Minibüs köyü gösteren tabelanın biraz ilerisinde durdu. Torosların eteğinde kurulmuş bu küçük dağ köyüne ulaşmak için neredeyse beş yüz metre daha yürümek gerekiyordu. Adı gibi göğe yakın bir köydü Göktepe köyü. Sakince yürüdü Rüstem. Uzun zamandır köye uğramıyordu. Önce yaşlı teyzesinin evine uğradı. Anası babası çoktan vefat etmişti. Yemeğini yedikten sonra da köyün tek kahvehanesine gitti. Kahvede tek genç sayılabilecek kişi kendisiydi. Gençlerin hepsi büyük şehirlere göç etmişler bir daha da geri dönmemişlerdi. Gençlerin kahvesindeki gibi gürültü patırtı yoktu. Okey oyunun taş şakırtıları, ateşli tavla oyuncularının pulları hırsla vurmaları duyulmuyordu. Yaşlılar sakin sakin sohbet ediyorlardı. Çoğu zaman bu sohbetler uzun sessizliklerle bölünüyordu. Artık sohbet edecek farklı bir konu da yoktu. Konuşulan şeyler neredeyse yıllardır hep aynı konulardı. Askerlik anıları, gençlikte yaşanan kazalar. Rüstem’in gelmesi haliyle köye bir hareket getirdi. Yaşlılar çok belli etmese de yine de merak ediyorlardı. Bazıları kim olduğunu tanıyamadı, tanıyan birileri tarif edince zor da olsa sonunda kim olduğunu çıkartıyorlardı. Herkes sobanın etrafında toplandı yaşlılardan biri bunca zamandır nerede olduğunu sordu “Çalışıyordum.” dedi Rüstem. “İyi,” dedi yaşlı adam “İnsan gençken çalışmalı.” “Ne iş yapıyorsun?” dedi bir başkası “Gemiciyim ben.” dedi Rüstem. “Neciymiş?” dedi başka bir ihtiyar “Gemiciymiş.” dedi diğeri. “Gemi mi satıyormuş?” Öbürü cevap vermedi. Rüstem anlamadıklarını fark edince Yaptığı işi anlatmaya çalıştı “Gemilerde çalışıyorum.” dedi sesini yükselterek “Ticari gemilerde, uçsuz bucaksız denizlerde dolaşıp duruyoruz.” “Ben askerdeyken deniz görmüştüm.” dedi ihtiyarın biri “Ondan sonra da hiç görmedim.” “Çok gezdin mi bari?” dedi bir başkası “Evet.” dedi Rüstem Avrupa’da neredeyse bütün limanlara uğramıştı. “Nasıl güzel mi oralar?” diye sordu yaşlılardan biri. Özellikle İtalya ve İspanya’nın çok güzel olduğunu söyledi Rüstem. İhtiyarlar heyecanla bakınca İspanya’yı anlattı; yanık şarkılarını duygusal kadınlarını. Anlatılanlar ihtiyarların hoşuna gitti. Bunun üzerine İtalya’ya geçti. Çok güzel bir ülke olduğunu söyledi öncelikle, sonra da güzel yemeklerini, peynirlerini ve şaraplarını öve öve bitiremedi. İhtiyarlar anlatılanlardan iyice coştular. Rüstem de anlattıkça kendinden geçiyordu. Daha önce hiç ilginç gelmeyen bir sürü ayrıntı bile o kadar değer kazanmıştı ki. “Ne kadar şanslısın,” dedi ihtiyarın biri “Biz on tane ömrümüz olsa yine de senin yaşadıklarını yaşayamayız.” Rüstem’den ara vermesini istediler, anlatılanlar o kadar güzeldi ki bir an önce bitsin istemiyorlardı. “Olur.” dedi Rüstem “Daha buralardayım, ne zaman isterseniz anlatırım.” Ertesi gün diğer Avrupa limanlarını anlattı. Başından geçen değişik olayları örneğin limanlardaki lokantaları, barları, fahişeleri hepsini anlattı. Bütün yaşlılar ağzı açık dinliyordu. “Biz de hayat mı yaşamışız?” dedi yaşlılardan biri, “Torunumuz yaşındaki bir çocuğun anıları hepimizinkinden fazla. Tüküreyim böyle yaşlılığa.” Avrupa’daki anılardan sonra Amerika kıtasına geçti özellikle Küba’dan övgü ile bahsetti. “Küba,” dedi “denizcilerin evidir.” “Her limanda yabancısındır ama Küba’da evindesindir.” Melez kızları anlattı ayrıca romun ne kadar sert bir içki olduğunu, oynak Küba müziklerini, danslarını. Oradan Meksikaya geçti, ölüler bayramını, bizimkini benzeyen acılı yemeklerini Maraş’ın acı biberinin, halepenya yanında solda sıfır kaldığını söyledi. Oradan Kuzey Amerika’ya geçti. Miami’den Neworleans’tan bahsetti. “Brezilya’yı unutuyordum az daha,” dedi, “Ordaki denizciler hala deniz tanrıçasına inanıyorlar.” dedi. “Bu tanrıça çok güzelmiş eğer bir denizci boğulursa bil ki bu deniz tanrıçasının işiymiş. Hep yakışıklı ve genç denizcileri seçermiş daha sonra onlarla evlenip sonsuza kadar bütün denizleri dolaşır dururmuş.” “Bu kadar adamla nasıl bir arada yaşıyormuş?” dedi ihtiyarın biri, “Orasını bilmem,” dedi Rüstem. “İnanç işte.” “Bu yüzden, o limanda çoğu denizci boğulmaktan korkmuyor.” İhtiyarlar her anıyı leziz bir yemek gibi karşılıyor, ağızlarının suyu aka aka dinliyorlardı. Bütün söylenenleri sonuna kadar yalayıp yutuyorlardı. Yaşlıydılar ama hepsinin gözleri ışıl ışıldı. Her anıda hem mutlu oluyorlar hem de böyle bir hayat yaşayamadıkları için üzülüyorlardı. Olsun dinlemek bile güzeldi. Rüstem köyde kaldığı sürece bazı anıları tekrar tekrar anlattırdılar. Rüstem her anlattığında başka bir ayrıntıyı ekleyerek anlatıyordu “İyi ama bu anlattığın İtalya’da olmamış mıydı?” diye soruyordu yaşlının biri. “Yok amca.” diyordu Rüstem “Karıştırıyorsun.” Sobanın başında geçen bu sohbetler, yaşlıların coşkusu görülmeye değerdi ama onlar bu mutluluktan hiç kimsenin haberdar olmasını istemiyorlardı. Bu anılar sadece onlara aitti. Başka bir yerde anlatmaması konusunda Rüstem’i sıkı sıkı tembihlediler. O kadar mutluydular ki bu mutluluk Göktepe’yi gökyüzüne daha da bir yaklaştırıyordu sanki. İhtiyarların sorularından yorulan Rüstem anıları paylaştırmaya karar verdi. “İtalya’daki anılar en çok kimin hoşuna gitti?” “Benim.” dedi Ömer amca. “Tamam o zaman, Omar amca,” dedi Rüstem, “bu anılar senin olsun.” Ömer amca çok sevindi. İspanya anılarını Ahmet amca aldı, Yunanistan’ı Mustafa amca, Almanya ile ilgili anıları İsmail amca, İskoçya ve İrlanda ile ilgili anıları Mahmut amca, Maksika ile ilgili olanları Bayram amca, A.B.D ile ilgili olanları Durdu amca, Brezilya ile ilgli olanlar Hamza amca, Küba anılarını da köyün en yaşlısına Sırrı amcaya hediye etti Rüstem. Çok sevindi Sırrı amca “Sağol oğul” dedi “Hiç bu kadar uzaklara gideceğim aklıma gelmezdi.” Böylece her ihtiyar kendi anılarını sonuna kadar ezberledi. “Biliyorum bazı ayrıntıları unutuyorsunuz ama sıkılmayın, yine anlatırım.” dedi Rüstem “sağ ol evlat,” dedi yaşlının biri “Çok düşüncelisin.” Böylece herkes kendi anılarını bütün ayrıntıları ile öğrenmiş oldu. İhtiyarlar deneme yapmak için bu anıları evde eşlerine anlattılar. Eşlerin bazıları güldü, bazıları kızdı bazıları da herif artık aklını yitirdi deyip için için üzüldüler. Sırrı amca yalnız kaldıkları bir anda kendi anısını anlattı Rüstem’e: “Keçileri otlatırken ayağım kaydı ve dengemi kaybedip kayalıklardan aşağıya düştüm. Hâlbuki o kadar da yüksek bir yer değildi. Sırt üstü öylece kadım. Hiçbir tarafım tutmuyordu kolumu bile kaldıramıyordum bir gün boyunca öylece yattım. İkinci günde sinekler gözüme yuva yapmaya başladı, hala kıpırdayamıyordum, ne gelen var ne giden, artık ümidimi kesmiştim, böyle sineklerin üşüştüğü bir incir ağacı olmaktansa ölmek daha iyidir diye düşünüyordum. Üçüncü günün sabahı beni buldular. O günden beri artık beklemekten hiç sıkılmıyorum. Bu üç günlük süre yüzlerce yıla bedeldi benim için.” Rüstem çok etkilendi o da denizde aylarca kara görmeden yolculuk ettiğinde çok sıkılıyordu ama bu yine de katlanabilir bir şeydi. “O kadar çok düşündüm ki,” dedi ihtiyar. “Neyi düşündün mesela?” dedi Rüstem. “Ölümü, sevdiklerimi, Göğtepeyi bütün hayatımı” “Ya sinekleri?” dedi Rüstem. “Sineklerin bu kadar korkunç varlıklar olduğunu bilmezdim, onların yüzünden gözüme kurt düştü. Beni bulduklarında çabuk gözümü temizleyin diye bağırdım. Allah kimseyi elden ayaktan düşürmesin” “Âmin!” dedi Rüstem. “Bu anı sana yeterdi artardı bile.” dedi Rüstem “Yo,” dedi ihtiyar “yıllardır aynı şeyleri anlatmaktan bıktım, hem köydekileri de bıktırdım. Köydekiler rahatsız olmasın diye sana tek başınayken anlattım. Rüstem’le yalnız kaldıklarında diğerleri de kendi anılarını anlattı Rüsteme. Kimi askerlik anılarını anlattı kimi de ayda yılda bir indikleri şehirde nasıl dolandırıldıklarını. “Şehir demek yalan dolan demek.” dedi Omar amca. “Çok mecbur kalmadıkça bir daha da hiç inmedik.” Kış günü ava gidip de dönmeyenlerin anıları çok heyecanlıydı. Donmak üzereyken bulmuşlar onları. Bu arama işine bütün köylü katıldığı için herkes bir parça bir şeyler ekleyerek anlattı. Seninkiler kadar güzel olmasa da anı işte deyip mahçup oluyorlardı. Keşke daha renkli hayatımız olsaydı deyip hayıflanıyorlardı. “Anılar bir insanın en değerli hazinesidir.” dedi ihtiyarın biri. “Kötü de mi olsa?” dedi Rüstem, “Hiç olmamasından iyidir.” dedi İsmail amca.“Anıları olmayan bir insan Boş bir kuyu gibidir. “Boş bir kuyuda karanlıktan sessizlikten başka bir şey bulunmaz. Bağırdığın zaman sesini olduğu gibi geri verir sana.” “Buna da şükür az da olsa bizim de anılarımız oldu.” dedi Bayram amca, “Senin anlattıklarınla da anılarımız daha da bir zenginleşti. Allah senden razı olsun oğul.” “Sizden de.” dedi Rüstem. “Sizin anılarınız da çok ilginçmiş.” “Yok canım,” dedi ihtiyarın biri “Seninkinin yanında hiç kalır.” “Keşke neneler içinde anlatacak anılarım olsaydı” dedi Rüstem. Benim anılarım hep erkeklere göre.” “Olsun,” dedi Bayram amca, “biz onlara her gün anlatıyoruz sen canını sıkma.”
Rüstem bütün kışı köyde geçirdi, baharda tekrar köyden ayrıldı. “Yeni anılar getirmeyi unutma ha.” dedi yaşlılar. Söz verdi Rüstem “İnşallah.” dedi ayrılırken “Bu sefer Afrika limanlarına, belki de Doğu limanlarına uğrarım. Bundan sonra anı için çalışacağım. Para kazanmak umurumda değil.” Herkesle tek tek vedalaştı ayrılmak hiç de zor olmadı. O bir an önce yeni anılar elde etmek istiyordu, köydeki yaşlılar da yeni anılar dinlemek. Bu yüzden güle oynaya vedalaştı herkesle.
Temmuz ayı ortalarına doğru kalabalık bir otomobil grubu köye girdi. Bu Rüstem’in köye gelmesinden daha heyecan vericiydi. Siyah bir makam arabasından orta yaşlı, kısa boylu, hafif şişman, şakakları kırlaşmış bir adam indi. Üniformalı silahlı başka adamlar da hemen kendi araçlarından inip adamın etrafını çevirdiler daha sonra köye dağıldılar, birkaç evin damlarına çıktılar, sivil kıyafetli kara gözlüklü olanlarsa kısa boylu adamın yanında kaldılar. Hep beraber köyün tek kahvesi olan köy kahvesine girdiler. “Selamünaleyküm.” dedi öndeki adamlardan biri “Aleykümselâm.” diye karşılık verdi yaşlılar. Sonra hoş geldiniz faslına geçildi. Yaşlılar merakla bakıyorlardı memurlardan biri durumu açıklama ihtiyacı hissetti: “Sayın Valimiz geçerken köyünüzü ziyaret etmek istedi.” dedi. “İyi yapmış.” dedi Mustafa amca “Allah razı olsun. En son on yıl önce genç bir ilçe Kaymakamı ziyaret etmişti. Ondan beridir kimse gelmedi. Zaten beş on hane kaldık köyde diğerleri hep göç etti.” “Geçerken uğradık dediniz, asıl yolculuk nereye?” dedi Mahmut amca. “Sizin köyü geçince aşağıda geyik üretme çiftliği var, Vali Bey orayı ziyaret etmek istedi.” diye açıkladı korumalardan biri. “Nasılsınız bakalım?” dedi Vali Bey “Nasıl olalım?” dedi Sırrı amca “Yaşlılık işte bütün gün anlatıp duruyoruz.” “Ne anılar vardır sizde kim bilir?” dedi korumalardan biri. “Olmaz mı?” dedi Ömer amca. “Burası anılar cumhuriyeti.” Korumalar Vali Bey ile bakışıp gülüştüler. “İyi o zaman anlat da dinleyelim.” dedi Vali Bey “Hiç unutmam, karayiplerde fırtanaya tutulduk ama nasıl fırtına anlatamam, zar zor kendimizi Havana limanına attık.” “Nereye attınız?” dedi korumalardan biri “Havana.” dedi Sırrı amca “Hiç duymadın mı cahil? Küba’dan bahsediyorum.” “Ne Kübası emmi, sen ne anlatıyorsun?” diye karşılık verdi. Kaşlarını çattı koruma, cahil lafına bozulmuştu belki de. Sırrı amca hiç oralı olmadı “Bu fırtına iyi fırsat oldu bizim için, bir gemici her yerde yabancıdır ama Küba’da evindedir. Birkaç gün kaldık, bütün barları gezdik, salsalar rumbalar gırla. Tabi, melez kızları da unutmamak lazım. Bir görseniz tenleri kavrulmuş fıstık gibi pürüzsüz” Korumalar iyice öfkelendi. “Ayıp oluyo ama emmi yaşlı başlı adamsın utanmıyormusun Sayın Valimizin yanında böyle konuşmaya?” “Ne varmış utanacak?” diye çıkıştı Sırrı amca. “Ayıp ayıp böyle içkiler kadınlar falan hiç hoş değil.” dedi memurlarddan biri. “Neden utancakmışım her zaman aklımda bunlar benim.” Ömer amca’ya döndüler O da İtalya’nın güneyinde bir limana demirlediklerinden bahsetti. “İtalya çok güzel bir ülke,” diye devam etti “yemekleri, bizimkilere çok benziyor, aynı bizdeki gibi binbir çeşit peynirleri var, şarapları deseniz mükemmel ama fakirler. ” Valinin yanındakilerden biri “Sen de mi şurupçusun emmi?” dedi gülerek. “Aylarca denizde kalsaydın sen de şurupçu olurdun.” “Bu anının nesi ilginç?” dedi diğeri “Bırak da anlatayım.” dedi Omar amca; “Limana gelirken yakın bir adada Libya bayrağı çekiliydi bizim aşçı çat pat İtalyanca bildiği için limandakilere sordu; bu ada İtalya’ya ait değil mi diye, evet dedi limandaki adam, adadakiler hükümetten hiç yardım gelmeyince kızmışlar biz artık Libya’ya bağlandık demişler.” İhtiyarlar hep birden gülmeye başladılar. “Devlete resmen isyan etmişler yani?” dedi korumalardan biri “Ne olmuş?” dedi Ömer amca “Bütün adayı iki üç tane zalim ağaya, mafyaya emenet ederlerse isyan ederler tabi.” Koruma sorduğuna pişman olmuştu ama yaşlılara da fazla kabalık etmek istemiyordu. “Ben de Almanya’nın kuzeyinde bir limanda bulunmuştum,” diye söze girdi İsmail amca “Almanlar kadar disiplinli çalışkan insanlar yoktur Dünya’da. Neyse meyhanede oturuyorduk ben hemen Bavyera birası söyledim kendime Dünyanın en lezzetli birasıdır.” “Haydaa!”dedi adamlardan biri “Ayıp yahu şaraptan biradan başka laf yok mu sizde?” “Neyse,” diye devam etti İsmail amca “Almanlarla Danimarkalılar bir kapıştı görseniz. Hepsi de iri kıyım adamlardı. Danimarkalılar hemen bıçak çektiler. Gece kısaydı ama bıçakları uzundu.” Vali bey dayanamadı güldü. Vali gülünce diğerleri de sırıtmaya başladı. “Neden çıktı kavga?” dedi misafirlerden biri “Neden olacak kadın yüzünden.” dedi İsmail amca. Ahmet amca sessizlikten faydalanıp İspanya’yı anlattı o içkilere pek fazla değinmedi ama İspanyol kadınları öve öve bitiremedi. “Bence herkesin İspanyol sevgilisi olmalı. Limanda arkamdan nasıl ağladı hala gözlerimin önünden gitmiyor.” diye bitirdi anısını. “Yunanlılar hiç de kötü adamlar,” değil dedi Mustafa amca “Bize o kadar iyi davrandılar ki şaşırdık hepimiz. Akşama kadar buzuki dinleyip sirtaki oynuyorlar” “Bi dakika,” dedi korumalardan biri “Sen şimdi Yunanlılar için iyi mi dedin?” “Evet, öyle dedim ne olmuş!” dedi Mustafa amca “Bizden hiç farkları yok, yemeleri içmeleri, oturmaları kalkmaları aynı.” “Sen yaşlı olmasaydın…” “Terbiyeli ol!” diye uyardı Vali. Koruma önüne baktı. İskoçların hiç de cimri olmadığını söyledi Mahmut amca. “Bize durmadan viski ısmarladılar. İrlandalı’lar da çok şakacıydı. Orda içtiğim siyah biranın tadını da unutamıyorum.” “Meksikalılar çok tuhaf insanlar” dedi Bayram amca. Artık dinleyiciler hiç ses çıkarmıyorlardı. Böyle aniden söze giren ihtiyarlara alışmışlardı. “Anlattıklarınızda zaten tuhaf olmayan adam yok ki.” dedi korumalardan biri “Ama bunlar hepsinden de tuhaf” diye devam etti Bayram amca. “Düşünsenize adamlarda ölüler bayramı diye bir bayram var.” merakı artırmak için sustu. Misafirler heyecanlanmıştı “Ölüler bayramı mı?” dedi biri “Evet!” dedi Bayram amca “Mezarların başına gidiyorlar, yiyip içiyorlar şarkılar danslar. Kuru kafa şeklinde kurabiyeler falan. Meksika’da hiç açlık çekmedik yemekleri aynı bizimki gibi acılı kıymalı yemekler, pideler falan bi görseniz. Kilimleri bile aynı bizim Sivas kilimleri gibi.” neyse ki kadınlardan ve içkiden bahsetmedi diye sevindi misafirler. “Sen şurup içmedin mi?” dedi sırıtarak biri “yok” dedi Bayram amca. “Onların içkileri çok sert o sıcakta içme dediler, ben de sadece soğuk bira içtim. Meksikalılar kadar çok çalışan ve çok içen insanlar görmedim. Adam on beş tane bira içti gözümün önünde, inanılmaz değil mi?” Durdu amca hemen New Orleans’a geçti: “Eskiden Fransa’ya aitmiş. Yemekleri, müzikleri çok güzel nüfüsun çoğu Arap.” “Arabın ne işi var Amerika’da zencidir onlar.” diye itiraz etti bir memur. Durdu amca hiç oralı olmadı anlattığını unutmamak için devam etti “Beyazların çoğu hala çok kötü. Araplara o kadar kötü davranıyorlar ki. Bize, fazla açılmayın tehlikeli yer dediler biz de limana yakın yerlerde yemek yedik. İngilizce bilen bir arkadaş birkaç Arap ile sohbet etti. Irkçılık hala olduğu gibi devam ediyormuş. Beyaz biri suç işlerse fazla ceza almıyormuş ama Arap suç işleyince hiç şansı yokmuş. Ben de arkadaşa söyle ona bizim ülkemize gelsin dedim” “Neden öyle dedin?” diye sordu misafirlerden biri “Biz de insan ayırmak günahtır dedim.” “Sağol emmi. Ağzına sağlık iyi demişsin valla.” dedi korumanın biri “Şimdiye kadar en güzelini sen anlattın.”Durdu amca sustu. “Çok kafanızı şiirdik ama” dedi Hamza amca “Ben de kısaca Brezilya anımı anlatmak istiyorum. Biz de fırtınalı bir akşam limana girdik. Allahtan bir tekne bize kılavuzluk etti de limana yanaşabildik. Adamların o fırtna da ölüm hiç umrunda değil. Bizim kaptan, bunların hala deniz tanrıçasına inandıklarından bahsetti. Bu tanrıça çok güzelmiş ve beğendiği denizciyi bir müddet yanına alırmış. Bu yüzden boğulmaktan hiç korkmuyorlarmış. “Putperestlik işte.” dedi misafirlerden biri.“Dünya’nın en neşeli insanları. Hepsi de dost canlısı. O kadar çok şaka yapıp güldük ki.” “Nasıl oluyor bu? Hiç dil bilmeden bu kadar şaka yapılabilir mi?” misafirlerden biri hiç inanmamıştı. İşte şimdi yalanın açığa çıktı der gibiydi. “Karşındaki insan dost olunca rahat rahat konuşursun,” dedi Hamza amca. “Dostluğun dilinden herkes anlar, hayvanlar bile.” Bu sözden sonra bir sessizlik oldu, herkes Vali Bey’e bakıyordu. “Hadi bakalım,” dedi “yeter bu kadar. Yolcu yolunda gerek. Epey anı dinledik gerçekten, ağzınıza sağlık” “Biz size demiştik Vali Bey; Anılar Cumhuriyeti burası.” “Cumhur Başkanınız var mı bari?” dedi biri alay ederek “var ya!” dedi Ömer amca: “Rüstem Reis. Şimdi geziye çıktı yeni anılar toplayıp gelecek.” misafirler birbirine bakıp gülüştüler. “Bu kadar uzakta ve yüksek yerde yaşamak size pek yaramamış.” dedi memurlardan biri.“Biz halimizden memnunuz,” dedi İsmail amca. “Aşağıda olmak iyi bir şey değil.” dedi Mahmut amca. “Neden yüksekte olmak iyiymiş?” “Çünkü burada anılara daha yakınız da ondan,” dedi Sırrı amca “Anılar daima yüksek yerleri sever.” “İyi iyi hadi bize müsaade.” dedi Vali Bey; “Daha işimiz var.” Yaşlılar misafirleri otomobillere kadar yolcu ettiler, ünüformalı olanlar damlardan aşağı atladı. “Onlar ne arıyor damların tepesinde?” diye sordu Mahmut amca “Onların işi o.” dedi sivil misafirlerden biri. “Keşke onlar da anılarımızı dinleseydi.” dedi Durdu amca “İyi oldu da dinlemediler.” dedi birisi. “Başınız ağrıttıysak kusurumuza bakmayın,” dedi Hamza amca. “Siz de bize geyikler hakkında hiçbir şey sormadınız biz de anlatmayı unuttuk.” “Olsun, bir daha sefere.” dedi adamlardan biri “Yola dikkat edin,” dedi Sırrı amca yabancılar burda hep kaza yapıyor. Yavaş gidin “Sağ ol emmi,” dedi şoför “dikkat ederiz.”
“Ne dersiniz” dedi korumalarda biri “anlattıkları doğru mu?” “Yok canım, palavra hepsi” dedi diğeri “Dağın başındaki adam nerden bilecek Küba’yı mübayı hayatında Adana’yı, Maraş’ı bile görmemiştir. Bunamış bunlar. Nerden baksan ortalama seksen yaşında var hepsi. “Bunamış adam bu kadar şey aklında tutabilir mi? Palavracı desen hepsi de mi palavracı arkadaş?” Korumalardan biri hala çok kızgındı “Yaşlı başlı adamlar utanmadan karıdan, kızdan, içkiden bahsedip durdular. Hayret bişeyyaa.” İhtiyarlar kahveye geri döndüler. Hep beraber gülüyorlardı. Hayatlarındaki en güzel gündü. Sabırsızlıkla Rüstem’in dönmesini beklemeye başladılar. Şimdi, herkesin ona anlatacağı esaslı bir anısı var…
edebiyathaber.net (23 Temmuz 2024)