Kafam dalgın olduğu zamanlar işi gücü bırakır yürüyüşe çıkarım. Telefonumu sessize alır, içimdeki diğer benin sesini açar, yürüdükçe yürürüm. Ne tarafa yürürsem yürüyeyim yolum hep oraya düşer. Bana öyle gelir ki bütün yollar Aztek’ e çıkar.
Aztek’ e gelince, bir kıtadan diğerine yolculuk etmişim gibi yorgun bulurum kendimi. Zihnimdeki tüm ağırlıkları bir kenara bırakır, içimdeki sesi de kısar ve çöküveririm. Egzotik bir yerdir Aztek. Başlı başına bir lokanta veya büfeye benzemez. Daha çok, ikisinin karışımı, az müşterisi olan , kendine özgü bir yerdir
Buraya bir milyon kez gelmiş olsam da uzun bıyıklarını titretmeden konuşan adam, hep aynı yüz ifadesi ile karşılar beni. Sanki oraya ilk kez geliyor muşum gibi ne yiyeceğimi sorar. Ben de hep ilk kez geliyor muşum gibi dükkanın girişindeki tost görsellerine uzun uzun bakarım. Dükkandaki her şey o kadar göz alıcı olmasına rağmen, aç da olsam tok da olsam hep dilli kaşarlı tost söylerim kendime. Yanına da hemen ekürisi olan portakal suyunu eklerim. Yaz veya kış fark etmez ,dışarda otururum. Benden başka kimse yoktur. Sessizce yerim, uzun bıyıklı adam da sessizce işini yapar. İkimiz de bu korkutucu sessizlikten memnun kalırız.
Uzun bıyıklı adamdaki sessizlik ve yüzündeki değişmez ifade , onun aslında çok bilgili biri olduğunu hissettirir bana. Uzun yıllardır Latin Amerika’da yaşamış, yıllar sonra memlekete kesin dönüş yapmıştır. Aztek ismini gurbete atfen koymuştur. Meksika’da takılmıştır uzun yıllar. O halde İspanyolcası da vardır. Bir iki kelime bilirim ama konuşmam. O ketumsa ben de öyleyimdir. O gezginse ben de Japonya’lar görmüş adamımdır. Bir gün bana ukala gibi İspanyolca konuşursa Japonca cevap verip, dumur edeceğim onu.
Çenemi kaşıyor ve tostlara bakıyordum. Meksika’yı ne kadar bilir, diye durup dururken zarf atayım dedim. Zor yerden sordum. Aztek’ leri bitiren Cortez geldi aklıma. Uzun , zayıf boynuyla bana doğru bakıyorken ; “Sen de Cortez gibisin ha, bıyıklar falan…” diyerek göz kırptım.
Yüzü oynamadı. Bir tek, bıyıklarında bir gel git oluştu. Beni tam duyamadığını sanıp “Hernan Cortez ya, hani şu İspanyol var ya!” dedim.
Elini bıyıklarına götürdü. Ölü balık gibi olan bakışları yüzümde bir süre dolaştı. Sonra bakışlar anlamlı şekilde, bir adamın keyifle para saymasında görülebilecek bakışlara evrildi.
“Bildim, bildim” dedi. “Şu, geçen maçta üç gol atan adam!”
Bu kez benim bıyıklarımda dalgalanmalar oldu. “Meksika’da bulundun değil mi ?”dedim.
“İstanbul’ dan köye gitmişliğim var , bir iki de Bursa’ya…” dedi, “düğüne”
“Yahu sen dükkanın ismini niye Aztek koydun?” dedim.
“Noldu ki hemşerim?” dedi, bıyıkları daha da uzamış gibiydi.
“Aztekler var ya, ondan sebep koymadın mı?” dedim.
“Az-Tek abi… Az ve tek porsiyon işte! Vereyim mi bir porsiyon kuru?”
“Yok…Dilli kaşarlı ve portakal suyu!”
Sessizliğimize döndük. Böyle iyiydi. Ben sessizce tost yerim, o sessizce bıyıklarıyla oynar, zaman geçip giderdi.
edebiyathaber.net (20 Haziran 2021)