“Babam öldü,” dedi. “Üç ay oldu ve bizler öyle saçma sapan bir laf gibi ortada kaldık.” Yüzüme baktı ve kaldığı yerden devam etti: “Öyle Camus’un kitabındaki gibi değil. Babam gerçekten öldü ve biz bu gerçeği her gün ve her saat yaşıyoruz. Acımızın mürekkebi henüz kurumamıştı. Yasımızda eksik olmayan komşular, babamın ölümünden sadece üç hafta sonra evimize yeniden geldi ve iki laf arasında evlenmem gerektiğine hükmettiler. Çünkü ben ve annem, kadın başımıza ne yaparmışız bundan sonra. Çünkü her eve bir erkek lazımmış. Çünkü bir erkeğin ardından kalan kadınları, bir başka erkeğin mutsuz etmesi için aralarına karışması gerekirmiş. Tam olarak böyle mi söylediler, emin değilim. Ama ben öyle anladım. Elbette kabul etmedim. Yani en azından iki ay ve bir hafta boyunca direndim. Ama sonunda pes edip yine o hüküm buyuran komşularımızın münasip gördüğü, bilmem hangi devlet kurumunda çalışan ve bilmem kimin oğlu ile ‘en azından’ bir çay içmeyi kabul ettim.”
İki gün önce de yanıma oturmuştu. Elindeki kitabı dikkatimi çektiği için bir süre bakakalmıştım. Tesadüflere inanırım, ama abartmam. Bugün karşımda oturan ve benimle aynı kitabı elinde tutan ve o kitap sayesinde diyaloğa geçtiğim kadın anlatıyordu bunları. Otobüsün camından bakıp devam etti: “Her yerde şubesi olan kafelerin birinde buluşacaktık. Üstümdeki gerginliği atmak için biraz erken gitmeye karar verdim buluşma yerine. Oturdum. İnsanları izledim bir süre. Babamı hatırladım. Onunla birlikte geçirdiğimiz zamanlar akıyordu gözlerimin önünden. Ölen birinin ardından iyi ya da kötü anı diye bir şey kalmıyor. Hepsinin yükü sizindir artık. O dönmemecesine gitmiştir çünkü. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Daha önce fotoğraflarını gördüğüm adam girdi kafenin kapısından. Beni gördü. Gülümseyerek oturduğum masaya doğru yaklaştı. Elini uzatıp ‘Merhaba,’ dedi. Yüzüne bakmaktansa az önce söylediğim tatlıya bakarak ‘Kafka sever misin?’ dedim. Afalladığını ses tonundan belli ediyordu. Olabildiğince özgüvenli bir sesle pot kırmamaya dikkat eder bir tonla ‘Tatlılarla pek aram yok ama yerim,’ dedi. Yüzüne baktım. Hiçbir şey söylememeyi tercih ettim. Çantamı aldım ve arkama bakmadan, hesabı ödeyip dışarı çıktım,” dedi kadın. Kısa bir an sustu. Bana ve ikimizin de elinde tuttuğu Kafka’nın Ceza Sömürgesi kitabına bakarak: “İşte” dedi. “Az önce oradan geldim.”
edebiyathaber.net (26 Nisan 2018)