Öykü: Ayna | Tuğba Kocaman

Şubat 1, 2025

Öykü: Ayna | Tuğba Kocaman

Sırları dökülen, yer yer kararan aynayı sandıktan çıkardı, oraya yansıyan gölgeli aksinden hoşlanmadı. Yıllar çok şey götürmüş demek istedi ama işin aslı o şey zaten ona hiç uğramamıştı! Uğrasa belki… Belki şimdi… Kim bilir…

Sandığa çevirdi gözlerini tekrar, seçemedi ilk başta iğne oyalı havluların altından gözüne çarpanın ne olduğunu. Kör olasıca astigmat, yaş ilerledikçe iyice zıvanadan çıktın. Uzattı elini, aldı: bir yığın fotoğraf, lise yılları. Uzun boyu, sarı saçları ve deniz mavisi gözleriyle ilk gözüne çarpan Levent oldu. Yılbaşı çekilişi yapmışlardı o gün sınıfça. Levent kendisine çıksın diye ne çok dua etmişti. Çıkmadı. Begüm çıktı; güzel, alımlı, herkesin hayran olduğu Begüm. Ne hediye alacağını bilememişti. Güzel birinin neye ihtiyacı olur ki diye günlerce kara kara düşünmüştü. Zaten her şeye sahip değil miydi? Hediyeler verilirken Levent’in elinde bir paketle kendisine doğru geldiğini anımsadı, o günkü heyecanını iliklerine kadar hissetti yeniden. Şişe dibi gözlüklerinin arkasına sığınan gözlerini kaçırmıştı ondan, heyecanını çaktırmamaya çalışarak açmıştı paketi: gümüş çerçeveli ayna. Baktıkça beni hatırlarsın demişti Levent çapkınca gülümseyerek. Hatırlamak için önce unutmak gerekiyordu oysa. Mümkün müydü?

Sonrasında eline bulanık bir fotoğraf geldi; mezuniyet gününden, okul birincisi olduğu için plaket verildiği anın fotoğrafıydı. Gözleriyle Levent’i aradı fotoğrafta, yoktu; hâlbuki dereceye giren öğrenciler yan yana dizilmişlerdi fotoğraf çekilirken, nasıl olmazdı Levent karede. Yine Begüm’ün yanına mı gitmişti, her şey okulun havalı kızı Begüm yüzünden bozulmamış mıydı zaten? Ardı sıra geçti fotoğrafları. Sıra yine Levent’in olduğu bir fotoğrafa geldi: lise sonda sınıfça gittikleri bir göl gezisi. Yaz başıydı. Sınıfın erkekleri gölde de yüzeriz diye hesap etmişti ama göl inadına boz rengiyle karşılamıştı onları. Dibi görünmeyen göle hiçbiri cesaret edemedi girmeye. Keşke girselerdi. O zaman Levent tüm gününü Begüm’le diz dize geçirmezdi belki. Acaba Levent’in aklına evlilik fikrini o gün mü sokmuştu Begüm?

Telefonun sesiyle anılarından sıyrıldı. “Efendim.”, “Anlayamıyorum, ses, sesiniz gelmiyor.” Kapattı telefonu. Bugün kaçıncı kez çalıyordu telefon, bir türlü sesi alamıyordu. Sapığın teki miydi yoksa telefonu mu bozulmuştu? En yakın zamanda bir telefoncuya gideyim. Anılara geri dönmeye cesaret edemedi, bugünlük bu kadar yeterdi, sandığı kapadı. Kedi dolandı ayaklarına. Aldı kucağına Levo’yu. Birlikte uzandılar gri koltuğa. Sarmaş dolaş uyudular. Zil sesiyle kapıya koştu Levo, ardından da Gülay. Açtı kapıyı ve işte yıllardır gelsin diye beklediği servi boylusu karşısındaydı. Ellerinde çiçekler. “Sana geldim, artık hep birlikteyiz.” Gözyaşlarıyla sarıldı Levent’e. Artık kapı kırılırcasına vuruluyordu. Sıkıca sarıldığı yastığıyla zıpladı yerinden Gülay. Fırlattı yastığı elinden. Kırılmadan açayım şu kapıyı. Koltuktan güç bela kalktı, yalpalayarak gitti.

“Kız sen nerelerdesin?” Uyku mahmurluğunu üzerinden atamayan Gülay ilk başta karşısındakini tanıyamadı. Gözlerini ovuşturdu, tekrar baktı. Karşı taraf konuşmaya devam ediyordu. “Hey kime diyorum ben, sabahtan beri sana ulaşmaya çalışıyorum, nerelerdesin sen çakma Aynştayn?” Bu sefer anladı kim olduğunu. Liseden beri sürekli ders çalışıyor diye takılan sıra arkadaşıydı gelen.“Evdeyim, nerde olacağım! Hayırdır?” Arkadaşının yüzü düştü, can sıkıcı bir şeyden bahsedeceği belli oluyordu her halinden.“Sorma canım, kötü haber. Sen de cenazeye katılmak istersin diye haber vereyim demiştim.” Bu cevapla sallandı Gülay. Kara haber tez duyulurdu ama belli ki bu biraz ayak sürümüştü. Yaradan acımıştı belki de yalnızlıkla sınanan Gülay’a. Ne cevap alacağından korkarak sordu: “Ne cenazesi?” Arkadaşı, Gülay’ın gözlerine baktı, elini sıkıca tuttu.“Levent, Begüm’ün kocası…”

Ölüm haberini aldıktan sonra ne konuştular, ne kadar konuştular, arkadaşını ne zaman uğurladı hiçbirini hatırlamıyordu. Kapalı kapının ardında, sırtı kapıya dayalı, gözleri buğulu öylece oturuyordu. Ölen kişinin gözünün önünden hayatı film şeridi gibi geçer derler ama bu sefer Gülay’ın gözünün önünden geçiyordu hayatı. Sahnelerdeki rol arkadaşı hep Levent’ti. Levent’le bilgi yarışması, Levent’le okul çıkışı, Levent’le otobüs yolculuğu, Levent’le dershane günleri, Levent, Levent, Levent… Ama Levent artık yoktu. Hoş onun için yıllardır yoktu, arada bir pilav günlerinde ya da ortak arkadaşların özel günlerinde karşılaşırlardı o kadar. Onu teselli eden aynı gökyüzü altında nefes almaktı sadece, artık o da mümkün değildi. Kesin karın bakamadı sana, onun yüzünden kanser oldun Levent’im, hâlbuki ben seni pamuklara sarmalar sarardım…

Kara kara ne yapacağını düşünüyordu. Cenazeye gitmeli miydi? Muhtemelen ayakta durmakta zorlanacaktı, onu böyle görenler bu kadın niye bu kadar harap demez miydi? Ölü adamın arkasından yanlış şeyler konuşulmasından korktu! Ama bir veda bile edememek fikri başını zonklatıyordu. En iyisi bir veda değil bir kavuşma planlamak. Sandığı açıp aynayı eline aldı, aldığı gibi de duvara savurdu. Kırılan parçalardan keskince birini avucuna aldı ve televizyonu açtı. Yine yağmur yağıyordu, televizyon karıncalanmıştı.

edebiyathaber.net (1 Şubat 2025)

Yorum yapın