Bu topraklarda doğdum ben. Cümle Dağı’nın eteklerinde. Kendimi bildim bileli burada yaşarım. Dallarıma bin bir çeşit kuşlar konar. Serçesi, saksağanı, baştan karası.Hepsini ötüşünden tanırım.
Bazen tavşanlar yolunu şaşırır, dolanır çevremde. Bazen de sincaplar yuva yapar bedenime. Dik kulaklı tilki her öğlen uyur gölgemde. Güneşin ışığı dallarıma ne vakit gelecek bilirim. Dağın gölgesi üstüme vurduğunda en keyifli benimdir ormanda.
Dostum kavakla çok fırtınalar gördük.Dallarımız kırıldı ama yıkılmadık. Kışın kar yağdığında Selvi ile güldük halimize. Tüyden hafif olan karı taşıyamadı dallarımız savurdu yere. Meşe ile günlerce kavruldu bedenimiz. Bir damla yağmura hasret kaldık. Yandı ciğerlerimiz.
Komşu köyden keçi sürüsü geçer her gün yanımdan. Çoban çocuk, serinliğimde dinlenir,çalar kavalını.
Yavru oğlaklar meleşir, yer körpe otları.
Az ötemde şırıl şırıl akan dere sadece bana anlatır derdini.
Başımın üstünde yeri var doğan her günün. En güzel rüyalarımı, gece ay ışığı yapraklarıma vurduğunda gördüm.
Bugün biraz huzursuz uyandım.Sabahın köründe uğultuları duyunca dikkat kesildim. Yakınımda birkaç insan toplanmış konuşuyordu.
Kulak kabarttım söylenenlere. Beni alıp götüreceklermiş bir başka yere.
Tünel geçecekmiş yaşadığım bu topraklardan.Sökülmem gerekiyormuş acilen.
Aklım gitti başımdan. İçim ürpertiyle doldu bir an. Tanımadığım, bilmediğim yerde ne yaparım ben? Nasıl yaşarım dostlarım olmadan?
Dikkatlice taşıyacaklarmış, yaşatacaklarmış beni. Ben zaten yaşıyordum, üzerime ellerini sürmeselerdi.
Bu kadar kolay mı bir canı yerinden yurdundan etmek. Yoksa kalpleri taştan mı?
Bir kuş olsaydım uçardım. Balık olsaydım yüzerdim. Boz bir yılan olsaydım kıvrıla kıvrıla sürünerek kaçardım.
Dostlarımla bile vedalaşamadan, kocaman bir makine yanıma yanaştı. Sesi gök gürültüsü gibiydi, gövdemden kavradı. Yukarı doğru çekti beni.O an dalımda bir tarla kuşunun ötüşü yarım kaldı. Kanatlanarak uçtu maviliklere.
Sımsıkı sarılsam da toprağıma,tutunmayı başaramadım.Ne ayazlar, fırtınalar gördüm. Hiç böyle acımamıştı bedenim.
Son bir kez nefesimi toprağıma verdim. Sağırdı insanlar çığlığımı duyuramadım.Köklerim lime lime ayrıldı. Saçaklarımdan düşen böcekler yerlere saçıldı.
Gözyaşlarımı bıraktım usulca. Toprağa süzüldüler yavaşça.
Doğduğum, büyüdüğüm, yaşlandığım topraktan dakikalar içinde ayırdılar beni. Köklerimi sardılar paketlediler bir bohça gibi.Yapraklarım koptu dalımdan düştü yere. Son bir kez baktım onlara kederle.
Uzun bir araca yerleştirdiler beni. Ezildi yapraklarım.Tükendi nefesim.
Öğle vakti beni bir parkın bahçesine koydular. Karanlık bir kuyu gibi Issızdı her yer.
Tepelerde uzun binalar, kül rengindeydi bulutlar.
Benim yurdumda mavi yeşile karışırdı.
Dağ çiçeklerinin şarkısını duyardım. Güneş parlardı.
Doğduğum toprak bir başka kokardı. Kekik kokusu her yere yayılırdı.
Yaşatacaklardı ya hani beni? Nedir yaşamak? Bir kuşu sesinden tanımıyorsan.
Nedir yaşamak? Bir kuzunun melemesiyle güne uyanmıyorsan.
Başımı kaldırdım baktım beyaz bulutlara. Keşke dedim bir rüzgâr olsam. Ya da bir kuş cıvıltısı.O zaman belki dönebilirim toprağıma.
Yeşilim solmaya başladı.
Kabuklarım kurudu.
Şakacı bir kuş konsa dalıma ve dese ki:
“Üzülme bütün bu yaşadıkların bir oyundu.
Sabah kavuşacaksın toprağına.
Haydi şimdi yat uyu.”
edebiyathaber.net (19 Mayıs 2022)