Arnavut kaldırımlı bir sokakta, Rumlar, Ermeniler, Türkler, Arnavutlar hep birlikte yaşardık ve ben o kaldırımları mahallenin bakkalı Arnavut Hacı amca yaptı sanırdım. Kapılar kilitlenmezdi bu mahallede, çocuklar istediği bahçeye girip erik toplayıp yiyebilirdi. Kimin başı derde girse herkes yardımına koşardı. Mutluyduk, mesuttuk ve de çocuktuk daha ne olsundu ki.
Hele ben, hele ben en mutlu çocuktum muhakkak. Sabahlar oldu mu, uyanır uyanmaz kafamı kaldırıp başucumdaki pencereden karşı eve bakardım. AH Eleni, ah karşı pencere. Çocukluğumun zapt edilemeyen kalp atışları, bitmek bilmeyen heyecanları. Çok erken uyanmazdı Eleni, uyandığında perdeyi çeker, penceresinin kanadını açar, Üzerinde kımızı çiçekli geceliği, bir askısı omuzundan düşmüş, düzeltmeye kalkardı. Ben seslenirdim karşıdan, ne olur, düzeltme Eleni… Sonra temiz havayı şöyle bir içine çeker ve uzun süre bırakmazdı. O temiz hava sanki bütün damarlarında dolaşır, bütün gece paket paket içilen sigaraların ziftini eritir, devrilen rakı şişelerinden bedenine sızan alkolü temizlerdi.
Mahallede en göz alıcı ev onunkiydi. Tıpkı geceliği gibi, çiçekli, böcekli, kırmızı kiremitli… Sardunyalar, menekşeler, fesleğenler. Şöyle bir dokunurdu fesleğenlere, kokusu bizim eve kadar ulaşırdı, içime çekerdim Eleni’nin kokusunu. İtilip kakılmış, açlıktan bir deri kemik kalmış sokak kedileri kapısının dibinde. Her birini kucağına alıp okşardı ki, ben karşıda perişan. İşte o an, bir kedi olasım gelirdi, tüyleri yoluk yoluk, yağmurda ıslanmış, keneler yapışmış bir sokak kedisi. Gidip kapısına yatasım gelirdi.
Ah Eleni, bilirdi benim ona aşkımı. Nasıl bilmesin ki, karşılaşınca şu ergenlik sivilceleri dolu suratım kıpkırmızı olur, gözlerine bir türlü bakamazdım. Oysa ne çok bakmak ister, o gözlerinin harelerinde kaybolsam derdim. O da laf atardı bana inadına inadına, dersler nasil gidiyor çocuk, derdi güzelliğine sevimlilik katan şivesiyle. Sonra da eklerdi, bre çocuk yakısıklı oluyorsun gittikçe, diye. Benimle dalga geçiyor, derdim, çünkü onun çok aşığı vardı. Bazıları kendi aralarında kapışır, kavgalar çıkarırlardı. Eleni perdenin arkasından gözlerdi olan biteni. Korkardım ona zarar verecekler diye, belalıları.
Bir gün yanağımdan makas aldı, hem de tam sivilceli yerinden. Kalbim çıktı çıktı, tekrar yerleşti kafesine. Okula gidiyordum ki gidemedim. Çayırlara, bayırlara yol alıp, çimenlerin üzerine uzandım. Bütün gün hayal kurdum. Perdeyi açıp bana öpücük yolluyordu Eleni, omuz askısı düşük. Akşam olunca eve döndüm, ama kimse okul ile ilgili bir şey sormasın diye de hemen odama gittim, derslerim var dedim bizimkilere.
Geceleri bakmazdım karşı pencereye, karanlıkta karanlık adamlar gelip giderdi Eleni’ye. Bol acılı müzik sesleri, gürültülü kontrolsüz kahkahalar. Eleni’ nin gülüşlerini duymamak için kulaklarımı tıkardım, keşke kapatsa pencerelerini derdim.
O uğursuz gece bol gürültülü bir geceydi işte, bol şişe kırıklı. Bende ise kucak dolusu hayal kırıklıkları… Kulaklarımı tıkamıştım, her gece küserdi m işte böyle Eleni’ye ve uyuyakalırdım. O Gece rüyamda devam ediyor sanıyordum kırılmalar, dökülmeler, gürültüler. Oysa yanı başımda, karşımda, Elenimin evinden geliyormuş sesler. Bütün mahalleli pijamalarıyla koşturuyordu eve doğru, polis siren sesleri önce uzaktan, sonra yakından. Ben de koştum yalınayak. Ne olur Eleni sana bir şey olmasın, ben büyüyorum, seni koruyacağım bu adamlardan, ne olur… Eleni’yi bir sedye’de çıkarıyorlardı kırmızı çiçekli geceliğiile bir omuz askısı düşmüştü yine. Kalbinde bir bıçak, dudağının yanından incecik bir kan sızıntısı. Tam sedyeyi yanımdan geçiriyorlardı ki düzelttim askısını, kaldırdım omzuna, anladım ki veda ediyordum çocukluk aşkıma…
Nazan Çinko kimdir?
1964 Bandırma doğumlu. Emekli kimya öğretmeni.
Ortaokul yıllarından beri günlük yazıyor. Yazdıklarını,” Öğretmenin Kaleminden” adlı bloğunda yayımlıyor.
edebiyathaber.net (5 Mart 2020)