Öykü: Ağızım ben | Zeliha Tamer Uçar

Mart 3, 2022

Öykü: Ağızım ben | Zeliha Tamer Uçar

Kızım, orta sehpanın üzerine terlik, tarak ve kepçeyi yan yana dizdi. Annemin önüne geldi, devler ülkesinde ezilmekten korkan bir cüceydi aramızda. Peltek bir dille “evciiiik” dedi. Dört çocuk büyüttüğü halde kızımın dilini hiç sökememiş, sökmek için teşebbüs bile etmemiş annem saf bir devden farksız, anlamaz gözlerle yüzüme baktı.

-Torunun seninle evcilik oynamak istiyor.

Annem “Terlik, tarak, kepçeyle mi!” diyerek yüzünü ekşitti.

-Bizimle çok oynardın.

Annemin canı sıkılmıştı. Elinin tersini havaya sallayarak “Git Allah’ını seversen. İş yapmaktan oyun oynamaya vaktimiz mi oldu bizim,” deyip kaşlarını çattı.

-Yok, oynardık oynardık. Bunlar senin en ustaca kullandığın savaş aletleriydi.

Göğsümde ne olduğunu anlayamadığım bir duygu uzadı, sonra kabarıp söndü.

Annem suratıma ters ters baktı. Anlamak işine gelmiyordu. Ne de olsa suda yürür, izini belli etmezdi cücelerin yüreğine korku salarken.

Kızım devlerin arasında geçen bu konuşmadan bir şey anlamamıştı. Anneannesinin iri başparmağını cüce parmaklarıyla avuçladı. Kendine doğru çekiştirdi, yüzüne bakıp gülümsedi:

-Evciiiiiiik!

Annem gönülsüz ayağa kalktı. Sehpanın etrafına oturdular. Savaş aleti olarak kullanmaya alışık olduğu terlik, tarak, kepçeyle nasıl oynanır bilemediğinden duraksadı annem. Sonra da isteksizce torununa uyum sağlamaya çalıştı.

-Siz oynayın. Çayı alıp geleyim.

Çay doldurma bahanesiyle mutfağa kaçtım. Pencereyi açtım. Ocağın aleviyle sigaramı yaktım. Biriktirdiğim bütün öfkeyi havasızlıktan boğup öldürmek isteğiyle sigarayı iştahla peş peşe nefesledim. Ardından hırsla çevire çevire kül tablasına bastırdım. Bardakları doldurup salona geri döndüm.

Masanın üzerinden oyun hamurlarını alıp kızıma vererek dikkatini başka bir oyuna çevirdikten sonra müzakere masasına oturur gibi annemle bizi bekleyen hazır kahvaltı sofrasına kurulduk.

Kızım orta sehpanın üzerinde hamurla oynamak için yer açmak istemiş olmalı ki; terlik, tarak ve kepçeyi getirip annemin sağ tarafına masanın üzerine bıraktı. Naciye Sultan hafif öfkelense de belli etmemeye çalışarak alıp yere koymak istedi.

-Bırak kalsın, yardımcı destek güçlere ihtiyacın olduğunda kullanırsın, deyip güldüm.

Söylenerek zeytin tabağına uzandı. “Ne haliniz varsa görün, çocukları tepenize çıkarmayı annelik sayıyorsunuz.” 

Biraz havadan sudan, komşularından söz ettikten sonra ağabeyimle gelininden yaka silkti. Sonra lafı yeterince dolandırdığını düşünmüş olmalı ki konuyu asıl meseleye getirdi.

-Biliyorsun kızım ağabeyinin elinin bir iş tuttuğu yok. İki çocuk bir de karısıyla tepemizde. Baban ayakkabı tamirciliğini bırakıp dükkân açmak istiyor. Hem o zaman ağabeyin eşek gibi gidecek o kasanın başına. Bu iş altı boğazı doyurmuyor artık. “İki yüz bin lira yeter,” dedi baban. Senden başka da diyecek kimsemiz yok.

-Anne daha babamın aldığı dikiş makinesinin kredi borcunu ödüyor kocam. Bir de ağabeyimin kumar borcunu altınları satıp kapattığımı duysa boşar beni.

Annem sanki komşusundan bir baş sarımsak istiyordu. Genişliği sinirlerimi bozdu. Önümdeki çatala uzandım. Tabaktaki tatlıyı şuursuzca mideme indirdim. Kendime ne yaptığımı fark ettiğimde son lokmam ağzımın içinde büyüdü, yutamadım. Beni mengeneye sıkıştıran anlamlandıramadığım bir duyguyla daraldım.

Annem yüzünde pişkin bir gülümseme “Bu dükkân işi bir tutuverirse yakandan düşeriz hem fena mı olur,” diyerek çayı höpürdeterek içti.

Kaşlarımı çatıp sert bir bakış attım. Bu tepkimi hiç beklemiyordu sanırım.  Konuşurken elini kolunu nereye koyacağını bilemedi, masanın üstünde duran terliği aldı sallamaya başladı.

Şaşırdım. Terliği salladıkça kara bir deliğin girdabına kapıldım. On yaşında kedinin önünden kaçan bir fareydim artık. Salondan oturma odasına koşarak geçtim.

-Nişan al, ateşşşşş.

-Ciiiiiiiiivvvvv

-Tam isabet. İyi nişancıdır benim annem.

Annem ayağındaki diğer terliği eline aldı, sallayarak tehdit savurdu.

-Getir o terliği tarla faresi.

Bir terlik de sırtıma yiyeceğimi bile bile kuyruğumu bacaklarımın arasına kıstırıp anneme götürdüm.

Yeniden o garip duygu kabardı, kabardı, damarlarıma yürüdü. Dişlerimi sıktığımı fark ettim. Çenemi gevşetmek için yanaklarımı ovaladım.

Belli belirsiz bir gülümsemeyle “Kızartmalardan ister misin? Sen seversin,” diyerek masanın ortasındaki kızartma tabağını alarak anneme uzattım.

Benim sesimle hipnozdan çıkmış danışan gibi kendine geldi, elindeki terliğe baktı.“Yemek masasında ne işi var bunun,”diyerek yere attı. Terliğin parkeye çarpma sesini duyan kızım koşa koşa geldi. Terliği yerden alıp incecik bileğine geçiriverdi yeni bileziğini. Masadan tarağı, kepçeyi de alıp bana yanaştı.  “Kucak,” dedi. Tarağı bana uzattı “Cici bap,” diye gülümsedi. Kızımın saçlarını taramaya başladım.

Annem öfkeyle sesini yükselterek “Şartın şurtun kalmamış senin, sofrada saç mı taranır Semra! Hiç mi bir şey öğretemedim sana!” dedi.        

Banyoda aynanın önünde, musluktan sicim gibi akan suya işaret parmağının ucuyla dokunmaya çalışan, beş yaşında bir kız çocuğu gözleri dolu dolu bana baktı. Arkasında bir dudağı yerde bir dudağı gökte bir dev anası saçlarını tarakla yoluyordu.

 “Kız kurt mu var götünde, kımıldayıp durma su sıçanı. Tövbe! İşim gücüm var akşama kadar seninle uğraşamam,” diyerek tarağın tersini kızın kafasına vurdu. Musluktan akan suyla tarağı ıslatıp elektriklenen saçlarını tekrar tarayıp bağladı. Çocuk “Su sıçanı ne demek anne?” diye gülümsedi. Kadın “Aynaya bak görürsün,” dedi soğuk bir sesle.

Aynadan banyonun içine sarktım, çocuğu koltukaltlarından tutup çektim. Dev anası şaşkınlıktan tarağı elinden düşürdü. Dev anasından kurtardığım kız çocuğu ürkek gözlerle bana baktı. “Korkma! Annen benim artık. Koruyacağım seni,” deyip sarıldım. Gülümsedi.

Kızımın saçlarını tarayıp, bağladım. Dönüp bana baktı. “Haydi, git aynada kendine bak, sen çok güzel bir kızsın,” dedim. Kızım tarağı da alarak kucağımdan indi, pıtır pıtır koridordaki aynaya koştu.

Annemin cep telefonu çalmaya başladı. Göz ucuyla baktım ağabeyimin hanımı arıyordu. Kızartma yerken elleri yağa bulanan annem “Aman kızım aç da hoparlöre alıver telefonu. Gelin gezmeye gidecekti. Çocuklara bakarım dediydim. Akıl mı kaldı para derdine düşünce,” diyerek telefonu elinin tersiyle işaret etti.

O, bir emir eriydi artık. “Buyur kızım. Semra kahvaltı hazırlayınca oyalandım. Yarım saate evdeyim Fulya,” dedi. Fulya anneme beş bin lira da planladıkları tatil için istemesini söyledi. Ağabeyim kredi kartlarının limitini doldurdu diye tatil planından vazgeçemezmiş. Annem yutkundu, kaşlarının altından yüzüme bakarak tepkimi ölçmeye çalıştı. Telefonu sesli konuşmaya aldırdığına bin pişman “Sonra konuşuruz Fulya,” diyerek sağ elinin serçe parmağının ucuyla telefonu kapatmaya çalışırken gelinimizin öfkeden cırlayan sesi yükseldi “Sonrası yok bu işin…” Ses kesildi.

Annem o telefon konuşmasını hiç yapmamıştı sanki. Yağmurda ıslanmış zavallı bir kedi yavrusuydu şimdi.  Gözlerini kaçırarak, yumuşak bir sesle “Kızım ana baba hakkı, iki tane sabinin hatırı için bu kez de veriver,” dedi.

Bir anda nevrim döndü, ayağımın altından yer kaydı, masa sallanmaya başladı. O ara nasıl oldu bilmiyorum, kızımın masanın üzerinde bıraktığı kepçeyi elime aldığımı hatırlıyorum.

Kepçeyi elimde bir gürz gibi sallamaya başladım.

-Sen kimsin?

-Ben ağızım.

-Dünya nedir?

-Dünya anamın memesi. Bana bakın, beni doyurun. Beni sevin.

-Mehh! Em de zıbar. Uyu artık.

Masanın diğer ucunda oturan dev anası kabardı. Küçülen ellerime kepçeyle vurdu. Çek ellerini tabaktan bakayım, ağabeyin yiyecek.”

Elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim. Dev anasından kurtardığım kız çocuğuna verdiğim sözü hatırladım. Ayağa kalktım.

-Banka kredileri düşmüş anne. Ağabeyim adına başvurun krediye. Hem fena mı o da elini taşın altına koymayı öğrenir. Kocamdan para isteyecek yüzüm kalmadı artık.

-Semra soğuksun kızım kusura bakma da. Sen böyle değildin, nerden geldiğini unuttun rahat yüzü görünce.

Masadan kalktım. Yerde oynaya kızımın yanına oturdum. Ne dediğini anlamadığım boğuk bir ses arkamdan söyleniyordu.

edebiyathaber.net (3 Mart 2022)

Yorum yapın