Zil çaldı. Veli masasından kalkıp yavaş adımlarla gidip kapıyı açtı. Orta boylu bir hanım “Merhaba” deyip bekledi. Dikkatle Veli’nin yüzüne bakıyordu. Siyah gözlükler sır vermedi. “Hoş geldiniz” deyip kenara çekildi.
Salondaki dört koltuktan birini gösterip “Buyurun” dedi. Burası dershaneden çok özel bir büroya benziyordu. Oturulan ufak salona açılan kapıdan görünen beyaz tahta ve sıralar vardı. Bodrum kattaki dershanenin caddeye bakan pencereden gidip gelenler ancak dizlerine kadar görünüyorlardı. Salona hafif bir sigara kokusu sinmişti.
Kadın hemen yanı başındaki koltuğun ucuna ilişip derin bir nefes alıp kırık ve hüzünlü bir ses tonuyla “Nasılsınız?” diye sordu.
“Çok iyiyim, teşekkür ederim, siz nasılsınız hanımefendi?”
Kadın etrafı inceliyor, Veli ara sıra başını öne eğip kaşlarının arasından bakıyordu. Kadın İngilizce ders almak istediğini söyledi. Veli basit sorular soruyor ne ki net yanıtlar alamıyordu. Bu ziyaretin başka bir amacının olduğunu anlamakta gecikmedi.
“Nasıl yardımcı olabilirim?”
Kadın, Veli’nin yüzünde bir şey arar gibi baktı. Kazaya ait hiçbir iz yoktu. Veli sorusuna yanıt alamayınca:
“Çayı yeni demledim ister misiniz?”
Köşedeki semaverden çayı doldurup getirdi. Kadın bir çaya bir Veli’nin gözlerine baktı ortaya hafifçe bir “of” bıraktı. Kendi sıcaklığında terlemeye başlamıştı.
“Görseniz beni hatırlarsınız.”
“Lütfen, hatırlamak gibi güzel bir şey var mı?” deyip kadının karşısındaki sandalyeye oturdu.
Kadın bir yudum çay alırken,
“Biliyorum geçirdiğiniz kazayı,” dedi.
Veli bir an dondu kaldı. Unutamadığı o gece aklına geldi, ayağa kalkmaya çalıştı, kulaklarına kadar kızardı. Kravatını düzeltti. Belli ki birbirlerine anlatacakları çok şeyleri vardı.
Veli, gözlerini kıstı, gerilere gitti sanki anlayacaktı karşısında oturanın kim olduğunu.
“Bazen belleğimiz gözlerimizden iyi görür, hatırlatır mısınız?” dedi.
Kadın, Veli’nin yüzünde izler arıyordu, halen onu düşünüyordu. Duyduğu eziklikle baş edemeyeceğinin farkındaydı.
“Geçirdiğiniz kazanın sorumlusu benim. Bugüne kadar cesaret edip sizden özür dilemeye gelemedim. Lütfen beni affedin.”
Sesteki hüzün Veli’yi üzdü, çabuk toparlanıp,
“Ya öyle mi?” diyebildi.
Otobüste yanında oturan kadın mıydı acaba? Sesinde, teselliye ihtiyacı olan oymuş gibiydi. Mendilini çıkartıp alnını sildi. İçinde sanki bir lamba kısıldı.
“Kader kalemini benden yana böyle çizdi. Yine de şükür, yine de çok şükür,” diye tekrarladı,
“Şükür ki annem bu olaydan önce öldü, ölmeseydi benim bu halime kahrolurdu,” dedi. Kazadan yakınmadı. Kadın özür dilemeyi sürdürdü.
“Son iki yılda yaşamımda hayli değişiklik oldu. Kazadan sonra eşim beni bırakıp İstanbul’a taşındı. Ben de bir İngilizce hocası arkadaşımla evlendim. Hâlâ çalışabiliyorum, hayatıma siyah bir gözlük ve baston eklendi. Bir de Ayten. Bu dershanede onunla birlikte çalışıyoruz.”
Kalktı, yerini ezberlediği semaverden bir bardak çay koyup dikkatlice konuğun sehpasına bıraktı. Bir bardak da kendine aldı.
Veli, Bodrumdaki yazlık evini tamamladığını, yazın orada kaldığını, normal bir yaşantısı olduğunu, yeri geldiğince, yan yana duran dağların halay çekişini, semah yapan bulutları, denizin türlü halini anlattı, karşısındakine o anları yaşatmaya çalıştı. Sigarasını içerken külü dökmemeyi nasıl başardığını hayretle izliyordu konuk.
“Kazadan bir süre sonra insanları ayak seslerinden tanır oldum. Hatta onların yaşını, boyunu bile sesin geliş açısından çıkarabiliyorum. Kendime yeni bir yaşam belirlemede gözlerimin görmemesinin daha hızlı karar vermeme neden olduğunu söyleyebilirim.”
Tebessüm etti.
“Yel kayadan ne alır, hiçbir şey değişmeyecek yine mesleğimi yapabileceğim. Bu nedenle beni sevenlerin üzülmesini istemem. Geçmişe bir özenişim yok,” dedi.
Veli’nin dışa dönüklüğü, hayata bağlılığı, canlılığı konuğun daha fazla konuşmasına engel oldu.
Kadın epey hafiflemiş olarak ayrılırken dudakları titriyordu. Tekrar arayacağını söyledi. Genişleyen derin bir sükût bıraktı arkasında. Veli’nin eli 5-10 saniye kapı kolunda kaldı. Sarsılmış, kadını hatırlayamamıştı.
Yerine otururken iki yıl öncesine gitti.
Her ay, Bodrum’a aynı firmadan, aynı saat için aldığı biletle otobüse bindiğinde kendine ait numaralı koltukta bir kadın oturuyordu, bir an durakladı. Aşağı indi, otobüse, saate ve yer numarasına bir kez daha baktı; doğruydu: P…. Otobüsü, saat 21.00. No.19. Tekrar bindi, yerinde oturan kadına nezaketle,
“Hanımefendi burası benim yerim, biletinize bakar mısınız?” dedi.
Bir sonraki otobüs sürücülerinin uyumadan dönen uykusuz şoförler olduğunu biliyordu.
“Bu da nerden çıktı” dercesine yüzünü astı kadın.
Oturduğu koltuktan memnun.
“Siz baktınız mı?”
“Evet, baktım.”
Yanıtını alınca çantasından biletini çıkardı, Veli’ye kontrol etmesi için verdi, başını dışarı çevirdi. Veli, biletin aynı tarih ve koltuk numarası ama 21.15 için olduğunu gördü. Kadına bunu söyledi ve bileti gösterdi. Diğer yolcular da sonucu merak ediyor, kim kazanacak diye bakıyorlardı. Bu kez,
“Aaa! Öyle mi? Tüh bagajımı da vermiştim. Rica etsem bir sonraki otobüsle siz gider misiniz?”
Sessiz yolculardan sesli bir destek bekledi. Bagajla yolculuğu sevmeyen Veli ilk kez bagajı olmadığına üzüldü.
Onun bir yıldır her ay yaptığı bu yolculuk disiplininden vaz geçmeye niyeti yoktu. Emekli ama bir öğretmen albaydı. Arkadaşlarının bekleyeceğini, otobüsten indiğini göremezlerse merak edeceklerini anlattı ama dinleyen kim.
Nezaketi ve diğer yolcuların bakışları boynunu büktü, hareket saati gelmişti, biletleri değiştirdi ve bir sonraki 21.15 otobüsüne bindi. Afyon yakınlarında, yalpalamaya başlayan, muavinin sürekli kahve taşıdığı şoförü iki kez uyardı, tedirgindi, bir süre sonra başını öndeki koltuğun sigaralığına koydu, daldı.
Otobüs o gece kaza yaptı, on dokuz kişi öldü.
……………………………………….
Ziyaretçinin gelişinden 5-6 ay sonra, Ankara’da Orduevinde bir akşam yemeğinde karşılaşan arkadaşları onu tanımakta zorlandılar. Yine siyah gözlükleri, bu kez ağarmış sakalı, elinde katlanabilen bastonu, özensiz giyinişi ile omuzları düşmüş, durgun bir hali vardı. Tek başınaydı. Geçici süre ordu evinde kalıyordu. Sesinden tanıdığı arkadaşlarını, kalkarak masaya buyur etti.
“Nasılsın?” dendiğinde,
“İyiyim Allaha şükür” dedi.
Sesi tarazlanmıştı,
Söz sözü açtı, Veli taneleri düşmüş üzüm salkımına benzetti kendisini, dünyaya sırtını dönmüş bir sesle;
“Ayten Hanım son zamanlarda beni yalnız bırakmaya başladı.”
Otobüs geçmeyen yolların duraklarında beklemenin çaresizliği içindeydi
“Haklı, aslında beni çok çekti. Dershaneyi kapattık. O kendi yoluna gitti.”
Birkaç gün sonra devre arkadaşları Veli için kiralık bir daire buldular. Razı oldu. Artık sadece emekli maaşı vardı. Hayattan beklentileri tükenmiş ancak dervişlere özgü her şeye iyimserlikle yaklaşma huyu değişmemişti.
Kiraya taşınacağı gün, avukatı buluşmak istedi. Buluştular, ona bir ev sahibi olduğunu gerekli evrakları da getirdiğini anlattı, anlattı…
Veli, onca düş kırıklığından sonra “bana bu daireyi kim aldı?” diye sormaya korkuyordu. Kim olabilirdi ki? Ayten geldi aklına.
Daha fazla vakti olmadığını belirten avukat,
“Size bir zarf getirdim. Ben vekiliniz olarak gerekli işlemleri yaptım” deyip, inandırmak ister gibi zarfın içinden çıkardığı mektubu ve tapuyu verdi.
Veli aldı, ama kimdendi? Ne yazıyordu? Hemen mektubu okumasını istedi.
“Sayın Veli Ünal “diye başlayan kısa bir mektuptu.
“Geçirdiğiniz kazadan beri sizi takip ettim. Bir kez görüşebildik ama acılarınızı uzaktan da olsa hep yüreğimde hissettim. Ne kadar iyi oldunuzsa o kadar da üzüldünüz. Yaşamımı size borçluyum. Artık benim bir şeyler yapmam gerektiğini düşündüm. Avukatım aracılığıyla tapusunu gönderdiğim daire bundan sonra sizindir. Umarım Tanrı sizi daha fazla sınamaz. Saygılarımla.
Pa….Otobüsü saat 21.00 servisi 19 numarada oturan yolcu Perihan.
edebiyathaber.net (4 Mayıs 2023)