En çok yavrusunu kesesinde taşıyan kanguruları seviyorum. Bir de filleri, sürüsünden bir fil ölünce yas tutan kocaman cüsseli, kavmine sadık filleri. Oysa, balıklar öyle mi? Sürekli aynı akvaryumun içinde çırpınan balıkları görünce kendi hayat çabamı anımsatıyor diye mi sevmiyorum? bilmiyorum. Kaderine kail, av olmaya hazır. Hafızasız, çünkü; bir sazanın belleğine hiçbir şey sığmaz. Pullu ve kokusuyla baş döndüren balığın en çok gözlerinden korkuyorum. Çünkü; gözleri, tazeliğini belli etmesinin de ötesinde, yaşanmışlığına delalettir.
Ağın birinde, yaşlı balıkçının iyot kokan nefesiyle kısmet diye yukarı çektiği ağlardan yukarı çıktığı an, nefessiz kalmadan tam önce, kuyruğunu şaplata şaplata vurup, çırpındığı an, işte tam o zaman! Kurban Bayramı’nda kafası kesilmiş ama yine de kocaman kütlesiyle, kanlar içinde oradan oraya kendini vuran ineğin çabası, çırpınma hali, aynı an. Hepsinin içinde tanıdık bir şeyler var. O çırpınma hali, ölmeye çırpınma, hayata çırpınma. Zaten doğmak da çırpınmanın bir eseri. Ne vardıysa dünyaya gelmek için karın tekmeleyecek kadar heyecanlanmanın. Bu işte! o hayat. O çırpınmanın o sperm savaşının içindeki mücadelenin sonucu bu. Çağrı merkezine girdikten sonra, eskilerin deyişiyle daha fazla tefekkür etmeye başladım. İnsanların, mekanik kulaklıktan gelen seslerinden bile hikayeler uydurmaya, bazı müşterileri sakinleştirmeye bazısının ise küfürlerini sineye çekmeyi öğrendim. Mesai bitiminde servisler bizi eve bıraktıklarında, bedenimi taşımaktan yorgun argın ev kapısının zilini çaldığım an annemin açıp “hoş geldin gızıım” deyip içeri buyur ettiğinde, yemek için beni beklediğini gördüğüm an, babam yaşında bir adamın bana “oruspu çocuğu” diye küfretmesini düşünüyorum. Anneme anlatmıyorum, anlatsam üzülür. Kirli klavyelere dokunduğumu da bilse kızar. Temizlik hastasıdır. Kulağıma taktığım kulaklığım kişisel malzeme sayılıyor, onu da artık bir parçam gibi hissediyorum. Çantamda taşıyorum. Bazen sofrada ilginç müşteri hizmetleri muhabbetlerini konuşuyoruz. Bugün kadının biri aradı, telefon faturası sebebiyle kapanan telefonun eşinin adına kayıtlı olduğunu söyledi. Kimliğini ve bilgilerini teyit ettikten sonra bilgisayardaki sistem ekranından baktım, birden fazla numara görünüyor. Hangi numara dedim, kadın şaşırıp “sonu 9493 olanı bir numarayı söyledi. “Ama eşinizin adına kayıtlı “2406 sonlu başka bir numarası da var,” dedim. Kadın bir an sustu, o anın ne olduğunu az çok anladım. Kadının kocası büyük ihtimal aldatıyor ve başka numara kullanıyor. Tamam, teşekkürler deyip kapattı. İşlem yarıda kaldı. 2406 sonlu numarayı merak ettim. Hala aktif, faturası 158.15 TL. Annemin, kadın programı seyrederken televizyona kilitlenip, uzun uzun baktığı gibi bakmasından biraz hoşlanıyorum. Bazen konuşmaktan yoruluyorum. Tüm gün evde benim gelip bir şeyler anlatmamı bekliyor. Arada tabaktaki yemeği kaşıklıyorum. Çatal kaşık sesleri ve annemin “abovvvv” deyip yakınırken bir yandan boş tabağı suya tutup yıkamasıyla, sesler artıyor. Suyun sesi geliyor. Sıcak suyu seviyorum. Duş almaya gidiyorum. Üstümde ağırlık var ve kendimi kirli hissediyorum. Çay koyuyorum. Tamam anne duş alıp geleceğim. Mutfaktaki minik televizyondan kadın programına bakıyor. Sırf o televizyonu o mutfakta oyalansın diye aldım. Suyun altında balık gibi hissediyorum. Hafızasız, av olmayı bekleyen, kaderine razı bir balık. Aynı akvaryumun içinde durmadan dönen. Mahir’in betimlemeleri bunlar. Banyoda nedense o aklıma geliyor. Hayır hayır, cinsel manada değil. Onun birbirinden garip sözlerini düşünüyorum. Onun şiveli deyişiyle, anlamlı ve yazgısına kail olmamış herkes gibi devrim yapmaya meyilli sözler. Sürekli “küçük kara balıktan” bahsedince aklıma işlenmiş. Mahir de karabalık gibi yazgısına razı olmayan devrimci bir balık. Sıcak suyun tenimden aşağıya doğru kaymasını hissediyorum. Omurgamdaki her boğum yeni doğmuş bebek omurgası gibi esnek. Bornozun içine resmen saklanıyorum. Kanguru gibi hissediyorum. Annemin yanına gitmeden elbiseleri kirli sepetine atıyorum. Ellerime krem sürüyorum. Çok çabuk ellerim çatlar. Yanına kokularla gittim. Yeni aldığın bu! Yani yeni aldığım şampuan mı diyor. Evet, geçen aldığım bu. Saçıma iyi geliyor. Kabarıyor normalde, bunu kullanınca kabarmıyor. Reklamlar başlamış çayın altını kısmış. Gelince onun deyişiyle “gupa bardağı” çıkardı. Çayı koydu. Reklamlar devam ederken, anne bugün adamın bir aradı. “Merhaba ben bilmem ne üniversitesi iktisadi idari bilimler fakültesi dekanı Prof Dr. Seyfi Terkanlıoğlu” dedi. Buyurun, ben Gülseren size nasıl yardım edebilirim dedim. “Telefon faturam fazla gelmiş, aşım yaptığıma dair mesaj geç geldi. Sizi dava edeceğim,” deyip sonra hakaret etti. Salak mısınız? Yok embesil, idiot, düzgün konuştuğu kısımlarda da azarladı. Mesaj geç gelmiş diye koca adam arayıp hakaretamiz konuştu. Mesajın otomatik olarak gönderildiğini anlatmaya çalıştım. Bir saat hem de, anlamadı. İlla yetkili birini bağla dedi. Üç kere yetkili birine bağlanmak istiyorum dese mecburen yetkiliye bağlıyoruz. Takım liderine söyledim. Takım lideri de bir saat konuştu. En son küfredip telefonu takım liderinin yüzüne kapatmış. Nasıl insanlar bunlar ya! Ne insanlar var, kızı yaşındakilere küfürlü konuşuyor. Anne çok düşündüm telefonda insanın yüzüne bakmıyorlar. Gözlerine baksa, mesela çarşıda sokakta görsen böyle diyemez.
Yaşlı başlı adam görmediği birine, bir sese küfrediyor. Kimisi de sapıklık ediyor. Ses be ses! Telaş içinde baktı. Anneler telaştan yaratılmıştır. Sapıklık yapanlarla fazla uzatma, çok konuşma gızım. Anne mute tuşu var. Mutee! Anlamsız bir bakış attı. Bir düğme, basınca karşıdan konuşanın sesini kısıyorsun. Kumandada da sesi kısıyorsun ya öyle, şimdi anladı. Öyle numaralar kara listeye alınıyor. Fişliyorlar bu sapık diye, kadın müşteri temsilcileri rahatsız olmasın diye öyle yapıyorlar. Mute düğmesine basınca usanıp kendileri kapatıyor. Normalde yasak ama yapacak bir şey yok. Öyle konuşan birinin adını falan buldum. Yemin ederim internetten aradım. Buldum. Facebook’u var. Facebook’ta ailecek çekilmiş fotoğrafını buldum. Altta yorumlar da gördüm. Tontiş dedem yazmış, ben yaşlarda kızın biri. Ona mesaj atacaktım, Tontiş deden bize küfrediyor diye. Anneme, arada küfürler sana kadar geliyor desem üzüntüden yatamaz. Demiyorum. Gözümü kararttım, mesaj atacaktım. Kendimi tuttum. Terbiyesiz çok gızım, aldırma. Takıntı falan yaparlar. Aman haaa, deyip telaş ordusunu kanından salınca göz bebeklerinin buğulandığını gördüm. Sisli bir sabah gibi oldu. Kaybolmayı istediğim sisli sabahlardan. Terliklerimi, en sevdiğim mavi Arizona model terliklerimi giyip, üstüme kimlik, cüzdan ne varsa almadan sislerin içinden şehrin bilmediğim sokaklarına doğru yürüyüp kaybolmak ve her sabah beyaz tülbendiyle annemin Cumartesi Annelerine dönüşüp evlat yolunu bekler gibi beklemesini istediğim sabahlar. Annem üzülmesin, annem ama hep beni beklesin. Bense peygamber yorgunu sokaklarda kaybolayım. Küçük, dar ve ezbere bildiğim sokaklarda evlerden sızan yemek kokularını, sokakta oynayan çocukların bir bir isimlerini öğrenip akşam eve uğurlayıp uzaktan pencere kenarından annemi, kürtaj izini sıvazlayıp beni bekleyen annemi izlemek istiyorum. Biri beni özlesin, beklesin. Işıkları ben geleceğim diye kapamasın, sofra hazırlasın. Gözleri, buğulu bir sabahı andırsın. Sisli bir sabah kenar mahalleden yola çıkan elleri nasıl bir işçinin uzaktan beliren yazgısı gibi kederli kederli baksın. Öyle sisli sabahlarda sanki Allah yeryüzünü, elini bile silmeden yeni yaratmış da sıcak ekmeğin üstünde tüten duman misali sıcak sıcak dumanları tütüyor. Annemin gözlerinden öptüm. Kırışıklıkları artmış, kaz ayakları çıkmış yine. Kırışık kremi almalıyım. Birlikte sürüp, ayna karşısında gülmeliyiz. Odama geçtim. Yatağa uzandım. Yorgunluktan uyumuşum. Rüyamda arayan müşterilerden biriyle kavga ediyordum. Annemi öldürmeye gelmişti, elindeki bıçağı almaya çalışırken annemin kanlar içindeki halini gördüm. Öylece düşüp birdenbire öldü. Çırpınmadan, direnmeden! Kalbim yerinden çıkacakmış gibi kabusla uyandım. Kalbimin gümbürtüsünü hissediyorum. Gözlerimden yaşlar aktı. Yastığımın üstü sırılsıklam.
edebiyathaber.net (17 Şubat 2022)