Her iki ayda bir yeni biriyle çıkıp geliyordu A. yanıma. İki ayda bir sevgili değiştiriyordu ve her seferinde benden onay beklercesine gelip benimle tanıştırıyordu beraber olduğu adamları. Biri doktordu, bir diğeri mimar, öteki yazar, bir diğeri akademisyen, bir sonraki de tasarımcı. Alelade insanlarla beraber olmayı sevmiyordu hiç, hep yeni birilerini istiyordu, hep daha iyisini arıyordu ve her seferinde bu kez tamam artık aradığımı buldum dercesine gelip benimle tanıştırıyor sonra da ayrılıyordu.
Nasıl olduğunu anlamadan bir süre sonra A.’nın bütün eski sevgilileri benim yakın arkadaşım oldu. A. onlarla ayrıldıktan sonra ben onlarla konuşmaya, görüşmeye devam ettim. İlk başlarda A. böyle olmasını istiyordu, bir nevi casusluk gibiydi, onlardan ayrıldıktan sonra A. arasını bozsa bile ben bozmuyor görüşmeye konuşmaya devam ediyor böylelikle A. ile birlikteyken neler düşündüklerini, A.’dan sonra hayatlarının nasıl olduğunu öğreniyordum. Oyun gibiydi her şey bizim için. Bir isim bile bulmuştuk bu oyuna, A’nın aşkları. A.’nın eski aşklarının casusluğunu yapıyordum. Bir sıkıntım yoktu aslında bu konuda, hepsi terbiyeli düzgün insanlardı. Ben zaten hemen hemen hepsine iyi notlar vermiştim A. ile birlikte olduklarında. Hem ayrılmalarının asıl nedeni hep A.’dan dolayı idi. A.’nın bitmek tükenmek bilmeyen aşk arayışındandı her şey. Aşkı arıyorum diyordu bana A., onu bulduğum zaman elbet aramayı bırakacağım. O aşkı aramaya devam ettikçe ben, onun eski aşklarıyla arkadaş oluyordum. Hatta bazılarından ciddi ciddi etkilendiğim oluyordu ve A.’nın nasıl olup da onları bıraktığını anlamaya çalışıyordum.
A’nın eski aşklarından dolayı arkadaş listem gün geçtikçe kabarıyordu, her iki ayda bir yeni insanlar ekleniyordu telefon rehberime, sonra onların da arkadaşları ile tanışıyordum. Bir süre sonra öyle çok arkadaşım, öyle çok tanıdığım olmuştu ki A. bile şaşırıyordu bu duruma. İçten içe bazen bana kızdığını düşünüyordum çünkü o artık bu oyuna gerek yok dese de ben yine de arkadaştım A.’nın eski aşkları ile.
Aşkı aradığı vakitlerde ortadan kaybolurdu A., görünmezdi bir süre ortalıkta. O zaman anlardım ki yeni bir aşk peşinde A. şimdi durup düşünüyorum da bazen çok cesurdu aslında A. korkmazdı öyle ilişkilerden, gözü karaydı, aşkın peşinden giderdi hep. Ağlardı, günlerce üzülürdü, kahrolurdu ama hiçbir zaman tövbe etmedi aşka, hiçbir zaman kenardan durup bakmadı. Cesurdu her zaman. Benim gibi olmadı. Ateşe attı o her zaman kendini. İyi ki de atmış aslında. Cesur olmak gerekirmiş bazen, sonradan anladım ben de bunu ama geç oldu işte. İnsan kaybedince bazen elindekini, o zaman anlıyor değerini. A. gidince anladım ben de onun değerini.
Aşkı aradığı bir vakitti A.’nın. Gene yoktu ortalarda. Üç aydan fazla olmuştu görüşmeyeli, merak ediyordum ama onun arayacağını bildiğimden ve de insanları pek arama adetim olmadığından aramadım. Bir gün işteyken telefonum çaldı sonra, bilmediğim bir numaradan arıyordu A. heyecanlı heyecanlı akşam buluşmamız gerektiğini söyledi. Akşama haberleşiriz diyip telefonu kapattım, gene her zamanki aşklarından biridir, yeni bir oyun başlıyor dedim içimden. Yanılmışım, sonradan anladım. İşten çıktıktan sonra A.’nın yanına gittim. Yazdı, hava sıcaktı sokaklara masalar çıkartmıştı lokantalar, beni görünce sevindi A., yüzü güldü, arkası dönük adama dikkat etmedim ilk başta, dikkatimi çeken ilk şey A’nın gözleriydi. Işıl ışıl bakan gözleri, mutlu bir insanın gözleriydi bunlar. Yıllar önce küçükken daha annemle babam ayrılmamışken, her şey yolunda giderken, o kadın hayatımıza girmemişken babam da bakardı böyle anneme. Işıl ışıl bakardı, aşktan parlar demişti anneannem onlara baktığımı görünce, aşık olunca insanın gözü parlar. Gülüp geçmiştim, işime gelmemişti belki de anlamamıştım ya da anlamak istememiştim, bilemiyorum. İşte o akşam A.’nın gözleri aşık birinin gözleriydi, o zaman anladım A.’nın aradığı aşkı bulduğunu. Beyaz elbisesi ve kafasında mavi bantı ile beni görünce sevindi A. kalktı sarıldı, arkası dönüktü adamın, görmedim yüzünü, sonra tanıştırdı beni arkası dönük adam ile. Yüzünü döndü adam, gözüm karardı birden, bayılacak gibi oldum, içim çekildi. Yıllarca içim çekiliyor içim çekiliyor diyen insanlara o zaman hak vermiştim işte, çekiliyormuş insanın içi, bir şey kopunca içinden, çekiliyormuş ipler. Tam da öyle olmuştu bana. S. idi A.’nın yanındaki. Yıllar önce beni bırakıp giden S. Amerika’ya gidip hayallerinin peşinden koşan beni ortada bırakan S., şimdi A ile birlikte yaz sıcağında sokağa atılan masalardan birinde oturuyordu. En sevdiği içkiyi içiyordu, bana alıştırdığı gibi A.’ya da alıştırmaya çalıştırdığı her halinden belli bir şekilde A.’nın önünde aynı içkiden vardı. Konuşamadım, dilim tutuldu. Tansiyonum düştü herhalde diyip sandalyeye çöktüm, şaşırdı A, yüzü değişti S.’nin de. A. tanıştırdı sonra beni S. ile. Ben limonlu sodamı içmeye çalışırken, bir yandan da titreyerek sigara yakmaya çalışıyordum, endişeliydi A.’nın yüzü, tuhaftı S.’nin bakışları. Hatırlıyordum bu bakışları bir yerden, acıma bakışlarıydı bunlar. Hep aynı ifadeyi takınırdı yüzü acıyarak bakarken birine. Yıllar geçmişti aradan, hala aynıydı. Aynı uzun boy, aynı saçlar, aynı bakışlar, aynı yüz ama aslında o kadar da aynı değildi, değişmişti işte, geri gelmişti, A.ile birlikteydi, ele ele diz dizeydi. Işıl ışıldı gözleri tıpkı A.’nınkiler gibi.
Her şey yolundayken ya da aslında yolunda olmayıp ben yolunda olduğunu sanırken, bir sabah kahvaltı ederken S. bakışlarını kaçırmaya başlamışken anlamıştım aslında her şeyin o kadar da yolunda olmadığını ama kondurmamaya çalışmıştım. Çay kaşığı ile oynuyordu S., çayını karıştırdığı halde, çayın içinde oynanıp duruyordu kaşık ile. Sıkıntılı zamanlarında yapardı bunu, tanıyordum onu, her hareketini biliyordum, her bakışı, her dokunuşu, her öpüşü, ağzından çıkan her heceyi. Çayını karıştırmayı bıraktıktan sonra, bakışlarını kaçırarak yapamıyorum demişti, hayallerim var benim, gidiyorum, Amerika’ya gidiyorum, hayallerimin peşinden koşacağım, burada koş dediğim zaman olmaz demişti bana, sen söyledin hayallerimin peşinden koşmamı, sen öğrettin eksiğim ben demişti. Susmuştum, hak vermiştim çünkü ben öğretmiştim ona hayallerin insanı yaşattığını, üç kuruş paraya kıt kanat çalışırken, gecemi gündüzüme takıp yazarken, yayınevlerinden dosyalarım bir bir geri çevrilirken yılmayıp deneyen, hayallerinin peşinden koşan bendim çünkü S.’ye de böyle yapmasını böyle yaparsa ancak o zaman kendi olabileceğini söylemiştim. O da öyle yaptı, o sabah kahvaltısından sonra gitti. İlk günlerde konuşuyorduk, haberleşiyorduk sonra sonra haberleşmelerimiz ve telefon konuşmalarımız azaldı, e postalar yazmaya başladık birbirimize, sonra onlarda tek cümleye düştü sonra da kayboldu zamanla. Arada sırada gazetelerde, dergilerde duyuyordum adını, genç yönetmen diye, başarı haberlerini okuyordum. Mutlu oluyordum, hayallerinin peşini bırakmadığı için mutlu oluyordum. S.’nin Amerika’ya gitmesinden beş ay sonra tanışmıştım A. ile. Vapurda tanışmıştık, sigara içmenin yeni yasaklandığı günlerde, görevlilere yakalanmadan sigara yakmaya çalışırken A. gelip çakmağını vermişti bana. Kıkır kıkır gülmüştük vapur yolculuğu boyunca, sonra da bir fincan kahve içmiştik kıyıya varınca. Aynı gibiydik A. ile, aynı tepkileri veriyor, aynı şeylere kızıyor, aynı şeylere gülüyorduk. Ne kadar aynıysak o kadar da farklıydık aslında. O benim cesur yanımdı ben de onun çekingen tarafı. O beraber olduğu adamları anlatırdı ben gülerdim. Benden anlatmamı beklerdi ben susardım. Münzevi derdi bana, münzevi, çekilmişsin köşene bekliyorsun, koş, katıl hayata. Hayattaydım aslında ben de, uzaktan bakıyor yazıyordum. S. genç başarılı yönetmen olarak başarılardan başarılara koşarken benim de hikayelerim yayınlanıyordu dergilerde. Aşk’ı arıyordu A., her seferinde yeni bir aşk ile karşıma çıkıyordu, ilk benimle tanıştırıp onayımı alıyordu sonra da. Cesurdu A, hem de çok cesurdu. Gözünü karatıp balıklama dalardı aşka, aradığım bu derdi her seferinde yanıldığını kabul ederek, pişman olmadı ama hiçbir zaman. Çekilmedi köşesine benim gibi. Beş yıl olmuştu S.’nin gidişinin üzerinden, beş yılda kardeşim olmuştu A. Kardeşim gibi sevmiştim bir ağustos günü vapurda karşıma çıkan bu tuhaf küçük kadını. Uzun zaman görüşmediğimiz olurdu ama o hep oradaydı bilirdim. Cesur yanımdı A. dinledikçe onu cesaret alırdım ama yapamazdım, bir keresinde uzun bir e posta yazdım S.’ye. Yazdığım onca satıra onca cümleye karşılık olarak bir cümle geldi cevap. Bir daha denemedim, telefon rehberinden sildim adımı, yazdığım yerlerden sildim, e posta adresini sildim, fotoğraflarını yırttım, gittiğimiz sinema biletlerini, bana aldığı hediyeleri yaktım. Çöpe atacaktım kıyamadım, yaktım. Bir kutuya koydum S.’den kalanları, bir çukur kazdım sonra, kutuyu gömdüm bu çukura. Beton döktüm üzerine de. Unutup gideyim diye de geçmedim bir daha önünden. Bugüne kadarmış ama A ile S karşıma çıkana kadarmış. Onlar o sıcakta el ele otururken karşımda, tanımamazlıktan geliyorduk birbirimizi. Sanki biz biz değilmişiz gibi, yeni tanışıyormuşuz gibi sorular soruyorduk sahte bir kibarlıkla birbirimize. Mesafeli, suskun, oradaymış ama değilmiş gibi.
A’nın heyecanı her halinden belli oluyordu S. bana yabancıymış gibi bakarken. Sigara üzerine sigara yakarken dayanamadı parmağını gösterdi “evleniyoruz” dedi, ışıl ışıldı yine gözleri. Tebrik ettim çok mutlu olduğumu söyleyerek, mutluydum aslında. A. için mutluydum, aradığı aşkı sonunda bulduğuna inandığı için mutluydum, S. için mutluydum, her şeye devam ettiği, kendini bırakmadığı için mutluydum. Onların mutluluğu benim mutluluğum diyerek mutlu olmaya çalışıyordum, avutuyordum kendimi. Bir işim olduğunu bahane ederek kalktım yanlarından. Duramadım, dayamadım o ışıl ışıl bakan gözlere daha fazla.
İki hafta sonra davetiyeyi buldum posta kutusunda, süslü püslü, cicili bicili A ile S’nin nikah töreninde aramızda sizi de görmek istiyoruz yazıyordu üzerinde. Gidemedim, şehir dışında işim olduğunu bahane ederek, özürler üzerine özürler dileyerek gitmedim. Çıkmadım evden uzun bir süre. Kaç ay çıkmadığımı hatırlamıyorum şimdi ama bir mevsimin öylece geçtiğini biliyorum. Mevsim kıştan bahara dönerken, havalar yavaş yavaş ısınırken, cemreler sırayla düşerken A ile S.’yi düşünüyordum, mutlu yuvalarını, evlerini. Bir mevsim geçmişti üzerinden, aramamıştım A.’yı, o arayıp görüşmek istediğinde de bahaneler üretmiştim. Okuldan çıkmış eve yürürken A. aradı. Uzun uzun çaldırışından bir sorun olduğu belliydi, kötü zamanlarda uzun uzun çaldırırdı A. dayanamadım açtım telefonu, ağlıyordu A.
“Gitti” dedi. “S. gitti”
Hayallerinin peşinden gitmişti gene S. lanetler savurdum içimden o ara kendime işte. Bunu ona ben öğretmiştim çünkü. İlk kurban bendim son kurban da A. işte böylece bitti A’nın aşkları. O da benim gibiydi artık. Sessiz, sakin, münzevi. S.’nin kurbanlarıydık biz.
edebiyathaber.net (14 Ocak 2021)