Akife Hanım kızına ne zaman kızsa hırsını almak için kolundan tutup ya kurşun döktürmeye götürüyor ya da fal baktırmaya. Bugün de tersinden kalkmış. Etrafta fırtına gibi esiyor.
“Sümsük sümsük oturma da kalk masayı topla. Kurşun döktürmeye gideceğiz. Bu kadını çok övüyorlar. Geçen Hadiye teyzen gitmiş. Kurşunu suyun üstüne döker dökmez patlamış, hastalık var hanenizde demiş.’’
“Kadın neredeyse yüz yaşında başka ne olacak hanelerinde? Elbet hastalık olacak. Atmış, tutmuş işte’’
“Başladın yine tepeden tepeden konuşmaya. Ne diyorsam onu yap.’’
Sessizce kalkıp acele etmeden masayı topluyor, bulaşıkları makineye yerleştiriyor. Banyoda saçlarını toplarken inceden bir türkü tutturuyor. Onunkisi sessiz mukavemet. Annesi ile tartışmayı bırakalı yıllar oldu. İçindekileri kusmasına izin vermiyor. Biriksin, içten içe zehirlesin istiyor. Akife Hanım çoktan hazırlanmış, koltuğuna kurulmuş sinirli sinirli sigarasından derin bir nefes çekiyor. Yine de bulaşmıyor. “Hazırım Akife Hanım. Buyurun gidelim’’ demesine sabır çekerek karşılık veriyor. Ne zaman damarına basmak istese “Akife Hanım” diyor. Artık dayak atılacak yaşta da değil, zaman onun lehine ilerliyor. İkisi de biliyor. Kızı bir evlense rahatlayacak. Yılların yükünü üstünden atıverecek. Gel gör ki evlenmiyor, genç güzelken – ki anasına çekmiş-ne kısmetleri geri çevirdi. Şimdi kapılarını çalanlar ya dul kalmış adamlar ya da analarının dizinin dibinden ayrılamayan koca çocuklar. Akife Hanım’ın ümidi her geçen gün azalıyor.
Kış demeden yaz demeden yollara düşüp, izbe gecekonduların kapısını çalmaktan bıktı. Kendisine itiraf ederse pes edecek. O yüzden “Değer mi?’’ diyen içindeki sesi susturuyor. Tavukların eşelediği çamurlu sokaklardan geçerken, yavrusunu yalayan kediye imreniyor. Yanında yürüyen annesine bakıyor. Boynundan inen tere üzülmek istiyor. Olmuyor. Boyası dökülmüş kapıyı çalıyorlar. Kapıyı açan kadın onları beklemiyormuş gibi şaşırıyor. Gönülsüzce buyur ediyor. İçerden ağır bir rutubet kokusu geliyor. Ayakları girmek istemiyor. Annesi kolundan tutup içeri çekiyor. Kadının gösterdiği somyanın ucuna ilişiyorlar. “Hanginize kurşun dökülecek ?’’diye soruyor kadın. “Kızıma döktüreceğiz kesin nazar var, yavrumda.’’ Bu acıklı ses tonunu iyi tanıyor. Gülümsüyor. Kadına bile inandırıcı gelmiyor olmalı ki omuzlarını silkip, “Madem öyle şöyle oturuversin hele’’ diyor. Eteğini savura savura giden kadına bakarken ilk kurşun döktürdüğü zamanı hatırlıyor. Doluya yakalanmış köpekler gibi korkmuştu. Artık alıştı.
Kadın içinde iğne, bıçak olan bir tepsiyle geliyor. Ameliyata girmeye hazırlanan bir doktor ciddiyetiyle tepsiyi yere bırakıyor. Yerdeki küçük tüpte kurşunu eritmeye başlıyor. Bir taraftan da besmele çekiyor. Başının üstüne bir örtü açıyorlar. Örtünün bir ucuna annesi de büyük bir hevesle yapışıyor. Suyun içine bırakılan kurşun foşşş diye bir ses çıkarıyor. Akife Hanım aşka gelip “Gözü olanların gözü çıksın inşallah” derken neredeyse kendinden geçiyor. Gözü annesinin ayaklarına takılıyor, içinden yükselen tiksinti midesini bulandırıyor. Bir kere daha ondan nefret ediyor. İnsan annesinden nefret eder mi? Bal gibi eder.
İlk ne zaman nefret ettiğini hatırlamaya çalışıyor. İzlediği kartal belgesi geliyor aklına. Televizyonun dibine oturmuş sesini sonuna kadar açmıştı. Annesi ile babası ne zaman tartışsalar televizyonun renkli dünyası onu kurtarıyordu. Ekranda süzülen kartalın kocaman kanatlarına, sivri pençelerine alev gibi parlayan gözlerine hayran olmuştu. Gözlerini bir an kartalın gözlerinden ayırdığında annesinin sesiyle irkilmiş, istemsizce sese doğru yönelmişti.
“Senin yerinde başkası olsa çoktan zengin olmuştuk. Bak Nuran Hanım’ın kocasına o da bankada çalışıyor. Üçüncü evi alacaklar. Kadın bileziklerini gözümüze sokmak için gün düzenliyor mübarek!!”
Avının üzerine atılan kartalın gözlerindeki alevi annesinin gözlerinde yakalamıştı.
“Sen ne demek istiyorsun Akife Hanım. Kendine gel lütfen!!! Ağzından çıkanı kulağın duysun. Ben çoluğuma …’’sesi titreyen babasıyla aynada göz göze gelmiş, onu öyle gördüğü için kendisini nasıl da suçlu hissetmişti. Sessizce gidip televizyonun karşısına tekrar oturduğunda birden ateşi çıkmış, günlerce hasta yatmıştı.
Aynı sıcaklığı tüm bedeninde bir kez daha hissediyor. Kadın, başındaki örtüyü kaldırıp elindeki kurşunu gösteriyor
“Ah güzelim!! Sizin hanede bir uğursuzluk var ben böyle bir şey görmedim. Evin ortasına oturmuş, tüm aileye sebep olmuş. Kurşunun ortasındaki boşluğu görüyor musun?’’
“Görmez miyim. Görüyorum hep o sebep oldu’’ derken annesine bakıyor.
Akife Hanım huzursuzca yerinde kıpırdanıyor
“Eee !!Hanım sen kızımdan haber ver, nasip görünüyor mu?’’
“Teyzem bizde yalan yok. Bu uğursuzluk kalkmadığı müddetçe bir nasip görünmüyor. Ama merak etme az kalmış kurtuluyorsunuz o uğursuzdan’’
Kahkahayı basmamak için kendini zor tutuyor. Neredeyse kadının gördüğünü söylediği şeylere inanacak. Sanki birisi kadının kulağına her şeyi fısıldamış.
Babası, annesi ile kavga ettiklerinin bir gecesinde uykusunda kalp krizi geçirip öldü. Ölürken bile sessizce göçüp gitti. Annesi, babası öldükten sonra yarıya kadar taktığı başörtüsü ile arkasından ağlarken ona acımıştı. Nuran Hanım ve konuşurken etrafa tükürükler saçan Lütfü Bey başsağlığına geldiğinde de annesi, genç dul rolünü öyle iyi oynamıştı ki içi parçalanmıştı. Ne de olsa annesiydi. Okuldan erken geldiği bir gün içerden gelen inleme seslerini duyuncaya kadar. Korkarak yatak odasının kapasını araladığında önce bir erkeğin ayağını görmüş, sonra Lütfü Bey’in üzerine kapaklanmış bir kartala dönüşen annesini. Daha babasının kırkı bile çıkmamıştı. Akife Hanım neye uğradığını şaşırmış, onu ikna etmeye çalışmış, yapamayacağını anlayınca bağırıp çağırıp sindirmişti. O gün içine yerleşen öfke tohumu onunla birlikte büyüdü. Annesine her baktığında kökleri tüm benliğini ele geçirdi. Her fırsatta annesini yaralayan kocaman bir karaçalıya dönüştü.
Kadın falını bir nazar duasıyla bitiriyor. Tepsideki bıçağı elindeki kurşuna sürtüp, kurşunun ortasındaki deliğe kocaman iğneyi batırıyor. “Güzelim, Yüce Rabbim sizi tez zamanda kurtarsın inşallah” diyor. Ellerini açıp “İnşallahhh!!’’derken annesi çoktan kalkmış, bir taraftan gömleğinin yakasını açarken bir taraftan da memnuniyetsizlikle kadının eline parayı sıkıştırıyor. Kadının yüzü aydınlanıyor. Apar topar ayakkabılarını giyip kendilerini sokağa atıyorlar. Kadının söyledikleri keyfini yerine getiriyor. Geldikleri yokuşu tırmanırken sıcaktan iyice nefes nefese kalan annesinin kulağına eğilip, çalılardan fırlayan yılan misali tıslıyor.
“Akife Hanım,kadını duydun mu? Senden bahsetti. Babama kavuşmana az kalmış.’’
Akife Hanım birden fenalaşıyor. Olduğu yere yığılıveriyor. Bir adım geri çekilip, yerde yatan kadının etrafına toplanan telaşlı insanları seyrediyor.
edebiyathaber.net (27 Haziran 2021)