asahi’nin pasifliği ortama tam anlamıyla uyum sağlamıştır. Ta ki Asahi bir çukura düşene kadar. Tıpkı Alice gibi. Çukurun derinliklerinde yaşadığı gerçeklik de parçalanmaya başlar. Sanki toplumda ona biçilen görev bu çukurda onu yutmak üzeredir. Çukurda duyduğu ses yine ağustosböceklerinin sesidir. Siyah ve kırmızı karıncalar, ne olduğunu bilmediği ama sansara benzeyen bir hayvan ve Asahi hep birlikte çukurdadır. Bilinmeyen hayvan çukurda ilerler ve gözden kaybolur. Asahi’yi ilk kez karşılaştığı bir komşusu çukurdan kurtarır.
Birkaç gün sonra bu kez bir markette yeni bir sürpriz ile karşı karşıya kalan kahramanımız bu kez bir kayınbiraderi olduğunu öğrenecektir. O güne dek eşini tek çocuk olarak bilmektedir. Evin arkasında bir kulübede yaşayan ve toplumdan soyutlanmış olan bir kayınbirader. Japonya’da son yıllarda çoğalan HİKİKOMORİ (odasına kapanan)olarak tanımlanan modern zaman münzevilerinden biridir. Bu insanlar zorunlu ihtiyaçları dışında zamanlarını genellikle aileye ait bir evde kendi odasında geçirmektedirler. Kendilerini hayattan geri çekmişlerdir. Kendisine kocasının bir kardeşi olduğunun neden söylenmediğini aileden kimseye sormaz, soramaz. Kocasına bile.
Oyamada’nın eserinde Kafka’dan tanıdığımız böcek motifinin dönüştürücü etkisine tanık oluyoruz. Bu kez dönüşüm böceğe benzemek olmasa da kendisini silikleştiren çevrenin farkına varan ancak bu farkındalık ile silkinip ayağa kalkmak yerine diğerlerine dönüşen bir kahramanımız vardır. Üstelik bu dönüşüm bir” çukur “da başlar.
Romandaki tek garip tip bu kayınbirader değildir. Yağmur yağdığında bile bahçeyi sulayan ve bir de dede vardır. Eşinin ailesi ile birlikte yaşayan dede ile iletişim bahçenin dışında selamlaşmaktan öteye geçmez. Ancak bir gece yaşlı adam evden çıkana dek. Bu kez dede çukura girer . Karşısında bir kez daha çukurda karşılaştığı hayvan durmaktadır. Onun yardımı ile çukurdan çıkar, dedeyi de çıkarır. Bu dede ile ilk kez göz göze gelmesidir. Bu sırada kayınbirader de yanlarındadır. Böcek sesleri duyulmaya devam eder. Kısa bir süre sonra dede ölür. Törenler yapılır hayat normal akışına yeniden döner. Çukurda önüne çıkan hayvanın ona verdiği bazı işaretler mi vardır? Gittiği markette sessizce yere oturup kitaplarını okuyan çocuklar tarafından neden fark edilmemiştir? Yağmurda bile her gün bahçeyi sulayan dede ve varlığından hiç söz edilmeyen kayınbirader.
Kitabın bu garip atmosferi, durağanlığında kendisini en çok hissettiren tema kuşkusuz tekinsizliğidir. Bu durağan ve tekinsiz anlatım okuyucuda her an bir şey olacakmış gibi bir beklenti yaratır. Üstelik bir yanıyla Alice Harikalar Diyarı diğer yanı da Kafka’ya uzanan üstelik bütün bunları sadece 95 sayfada başaran bir yazar. Aradaki boşlukları Japonya’da kadın olmak ve taşranın boğucu durağanlığıyla kapatıyor. Cümleler kısa, karakterler çok katmanlı değil. Gerçek ile rüyanın iç içe geçtiği fantastik bir anlatım başarı ile okuyucuya aktarılıyor. Oyamada okuyucuda huzursuzluk yaratmayı da başarmış. Çukur, hayatımızda önemsiz görünen ayrıntıların kendilerini fark ettirmelerine yardımcı oluyor.
Sonuç olarak Çukur doğaüstü bir masal, halüsinasyon ya da bir rüyanın anlatılması gibi görünse de kitabın sonuna geldiğimizde bizi bir sürpriz bekliyor. Asahi bir kez daha markettedir. Orada yaptığı iş görüşmesi sonucu çalışmaya başlayacaktır. Marketten dışarı bakar. Dışarıda ne çukur vardır ne de çocuklar.
Eve gelir, üniformasını giyer aynaya bakar. Aynada gördüğü yüz onun mu anlayamaz?
Son olarak, birçok Japon yazarın eserini dilimize kazandıran H. Can Erkin’in yine iyi bir iş çıkardığını söyleyelim.
Kaynak: ÇUKUR, Hiroko Oyamada, Çev. Hüseyin Can Erkin, Siren Yay., Roman. 1.Baskı Ekim 2022.
edebiyathaber.net (15 Mart 2023)