Karanlıktı oda. Duvar, perde aralığından sızan ışıkta mayalı hamur gibi şekilden şekle giriyordu. Uyku tutmamıştı Sevda Hanım’ı. Sağa, sola dönüp duruyordu. Bir ara kalktı, oturdu. Söyleyeceklerini uzata uzata, dudaklarını oynata oynata anlattı duvara. Tamam, dedi, sabah konuşacağım kızımla. Tekrar yattı. Yorganı çekti. Dertop oldu. Tam içi geçecek gibi oldu, kuyruğundan yakalanmış hırçın bir kedinin çığlığı yankılandı sanki odada. Olur mu canım, dedi, gece vakti. Parça parça doğruldu. Öfkeli erkek sesi gürledi daha ayağını yere basmadan. Kalktı. Perdeyi araladı. Sokak lambalarının fersiz ışığı titreşiyordu caddeye açılan yolda. Elektrik düğmesine uzandı. Kapı çarptı. Sıçradı. Bu saatte, dedi. İç çekmeli bir ağlama uğuldadı duvarın arkasından. Koştu. Hafif aralıktı kapı. Birden kapandı. Bir zaman kala kaldı olduğu yerde. Eli kapıya gitti geldi. Kocası geçti aklından. Üşüdü. Buz kesti bedeni. Aynı dalı paylaşan iki yaprak gibiydi belki de kızıyla kendisi. Halbuki, dedi. Sözünün sonunu getiremedi. Torununun odasına baktı. Sımsıkı kapalıydı kapısı. Usulca odasına döndü. İnce bacaklı çalışma masasının kenarından sandalyeyi çekti, oturdu. Burun delikleri açılıp kapanıyor, boynundaki damarlar nefes alıp verdikçe şişip iniyordu. Gözlerinin kan çanağına döndüğü geceler geçti aklından. Kocasıyla kavgaları. Damadı uzaktan akrabaydı. Kızı istememişti aslında. İhtiyarlayınca bakacak kimsemiz olsun, demişti kocası, oğlanlardan hayır yok. Kızının yanına neden geldiğini düşününce, tutamadı sakladığı iki damla yaşı. Mayalı hamura benzettiği duvara hıçkırıklar arasında anlattı bir şeyler.
Ellerini dizlerine dayadı, kalktı. Kamburlaşmış bedeninin gölgesi vurdu duvara. Yatağına oturdu. Kalın bacaklarını altına çekti. Büzüldü. Ardiyeye benzeyen odada gezdirdi bakışlarını. Eski bir çalışma masası, kenarında eski bir büfe. Birkaç çerçeve. İçlerinde soluk renkli eski fotoğraflar. Yerde kızına çeyiz diye verdiği kilim. Hafif sararmış, desenleri birbirine karışmış. Bazı yerlerinden ipler sarkmış. Gözleri bir çift hüzün yumağına döndü o an. Kalktı kilimin üzerine oturdu. Kızının gece karası saçlarını okşar gibi gezdirdi parmaklarını kilimin üzerinde. Tombul ellerine ait değilmiş gibi oynaşan parmaklarına baktı bir zaman, kırışıklıklarına, kahve rengi lekelere. Kulağı kapıdaydı. Odanın sessizliğini bölecek sıradan bir seste. Başını kaldırdı. Perdeden sızan ışık. Gün ağarmış, dedi. Yere bastırdı ellerini, doğruldu. Perdeyi açarken ayak sesleri çalındı kulağına. Kapıya yürüdü. Açacaktı, açmadı. Sırtını kapıya dayadı. Sığmadığını düşündü kızının ardiyesinde eskilerin arasına. Derin bir iç çekti. Sandalyeye oturdu. Büfenin üzerindeki çantasına uzandı. İçinden doktorun verdiği kâğıdı çıkardı. Okudu. Sonra büyük bir sırrı saklar gibi tıkıştırdı yerine.
“Anne kahvaltı hazır,” dediğini duydu kızının.
Zoraki bir gülümseme belirdi yüzünde.
“Geliyorum,” dedi hırıltılı sesiyle.
Kalktı. Valizine bakındı. Yatağın kenarındaydı. Bir pantolonla bluz çıkardı içinden. Giyindi. Tuvalete gitti. Bir avuç su çarptı yüzüne. Solgun yüzündeki kırışıklıklar artmıştı bugün, çatık kaşlarının arasındaki yarık daha derinleşmiş. İşaretparmağıyla dokundu kırışıklarına.
“Anne, hadi ama…” diye seslendiğini duydu kızının.
“Tamam,” dedi.
Süratli adımlarla odasına geçti. Valizinden bir süveter çıkardı. Çantaya koydu, mutfağa gitti. Kızı mutfak masasının kenarına bilgisayarını koymuş, bir gözü bilgisayarda atıştırıyordu. Sevda Hanım gülümseyerek baktı kızının yüzüne. Hiçbir sıkıntısı yokmuş gibi görünüyordu kızı.
“İyi uyudun mu?” diye sordu kızı.
“Uyudum,” dedi.
Kızına çevirdiği gözleri soru doluydu. Çayından bir yudum aldı. Kızı gözlerini bilgisayara dikmiş, kaldırmıyordu. Hafif öksürdü. Bir parça ekmekle peynir atıştırdı. Kızının sessizliğini, gece yaşadığı tartışmaya yordu. Belki de sormasından korkuyordu annesinin. Kim bilir ne yaşamıştı? Damadına içten içe öfkeliydi. Naci yok mu, diyecek oldu bir ara. Demedi. Olur olmaz her şeye karışan anne değildi o. Aralarında yıllar geçtikçe çoğalan sessizliğe sebep bulmaya çalıştı bir zaman. Dikkatini çekmek için çayını karıştırdı, çın çın. Torununu sorsa sıkıntı olmaz diye geçirdi içinden.
“Tuğçe okula gitti mi?” dedi.
“Çoktan,” dedi kızı.
Şaşırdı. Nasıl duymam, diye geçirdi içinden. Çantadan süveteri çıkardı.
“Baksana,” dedi, “hatırladın mı, bu süveteri?”
Kızı şöyle bir baktı. Gülümsedi. Sevda Hanım’ın yüzü asıldı.
“Çok sevmiştin, hiç çıkarmazdın üzerinden. Geçenlerde elime geçti.”
Kızı dudak büktü.
“Aman anne,” dedi, “kimse giymiyor artık böyle şeyleri.”
Başını tekrar bilgisayarına çevirdi. Sevda Hanım’ın yüzü asıldı. Koca ev kaldığı ardiye gibi daraldı. Dudağını kemirmeye başladı. Kalbinde alışılmadık bir çarpıntı, ufak bir sızı.
Kızı yerinden kalktı. Bilgisayarına uzandı, kucağına aldı. Tam gidiyordu, durdu.
“Naci birkaç gün yok, uçuşu var,” dedi, “ben de bu haftaevden çalışacağım.”
Ben ne duydum gece, dedi kendi kendine Sevda Hanım. Belki de bir rüya. Kızının kocaman kömür gözlerinde üzüntü, kırgınlık görünmüyordu.
“Tamam,” der gibi salladı başını.
Kızı kapının önünde tekrar durdu.
“Bugün birkaç toplantı var, çok önemli.”
Başını salladı Sevda Hanım. Döndü. Oturduğu sandalyede büzüldü. Pencereden görünen yüksek binalara çevirdi bakışlarını. Aralardan evin koridorlarına kadar sokulan ışıltıya. Torbalanmış gözlerini dolduran ıslaklığı tuttu. Mutfağa dolan sessizliği dinledi bir süre. Kalktı. Elindeki çantayla odasına gitti. Süveteri çıkardı. Kilimin üzerine serdi. Valizini aldı. Parmak uçlarına basarak çıktı evden. Evin önündeki taksi durağına yürürken başını kaldırdı. Son kez baktı kızının evine. 4. Katın penceresinin tülü oynamıyordu yerinden.
edebiyathaber.net (28 Ağustos 2022)