Akşam yemeğine doğru kafenin iyice boşaldığı saatlerde geldi, keyifsiz görünüyordu. “Ne oldu?” dedim “Bir şey mi var?” “Evet” dedi “Bizim pederle kavga ettik.” “İlk kez değil ki” dedim, “her zaman kavga ediyorsun. Yine gitme meselesi mi?” “Evet. Amerika’da bir dil okuluna yazılayım diyorum izin vermiyor gidince dönmezsin diyor.” Amerika olması şart mı? İngiltere olsun ya da Malta.” “Onları da kabul etmiyor. Gitmek istiyorum arkadaşım, resmen boğuluyorum burada.” “Tamam, gideceksen Marmaris’e Bodrum’a git, mademki çok sıkılıyorsun.” “Oralar kesmez beni, bana değişik ülkeler lazım.” “Demek yine kapıştınız ha?” “Evet, ama bu seferki başka… Çok daha şiddetli geçti. Birbirimize çok hakaret ettik hatta ağzımdan pis bir küfür bile kaçtı.” “Ne? Utanmadan bir de küfür mü ettin?” “Dedim ya ağzımdan kaçtı.” “Sonra?” “Sonrası malum… Çok sinirlendi defol git gözüm bir daha seni görmesin,” dedi. “E ne olacak şimdi?” “Ben de onun için geldim. Babam sakinleşene kadar bu gece senin kafede kalsam olur mu?” “Bilmem… Hem kafede nerede yatacaksın burada yatak yok ki koltuklar desen ancak iki kişi zor oturabiliyor.” Akvaryumun yanındaki küçük sediri gösterdi. ”Buraya uzanabilirim.” “ Bu çok dar yan dönsen yere düşersin. O sedir kitaplara bakanlar için, kitaplara bakarken otursunlar diye yani.” “Olsun.” dedi, “Benim için sorun değil. Hem istersen içeride sana yardım ederim bulaşıkları yıkar tostları hazırlarım.” “O önemli değil.” dedim “ama yardım etmek istiyorsan o başka.” “Tamam, o zaman” dedi “anlaştık değil mi?” “Anlaştık,” dedim. “Benim için sorun yok.” Sonra akvaryumun tam karşısına geçti, “bunlar ne balığı?” diye sordu ve kendi yanıtladı “Japon balığı değil mi?” “Hayır.” dedim “Rainbow.” “Gök kuşağı yani. Ne kadar ilginç sapsarı ve yanları siyah çizgili tam ortalarında da nokta var.” “ Belli dönemlerde renkleri değişiyor ve tamamen siyaha dönüşüyorlar.” “Demek ki onun için bu ismi vermişler. Ne kadar ilginç?” “Şimdiye kadar aldığım en dayanaklı balık bunlar çıktı.” “E akvaryumun dibine hiç kum koymamışsın.” “Kum onları öldürüyor?” “Nasıl yani?” “Kumdaki nitrat onları öldürüyor” dedim. “Öyleyse satıcılar neden öyle satıyorlar?” “Ölüp de yenilerini alalım diye.” “Ne zalimlik…” Sonra balıkların karşısına geçti ben de içeriye geçip akşam için hazırlıklara başladım, akşam yemeğinden sonra gelecek olanlar için taze çay demledim, geldiğimde hala bakıyordu. “Ne var bu kadar bakıyorsun?” dedim. “Dans ediyorlar,” dedi. “Şu ikisi karşı karşıya geliyorlar öpüşeceklermiş gibi oluyorlar sonra tam yaklaşınca birden durup geri geriye yüzmeye başlıyorlar. Utanıyorlar” “Onlar dişi için güç gösterisi yapıyorlar,” dedim. Ama pek inanmadı “Basbayağı dans işte,” dedi. “Böyle estetik güç gösterisi olur mu?” fazla üstelemek istemedim zaten canı sıkkındı. Akşam fazla müşteri gelmedi ben de erken kapattım. Kapıyı kilitledikten sonra dışarıdaki demir kapıyı da üstüne kilitledim. “Korkma,” dedim. “Kapı çok sağlam dışarıda da kameralar var kimse girmeye cesaret edemez. Gençler biraz gürültü yapar hepsi o kadar malum yaz, içip içip tur atıyorlar, umarım rahat uyursun.” Çıkarken yedek anahtarları da bırakmayı ihmal etmedim. Ufacık sedirde uyumasına imkân yok çünkü. “Az daha unutuyordum,” dedim, “sabah erken kalkarsan ocağı yakarsın su kaynasın yeter, ayrıca dolapta sucuk ve kaşar peyniri var kendine güzel bir tost yaparsın, Çayı da demlersen iyi olur, yarın Cumartesi, iş çok, ben de o saate kadar gelmiş olurum.”
Ertesi sabah geldiğimde daha iyi görünüyordu her şeyi hazırlamıştı hem kendisine hem de bana birer tost hazırlamıştı. Birlikte kahvaltı yaptık. Bana yine balıkların dans ettiğinden bahsetti. Gece geç saatlere kadar balıkları seyretmiş. “Söyledim sana,” dedim, “dans değil güç gösterisi. Erkekler dişi için birbirini korkutmaya çalışıyor” “Bu seferki figürler başkaydı.” “Ne oyunu oynadılar?” dedim dalga geçerek; “Diyarbakır halayı mı yoksa Tekirdağ karşılaması mı?” “Hayır.” dedi “Kafkas oynadılar. Sen dalga geç bakalım. Ne yaptılar biliyor musun bir tanesi ortada durdu diğerleri etrafında döndü. Sonra da havai fişek gibi yukarı doğru çıkıp geri dönerek tekrar aynı hizaya geldiler.” “Yani dikey olarak demek istiyorsun.” “Evet.” dedi tıpkı Kafkas oyunlarındaki gibi dimdik duruyordu hepsi.” “Dikey durumda yan yan yüzen daire çizen balıklar ha? Çok ilginç gerçekten. Peki ya müzik? Onu unuttun bak palavracı. Müzik olmadan dans olur mu?” “Bilmiyorum. İçlerindeki şarkıyı dinlediler belki.” “Yuh be yıllardır şu akvaryuma bakıyorum bir tane dans görmek nasip olmadı. Amma şanslı adamsın. “Şansla ilgisi yok, sadece benim gibi yapacaksın. Sabaha kadar nöbet tutup izleyeceksin.” “Ne yani sabaha kadar balıkları mı gözledin?” “Evet. Bir şeyler olacağını bekliyordum. Buna sezgi derler.” “Haydi, birer kahve içelim de kendimiz gelelim. İçki de içmiyorsun nerden uyduruyorsun bunları? Yoksa başka bir şey mi kullanıyorsun?” Kızdı; “Yok, daha neler” dedi. “Yani sen şimdi ciddisin öyle mi?” “Evet ciddiyim. Şaka yapar gibi bir halim mi var?” “Bak,” dedim, “sabaha kadar uyumadıysan rüyanda görmüşsündür uyku sersemliği ile de bunu gerçek sanmışsındır. Olur bazen böyle şeyler.” “Denemesi bedava,” dedi, “Oturursun akvaryumun karşısına sabaha kadar sabırla beklersin.” Fazla yüklenmek istemedim. “Eve git istersen.” dedim. “Annen de merak etmiştir. Babandan da özür dile gönlünü al kapansın bu iş.” Sessizce çıktı. Akşama doğru tekrar geldi. “Ne oldu dedim? Her şey yoluna girdi mi?” “Eh,” dedi, “kısmen ama babam hala kızgınmış bütün gece somurtup durmuş anneme de bağırmış bu çocuğu sen şımarttın böyle demiş.” “Yani yine bu akşam eve dönmeyecek misin?” “Öyle görünüyor.” Cumartesi olduğu için geç vakte kadar çalıştık, bütün gün bana yardım etti. Çıkarken balıklara boş verip yatmasını söyledim. Dün gece mutsuzdu belki ondan uyumamıştır diye düşündüm. “Bak,” dedim “çok yoruldun hemen yat uyu, yarın Pazar, yarın da böyle iş olacak.” “Tamam.” dedi “Zaten uykum var.” Ben de sevindim. Ara sıra böyle şeyler olur; insan kaybolur ve tekrar geri döner.
Ertesi sabah daha iyi görünüyordu. “Nasıl?” dedim “Gece rahat uyudun mu? “Evet” dedi. “İyi, sevindim. Dans falan yok yani?” “Var,” dedi. Bu sefer iyice sinirlenmeye başladım. “Ne dansı yav? Bırak bu işleri artık. Yine uyumadın mı? Böyle giderse gündüz de Halüsinasyonlar görmeye başlayacaksın.” “Uyudum, Merak etme.” Dedi. “Zaten sabaha kadar beklememe gerek kalmadan hemen dansa başladılar. Bir iki gösteriden sonra ben de yattım.” Alkışlasaydın bari.” Dedim. “Ben sadece onlar el sallayıp iyi geceler dedim.” “Seni selamladılar mı?” “Sen dalga geç. “Bu hayvanların böyle davranması normal aslında.” dedi sakince. “Çünkü doğal ortamlarından koparılmışlar. Yaşadıkları gölden… Tanganika mı neydi gölün adı? Her neyse işte, bu gölden uzak kaldıkları için doğal davranmıyorlar.” “Vatan hasreti çekiyorlar yani?” “Evet, üstelik bu akvaryum da onlara yetmiyor,” dedi. “Ben saydım tam on üç tane var.” “Yapma yav? On üç ha? Bak benim bundan haberim yoktu. Peki, ne yapalım odayı biraz büyütelim o zaman, şöyle kocaman bir akvaryum alalım da rahat etsinler, hem kendilerini evlerinde gibi hissetsin zavallıcıklar, belki o zaman normale dönerler.” “Olabilir,” dedi gayet ciddi. “Sen de artık evine dönsen iyi olacak,” dedim. “Belki sen de onlar gibi evinden ayrı olduğun için böyle tuhaflaşıyorsun.” “Bilmem,” dedi. “Belki onlar da benim, evimde olmadığımı anladıkları için bana böyle bir gösteri yapmış olabilirler.” “Bak kardeşim,” dedim, “seni severim, çocukluğumuz beraber geçti ama artık benim bu konuşmalara canım sıkılıyor… Anladın mı? Git kimle kafa bulacaksan bul ama benim canımı sıkma. Şimdi lütfen bir an önce çık git. Akşama da geleyim falan deme.” Hiçbir şey demeden çıktı.
Akşama doğru hızlıca masaları toparlayıp temizlik yaptım. Bir an önce gitmek istiyordum. Ama korktuğum başıma geldi. Tam demir kapıyı kilitlerken yanımda bitiverdi. “Tamam son,” dedi. “Bu gece son, yarın eve döneceğim. Annemle konuştum. Yarın dönersen daha iyi olur dedi.” Bir an sessiz kaldım. Yüzüme baktı. “Tamam,” dedim kilidi açıp, “Yarın istesen de kalamazsın zaten.” Sonra alttan almaya çalışarak “O sadece dişisini korumak için böyle davranıyor,” dedim. Gülümseyerek, “Sen de dikkatli olsan iyi olur. Dişi ile fazla ilgilenme bak, sonra fena olur senin için,” dedim.
Pazartesi günleri geç gelirim sabah erkenden herkes işine gider birkaç işsiz güçsüz adam için de erken açmam kafeyi. Sabah geç geldim. Ortalıkta görünmüyordu. Seslendim cevap vermedi. Keşke bağırmasaydım diye düşündüm. Herhalde bana kırıldı. Arkadaki masalara baktım orada da yoktu belki tuvalete gitmiştir diye düşündüm tuvaletin kapısından seslendim cevap vermeyince kapıyı açtım. Pencereleri kontrol ettim. Gece camdan atlayıp eve mi gitti acaba dedim ama camların hepsi kapalıydı. Sonra akvaryumun dibindeki su birikintisini fark ettim birden. Su izlerini takip ettim. Tezgâha doğru gidiyordu. Heyecanla tezgâhın arkasına koştum, buzdolabının dibinde yerde yatıyordu, saçları ve yüzü tamamen ıslaktı, ağzı açık öylece kıvrılmış yatıyordu. Yerde yarısı yere dökülmüş plastik bir su şişesi vardı. Seslendim cevap vermedi omuzlarından tutup biraz sarstım ama hiçbir değişiklik olmadı. Hemen nefes alıyor mu diye baktım ama heyecandan bir şey anlayamadım, nabzını yokladım, yine bir şey anlayamadım, olabildiğim kadar sakin olmaya çalışarak ambulansı ve polisi aradım. Apar topar alıp götürdüler polis içeride araştırma yaptı sonra ifademi almak için karakola gittik. Ölüm sebebini araştırmak için adli tıbba gönderdiler. Birkaç gün sonra adli tıp raporu açıklandı; boğularak ölmüş. Hayır, su içerken değil, balık yüzünden… Boğazında akvaryumdaki balıklardan birini bulmuşlar.
edebiyathaber.net (18 Ocak 2022)