“Adım Maria. Annemin adı Yunnie. Ay gibi parlak beyaz bir yüzü var. İnce kemikli minyon bir kadındır o. Mutfak her zaman mis gibi börek kokar. Annem yemek yaparken kumral saçları melek yüzüne dökülür. Saçlarını eliyle arkaya atarken beni görür gülümser. İçim ısınır. Babamın adı Kemal. Simsiyah kıvırcık saçları, çıkık elmacık kemikleri, uçları yukarı kıvrılmış gür bıyıkları gibi gür kahkahaları var. Kardeşim Ali şu anda altı yaşında olmalı. O çok hareketlidir. Annem yemek yapmadığı zamanlarda hep onun peşinde koşar, bazen yemek yaparken de. Elindeki kaşığı bana verir, börek kokulu saçlarıyla yanımdan geçerken ‘’Maria sen bunu karıştır’’ der. O sırada Ali çoktan kaybolmuş olur. Bir kaybolur bir çıkar. O hep böyledir. Dedem…”
“Duydunuz ya! Nakarat gibi, Rumca ’ya benzer bir dilde aynı şeyleri tekrarlıyor, son kelimeyi söyledikten sonra hıçkırıklara boğuluyor’’ diyor hemşire doktora,elindeki mendille gözyaşlarımı silerken. “Çek şunu. Çek çek!’’ diyorum dilim döndüğünce. Hemşire iki elini yanlara açıp ne söylediğimi anlamadığını gösteren bir hareket yapıyor. Ellerim ayaklarım kayışlarla yatağa bağlanmış olmasa ona karşı koyacağım. Gözyaşlarım benim! Kafamı hızla sağa sola sallıyorum. Doktor elindeki hasta dosyama bakarken kendi kendine mırıldanıyor, adı Ayşe, onüç yaşında sonra hemşireye dönüp,“Girit mübadiliymiş hasta, Giritlice konuşuyor. Rumca, ada halkı tarafından zamanla evrilmiş ancak kendilerinin anlayacağı bir dil haline gelmiş”. .Bana iğne yaparken, “Güven bana Ayşe, iyi olacaksın “ diyor. Nasıl güveneyim adımı bile bilmiyor.Yaptığı iğnenin tesirinden olacak zihnim hızla bulanmaya başlıyor. Korkuyorum, zihnim bulanırsa kim olduğumu unutabilirim. Unutursam annem beni bulamaz! Görüntüler soluklaşırken son gücümle tekrar etmeye çalışıyorum. Adım Maria. Annemin adı Yunnie. Ay gibi parlak beyaz bir yüzü var onun…
Doktor çıkarken oda artık kapkaranlık oluyor. Gıcırtıyla kapanan kapının çıkardığı sesi duyuyorum. Sonra başka sesler geliyor. Şırıl şırıl akan sular, kuş sesleri, rüzgârın kımıldattığı yaprak sesleri. Çok tanıdık bu sevinçli sesler! Birden her yer aydınlanıyor. Kendimi Girit’te köyümün girişinde buluyorum. On bir yaşındayım. Taşlıktan aşağı seke seke giderken mutluluktan ağlıyorum. Güneş sarı sıcak, içimi ısıtıyor. Koşmaktan yorulunca beyaz kireçle boyanmış iki katlı evlerin duvarlarına ellerimi süre süre yürüyorum evimize doğru dar sokaklardan. Elim beyaza boyanmış, burnuma götürüyorum, taze kireç kokusu. Neden sonra sokaklarda benden başka kimsenin olmayışının ayırdına varıyorum. Biraz endişeleniyorum ve eve gelene kadar adımlarımı sıklaştırıyorum. Tahta kapımız sonuna kadar açık. İçeriyi mis gibi börek kokusu sarmış. Annem börek yapmış diye seviniyorum. Merdivenleri birer ikişer çıkarak üst kattaki mutfağımıza giriyorum. Masada üzerinden buğusu çıkan bir tepsi börek, misafir için çıkarılan özel bir tabağa konmuş. Kim gelecek ki? Anne diye bağırarak giriyorum yatak odalarına, kimse yok. Aşağı iniyorum. Baba, Ali diye sesleniyorum. Evde derin bir sessizlik. Konsolların üzerinde sararmaya yüz tutmuş aile fotoğraflarımıza, şamdanlarımıza bakıyorum. İçime dipsiz bir keder çöküyor, neredeler? Böyle hissettiğim zamanlarda hep yaptığım gibi saçlarımı yana alıp çabuk çabuk örüyor, şakaklarımı ovuşturuyorum. Zeytinlik, zeytinliğe gitmiş olmalılar diye geçiriyorum içimden. Evin arkasından yokuş aşağı zeytinliğe doğru koşuyorum. Burada da kimseler yok! Babalarımız zeytin toplarken arkadaşım Azize’yle altında oturup oyun oynadığımız ağacı elimle koymuş gibi buluyorum. İşte oynarken altımıza serdiğimiz kilim, üstünde tüm oyuncaklarım. Annemin benim için dikmiş olduğu bebeği koynuma bastırıyor uzun uzun kokluyorum. Annem gibi börek kokuyor. Babamın ahşaptan oyarak yaptığı evcilik malzemeleri en sevdiklerim. Daha yeni yontulmuş gibi kıymıkları üzerinde. Bebeğimi kilime bırakıp saçlarımı açıp tekrar örüyorum. Deniz, deniz kıyısına gitmiş olmalılar. Deniz kıyısına yürürken kalbim hızla atmaya başlıyor, içimi bir korku sarıyor. Orada da yoksalar başka nereye bakacağım konusunda bir fikrim yok çünkü.
Denize yaklaşınca serin bir rüzgâr yüzümü yalıyor. Kıyıda arkası dönük eğilerek suyla oynayan, uzun beyaz gecelikli bir kadın görüyor ve adımlarımı sıklaştırıyorum. İnce ayak bileklerinden tanıyorum onu, boğazımda bir düğüm hissediyorum ve gözyaşlarım süzülüyor. Anneeee! Annem arkasını dönüyor, sevgiyle bana bakıyor. “ Ah Maria, o kadar uzun zamandır bekliyordum ki seni! Geleceğini biliyordum ama.’’ Kollarını açıyor. Görünmez bir halatı göğüslemişim gibi geri ittiriliyorum. “Anne, hani gemilerin geldiği gün, seni tutmuşlardı da yanımıza gelememiştin ya, işte aynı öyle, burada bir şey var, gelemiyorum’’ diyorum yumruklarımı boşluğa sallarken. Annemin bembeyaz yüzü sapsarı oluyor birden sonra yüzüne anlayışlı sakin bir tebessüm yerleşiyor, ‘’Tamam oradan anlat bakalım, neler oldu o gün?”
‘”Limanda beklediğimiz günler boyunca hep kasıklarım, belim ağrıdı anne. Sen uzaktan bakıyordun ya, üzülme diye söylemedim. Babam, sadece bir kere, gemi gelince birbirimizden ayrılmadan koşa koşa gemiye binmemiz gerektiğini söyledi sonra hep sustu.Çok kalabalıktı, herkes bir şeyler konuşuyor, babam hep denize bakıyor, ben duyduklarımı Ali’ye anlatıyordum. Gidebilen gidecek kalanların akıbeti belli olmayacakmış dedim Ali’ye. Gitmeyelim zaten, ben annemle kalmak istiyorum dedi Ali, ben de dedim. Dedem, Müslüman Türkler gidecek, anneniz Rum ya, o burada kalacak dedi. Bende ona senin babamla evlendikten sonra Müslüman olduğunu bildiğimi söyledim. Hatta bir gün sana Hristiyanlık ’ta Allah yok muydu da Müslüman oldun diye sormuştum hatırlıyor musun?”
Annem gülümseyerek başını salladı. “Allah, orada ya da burada değil, o bizim kalbimizde demiştin. Bunu dedeme söyledim. Gülümseyerek, doğru söylemiş dedi. O zaman iyice kafam karıştı. Sadece Türk olduğumuz için mi gidiyorduk? Hani hepimiz Giritliydik, hepimiz bu adanın insanıydık anne! Annem başını öne eğerek içi acır gibi gülümsedi bu defa. Kendini topladıktan sonra “Sonra?” dedi.
“Beklenilen gemi geldiğinde büyük bir karmaşa çıktı. Herkes gemiye koşmaya başladı. Ali birden gözden kayboldu. Biliyorsun, o hep öyledir. Babam kalabalığı yararak peşinden gitti. Dedem yürüyemedi bir an. Yüzü mosmor bir renk aldı, eliyle kalbini tutuyordu. Ben bacaklarımda sıcak bir ıslaklık hissettim. Bir baktım kan! Sana döndüm elimle bacaklarımı göstererek. Seni tutuyorlardı, gelemiyordun. Sonra bana bağırdın ya, -Korkma Maria, bende her ay kanıyorum, hep birlikte olacağız- korkmadım o zaman, madem sende kanıyordun, madem birlikte olacaktık. Dedem elimden çekiştirerek götürdü beni’’
Bir süre sustum dudaklarımı büzüştürerek. Annem ‘’Anlat’’ dedi. ‘’Büyük gemi dolmuş, bizi, dedemle beni diğer gemiye aldılar. Dedem, merak etme, inince bulacağız onları dedi. Yüzü yine morardı, tek eliyle kalbini tuttu, diğer eliyle bana sarıldı, öylece uyuyakaldı. Uyudukça ağırlaştı. Güneş tekrar doğana kadar uyudu. Ben hiç uyumadım. Hep kasıklarım ağrıdı, şalvarımda kan lekeleri vardı. Seni, babamı, Ali’yi düşündüm. Dedemi uyandırmak için dürttüğümde yan tarafa devrildi ama yine uyanmadı. Sonra biri bağırdı, adam ölmüş! İnsanlar üstüme üşüşüp dedeme baktılar. Yanımda oturan kadın başımı sıkıca göğsüne yasladı, bir ses duydum, suya düşen bir cisim sesi, foşşş diye. Kadın başımı göğsünden çekip iki eliyle yüzümü avuçladı, gözlerimin içine bakarak, -deden bundan sonra hep denizde uyuyacak, ben seni hiç bırakmayacağım- dedi. Bırakmadı da. Biliyor musun, ona Hacer anne dediğim için üzülüyor içten içe, anne dememi istiyor. Ben, senin beni bulacağını bildiğim için ona anne demiyorum, benim annem sensin! Zaten Hacer anneminde bir kızı oldu iki gün önce, artık o der ona anne diye’’
Son sözlerimi Türkçe söylüyorum herhalde, annem anlayamadığını belli eder şekilde yüzüme bakıyor. Tekrar Giritlice konuşmaya özen göstererek, mektepte Türkçe öğrendiğimi, adımın artık Ayşe olduğunu söylüyorum. Annemin yüzü asılıyor. “Üzülme, biz biliyoruz Hacer annemle adımı ama mektepte, mahallede arkadaşlarım yadırgamasın diye Ayşe diyoruz. Sanırım kilisede oturuyorum diye beni tuhaf buluyorlar,kurada çıktı ne yapalım hem arkadaşlarım da beni tanıdıkça sevecekler, Hacer annem bunu kalbinde hissediyormuş”
“Kilisede mi oturuyorsun” diye soruyor annem şaşkınlıkla. “Orası bizim evimiz! Hacer annem evimizi saksı çiçekleriyle donattı, her köşeye dantel ördü. Evimizin hemen yanında çeşme bile var!
“Babanlar?” diyor. Mudanya adında bir limanda indiğimizde babamların gemisinin başka bir limanda demirlemiş olduğunu, onları bulmamızın imkânsız olduğunu öğrendiğimizi, dispanser günlerinden sonra yürüye yürüye Tirilye adında bir kasabaya gittiğimizi, terk edilmiş evlere yerleşmek üzere çekilen kura sonucu yerleştiğimizi anlatıyorum. Annem tekrar ellerini kaldırıp, anlamıyorum anlamında başını iki yana sallıyor. Tekrar Türkçe konuşmaya başladığımı düşünüyorum.
Annemin görüntüsü bulanıklaşmaya, sağa sola sallanmaya başlıyor. Endişeleniyorum, bu görüntülerde gidecek hastane görüntüleri gibi, keşke gerçek bu olsa! Gerçek bu değilse annemi bir daha göremeyeceğim ama gerçek buysa Hacer annem çok üzülür.“Anne, sen hayal misin?” diye soruyorum. “Ben öldüm mü? Öldüysem ne zaman? Limanda o gemiye bindiğimde mi? Denize atıldığında fooş diye ses çıkaran cisim, benim bedenim miydi? Dedem yanımda yoktu değil mi? Arkamı dönüp zeytinliği gösteriyorum, zeytinliğin arkasındaki mezarlığa yıllar önce gömmemiş miydik dedemi?” Annem hüzünle gülümsüyor. “Gülümseme! Bana ne zaman öldüğümü söyle, çünkü sen bunu söylemezsen ben hiçbir zaman bilemeyeceğim” diyorum ağlayarak. Annemin yüzünde yine o hüzünlü gülümseme. “Sen hayalsin değil mi anne, hiçbir zaman olmadın değil mi diyorum burnumu çekerken. “Börek kokusuydun sen” derken sesim çatallanıyor. Annemin bacaklarının arasından kan akıyor. Adet olmuş.Köpük köpük kan oluyor denizin yüzeyi. Avuçlarıyla köpükleri toplayıp sevinçle bana doğru atıyor ve görüntü tamamen kararıyor.
Bir sandık kapağı gibi ağır açılıyor göz kapaklarım. Başucumda Hacer annem ve öğretmenim var. ‘’Nasıl Oldu?’’ diye soruyor Hacer annem. ‘’Valla nasıl oldu anlamadım. Dersteydik. Ayşe dalıp gitmişti, dün de böyle dalgındı zaten, bebeği kıskandı zaar, tahtaya kaldırdım derse geri dönsün diye. Baktım feracesi kan içinde, kirlenmişsin, eve git üstünü başını değiştir öyle gel dedim. Çocuklar işte! Sınıfta fısıldaşmalar, gülüşmeler, hep bir ağızdan sözleşmiş gibi kirlenmiş diye gülmeye başlamalar. Susun, demeye kalmadan Ayşe bir hamlede sıyırdı attı feracesini. Ben kirli değilim, benim annemin adıYanni diye kendini oradan oraya çarptı. Tek başıma zapt edemedim. Feryatlara okulda kim var, kim yok geldi zaten. Tutup buraya getirdik.’’ Hacer annem eliyle ağzını tutuyor. Gözlerinden bir damla göz yaş süzülüyor.Utana sıkıla feracesinin altına soktuğu elleriyle başımda ne zamandır beklerken bebeği emzirmediği için şişmiş olduğunu düşündüğüm göğüslerindeki sütü sıkıyor.Rahatlıyor. “Anne ‘’diyorum, aceleyle gözyaşını silip yanıma geliyor. Elimi uzatıyorum, kemerleri çözmüşler. Sütlü elleriyle elimi tutuyor, eli sıcak ve yumuşak.
edebiyathaber.net (11 Nisan 2024)