“Yapamayacaksın! Beceremeyeceksin!”
Bir, ki, üç, dört… İp atlamaya bayılıyorum.
“Yanacaksın şimdi, sıranı kaptıracaksın!”
Havaya fırlatılan top…
“Ayşe! Yakala!”
Yakalayamayacağım. Düşecek, istop demekte geç kalacağım. Arkadaşlarım uzaklara kaçışacaklar, onları vuramayacağım. Yenilen ben olacağım.
“Bu küçük kızın kendine güvenini kim çaldı?”
“Şeytan aldı, götürdü, satamadan getirdi…”
Hayır, ben “yağmur yağıyor, seller akıyor” şarkısını daha çok seviyorum. Arap kızları hangi camdan bakıyor, bilmiyorum. Bir gün onları bulacağım. Çocukları yağmur yağdığında evlere kapatıyorlar, ben sıkılıyorum kız başıma. Erkek kardeşlerim beni aralarına almıyorlar. Hep sıkılıyorum.
Annem geliyor. Eyvah, fasulyeleri ıslatmayı unuttum!
“Göründü işte sokağın başında. Koş, suya sal hemen onları. Annen fabrikaya giderken ıslatılmasını söylediği fasulyeleri diri diri karşısında görünce kızacak sana küçük kız.”
Neden bana bulaşık yıkatıyorsun, ev süpürttürüyorsun anne? Ben daha küçük değil miyim? Sokaklarda oynamak istiyorum.
Yanılıyorsun, koskocaman kız olmadım daha.
Karşı komşu neden gözetliyor evimizi?
Baba, vurma ayağını yere! Lavabonun önünde musluğun sularıyla çürüyen tahta, içine göçecek şimdi. Bırak o rendeyi, annemin yüzüne gelecek, atma, kaşı patlayacak sonra! O, mutfakta; ben evin damına kaçıp orada ağlayacağız.
Deli kadın! Deli kadın!
“Bir daha büyük teyzenize öyle söylediğinizi duyarsam, eşek sudan gelinceye kadar döverim sizi! Ağzınıza biber sürerim!”
Ancak sen de bağırıyorsun ona anne!
Biz, dört küçük çocuk, odalardan kopup gelen bağırtıları gizlice, korkarak dinlemeyi erkenden öğreniverdik.
Annem suçluyor teyzesini: “Sen neden oldun bu evliliğe!”
Kendisi hiç evlen(e)meyen, üç çocuğunu babasız büyüten kardeşinin yanına sığınıp onun çocuklarına kol-kanat geren bu kadın, başından nişan geçen kızların lekeli (!) sayıldıkları dönemlerde kendince en doğru bildiğini yaparak yeğeninin nişanlısından ayrılmasına engel oluyor. Bu yakışıklı sağlık memurunun ilk eşinden boşandığını öğreniyor genç kız. İkiz çocukları olduğunu… ”Yapma kızım” diyorlar, “kendi çocuklarınla büyütüverirsin, sevaptır” Nikahta keramet olduğunu söylüyor atalarımız.
Hey, küçük kız, kov şu insanları!
Hadi, eline çizgi romanını al da, kapı eşiklerine koş. Komşuya konuk gelen çocuk orada. Elinden düşürmüyor kitapları. Durma, isteyecek seninkini de. Yan yana oturup çizgi roman okuyacaksınız. Böyle vuran, kıran, güçlü kahramanlara (Tommiks’miş, Zagor’muş…) hayranlık duyduğun yok ancak bu esmer çocuğa var. Birilerinin gözünden kaçmayacak bu ilgin. Hemen sıkıştırılmaya başlanacaksın, derken en büyük gizin olacak bu aşk. Buraya dinlencesini geçirmeye gelen çocuk yaşadığı kente döndüğünde gizin de kalmayacak.
Gizlerini yüreğinde taşıyamıyor musun küçük kız?
Annenin bir günlüğü olacaktı sandığın bir yerlerinde, üç-beş sayfa yazmış, gerisi gelmemişti yıllar önce. Bak, yırtıverdi onları da. İşte sana bir defter!
Hadi, söyleş onunla. Yalnız, kimselerin eline geçmesin diye onu nerelere saklayacağını da bilemeyeceksin.
16 Eylül
Bugün çok mutluydum, ortaokula başlamıştım çünkü. Ta ki babam elinde iç çamaşırıyla bağırarak üzerime yürüyene kadar: “Tam ağının ortasından kim mandalladı bunu?” Çamaşır mı önce çarptı yüzüme, babamın tokadı mı, bilmiyorum. Çamaşırları mandalın izinin belli olmaması için nasıl asmalıydım? Ben ağladım, annem hiçbir şey demedi, ne bana ne de babama.
“Benim Ayşe diye bir kızım yok artık! Bir daha bu eve adımını atamaz o kahpe!”
Polis tarafından arandığımı duyduğunda babam kızını dövmeyen dizini döver diyemeyecek ancak beni uzak bir kente okumaya göndermemesi gerektiğini düşünecek.
Ben deli kadının soyundanım. Baba, sen annem için de diyorsun ya deli diye, ben de deliyim. Git bu evden! Seni istemiyoruz! Çocukluğumdan da çık!
Büyük teyzem, aylarca Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde yatmıştı. Deli kadın diye anılmaktan hastaneden çıkmakla kurtulamayacaktı – ölümüyle bile – benim de geçen uzun yıllara karşın çocukluğumdan kurtulamadığım gibi.
İki sözcük her şeyi anlatmaya yetiyor: çirkin yaşam!
Çirkin yaşamlardan kurtulmanın bir yolu olduğunu bir gün anladım baba. O zaman çocukluğumdan da kurtuldum.
Hücremde böcekler vardı.
Ben böceklerden çok korkuyorum. Evimizde ne kadar çok böcek var! Su içmeye kalktığım bir gece karanlıkta görmeyerek birinin üzerine çıplak ayakla basıp ezeceğim onu. Hayvanın yapıştığı ayağımı ne kadar yıkarsam yıkayayım kurtulamayacağım o vıcık vıcıklıktan.
Hücremde böcekler vardı.
Her yerde böcekler olacaktı.
Bu küçük yaratıklardan şimdi, asla korkmuyorum.
Senden de korkmuyorum artık baba. Korku bitti!
Bir daha bu eve adım atmayacaktım. Yine de baban ölüyor diye haber saldıklarında, o zaten benim için yıllar önce ölmüştü, diyemedim.
Ağlıyorum baba. İnsanın yüreği taşlaşmazmış. Yaşananların tek suçlusu sensin sanırdım. Sen kötü bir adamdın.
Bu evden nefret ettiğimi düşünürdüm.
Oysa biz kocaman bir bütünün ufacık bir parçasıydık.
Küçük bir kız “elveda” dedi babasına, bu evin her köşesine ve bana. Sonra çıkıp gitti.
Anneme sarılıp doya doya öpeceğim onu.
edebiyathaber.net (10 Eylül 2024)