Hafta sonunu salya sümük yatakta geçirdikten sonra, bu sabah alacakaranlıkta açtım gözlerimi. Uyandığımda şöyle bir kendimi yokladım, beynim kafatasımdan fırlayacak gibi zonkluyordu, elimle başımı tutarak doğrulabildim. İki gündür yataktan çıkmadığımdan mıdır bilmiyorum ayağa kalkınca fırıldak gibi döndü kafam. Yapmam gereken aile hekiminin kapısını tıklatıp, birkaç gün rapor almaktı ama o birkaç günün nasıl lafa söze varacağını bildiğimden canımı dişime takıp işe gitmeyi tercih ettim. Çukura kaçan gözlerimi gören mesai arkadaşlarım “rapor alsaydın, öyle yapsaydın, böyle yapsaydın” gibi önerilerde bulunmuş da olsalar, işe gitmeseydim evde kulaklarımın nasıl çınlayacağını biliyordum.
Çocukluğumdan beri hastayken hep ağlamaklı olurum. Lise sonuna kadar her yıl birkaç kez bademciklerim şişer, yemeden içmeden kesilip yatağa düşerdim. Yanıma gelip, “Geçmiş olsun, neyin var?” diye soran her bir aile ferdi için bir fasıl cıngıl cıngıl ağladığımı anımsıyorum. Büyüdükçe hastalıklarım da hastayken ağlamaklı olma halim de azaldı ama bugün de kendimi tutmasam biraz hastalığın etkisiyle, biraz haftasonu evdeki işlerimi yapamamanın verdiği huzursuzluk yüzünden iki gözüm iki çeşme olabilirdi. Zor da olsa günü bitirdim ve kendimi eve atabildim.Genelde ben eve geldiğim zaman, eşim üzerini değiştirip köşesine kurulmuş olur.Kapıyı bazen çalarım, bazen anahtarlarımla açarım ama bugün elim direk zile uzandı. Eşimi üstünde dışarı kıyafetleri, biraz da yüzünü bizim köyün tabiriyle “ekşimiş peynir tuluğu” gibi görünce bir olağanüstülük olduğunu anladım. Tam “Hayırdır” diyecekken koridorun köşesinde duran kocaman bavul ilişti gözüme, sahibi hakkında bilgi verircesine tam köşeyi doldurmuş enine boyuna bir bavul. Vallahi niye yalan söyleyeyim başımdan kaynar sular döküldü o an, betim benzim attı, eve misafir gelmesine değil de ev bu kadar kirliyken misafir gelmiş olmasına bozuldum. Eşim, kaş göz işareti de yaparak, bilmem kim amcasının bilmem kim torununun bilmem kiminin geldiğini anlatırken afakanlar bastı beni. İçimden sürekli “eyvahlar olsun hem de hiç tanımadığım birisi, ev de nasıl kirliydi, yemek de yok” diyerek girdim kapıdan. Önce banyoya gittim, uzun uzun elimi yüzümü yıkadım. Islak zemindeki saçları, lavabodaki kirleri, aynadaki lekeleri görünce daha da fenalaştım. Yüzümden ateş topu fışkırdı adeta, su vurdukça buhar olup ısıttı banyoyu.Eşimin kimin geldiğiyle ilgili anlattıklarını anımsamaya çalıştım, başaramadım, dıdısınındıdısı dışında aklımda kalan bir şey olmamış. Biraz daha kurcalarsam patlamaya hazır bir bomba gibi çıkacağımı bildiğimden, hızla çıktım banyodan. Derin derin nefes alıp girdim salona, eşimin tam karşı koltuğuna kurulmuş, ama sözcüğün tam anlamıyla yayılmış 50-55 yaşlarındaki adam ben girince hiç istifini bozmadı.Küçük olsun büyük olsun dışarıdan birisi geldiği zaman hiç yerinden kıpırdamayan insanları itici bulurum. Yanına kadar gidip, “hoş geldiniz” dedim, elini sıktım. Eşim kapıdan girerken yaptığı tanıtımın aynısını bir kez daha yaptı, falancanın falancasının falancası diye devam eden akrabalık bağını dinlerken kendimi gülümsemeye zorladım adeta.Eşimi yatak odasına çağırıp, adamın bizi nereden bulduğunu, niye bize geldiğini sormak için can atsam da, ayak kokusuna dayanabildiğim kadar salonda oturmaya zorladım kendimi. Kokudan bayılmak üzereyken, içim dışıma çıkmış bir halde çıkabildim salondan. İçinde bulunduğum durumu kabullenmekte zorlandığımdan mıdır yoksa biraz vücudumun kırgın olmasından mıdır bilmiyorum mutfakta epeyce oyalandım. Yemek adı koymakta da harekete geçmekte de çok zaman kaybettim. En son zor zamanlarım için yapıp buzluğa attığım sulu köfte poşetlerinden çıkardım. Önüne biraz ezogelin çorbası, pilav salata derken doldu taştı masa. Bu zaman zarfında eşim bir kez bile yanıma gelmedi sinirlendim haliyle. Sinirlendikçe hızlandım baştaki uyuşukluğumu üzerimden atıp kısa sürede her şeyi hallettim. Misafirimiz, “Ooooo maşallah maşallah ne kadar hızlı gelinimiz, biz eşi dostu konuşurken sofra hazırlanmış bile” gibi şeyler söyleyerek kuruldu baş köşeye. Biliyorum çok ayıp ama doymak da bilmedi, ikinci tabak, üçüncü tabak derken iki günlük diye hazırladığım yemekleri silip süpürdü.Yemek boyunca bir yandan da geğirerek midesinde yer açtı adeta.. Tencerelerin dibi göründükten sonra “Biraz fazla mı yedik ne. Çok da aç değildim ama vallahi çok güzel olmuş dayanamadım yedim” gibi cümleler kurunca dilimle dişimin arasından “Afiyet olsun” demek zorunda kaldım. Mutfaktan çıkarken adamın “yeğenim bana odamı göster de bir soyunup döküneyim, vallahi çok yedik pantolon patlayacak şimdi” sözlerinden sonra, en az üç makine ütülenecek çamaşırın olduğu küçük odaya götürdü eşim misafiri. “Adam kirli değilse de tüm çamaşırlarımızı da gördü, tam oldu” diye hayıflandım kendi kendime.Saat yarımı geçiyorken artık uyuyalım dedi misafirimiz, sabah çok erken elçilikte olması gerektiğinden söz etti, nasıl gidebileceğini sordu, içimden “nasıl geldiysen öyle gidersin” demek geçse de sustum. Adamın lafı oradan buradan evirip çevirmesi ile eşim zorunlu gönüllü sabah kendisini elçiliğe bırakabileceğini söyledi. Hiç itiraz etmeden kabul etti. Sabahın altısında kalkıp kahvaltı hazırladım, uğurlayım diye de bekledim. Alelacele kahvaltılarını yaptılar , misafir odadan sadece ceketini aldı , bavul kaldı odada. Ben unutmuş olabilir mi söylesem ayıp olur mu diye düşünürken, “akşama görüşürüz yeğenim” deyip hızla çıktı kapıdan. Her ne kadar içim içimi yese de, işini halledip akşama alacaktır bavulunu, koştururken taşımak istememiştir diyerek canımı sıkmamaya çalıştım.
Yoğun geçirdiğim günün akşamında eşimi ve misafirimizi köşelerinde oturuyor buluyorum, “halledebildiniz mi?” diye soruyorum “Yarın inşallah” diyor, adamın içimi okumasından korkarak hızla gözlerimi kaçırıyorum. Sabah yine kahvaltı hazırlayıp uğurlamak için yerimi alıyorum adam yine ceketini alıp çıkıyor, bavul köşesinde duruyor, o bavul tüm zamanların en büyük kabusu gibi geliyor bana. İşin kötüsü rahatsızlığımı eşimle bile paylaşamadım, bir yandan acayip sinirleniyorum bir yandan böyle bir şeyi dillendirmenin ayıp olduğunu düşünüyorum.Canım burnuma geldiği zamanlarda, “Birkaç gün içinde işini halledip gidecektir, neyse sabredeyim” diyorum. Böyle diyorum demesine ama her sabah misafir bavulu almadan çıkınca o bavulu camdan fırlatmamak için kendimi zor tutuyorum. Gerçekten bir cinnet anında bunu yapabileceğimi seziyor, kendimden de korkuyorum. Birkaç gündür eşime de fena sarmış durumdayım bir yandan “Onun ne suçu var, haberi bile yokmuş, adam çıkmış gelmiş ne yapsın” derken bir yandan onun akrabası olduğu için laf söyleme hakkını kendimde görüyorum. Kaç gündür burada misafirimiz artık unuttum, kışı bizimle geçireceğini düşünüyorum. Sıcak ev, hazır yemek yapan davar. Bir kaç makine çamaşırı da yıkandı, ütülendi, hatta yedek anahtar da verdik kendisine. Bazı akrabalarını arayıp bize çağırdı, misafirlerini de ağırladık. Almanya’dan rahat diyorum, hatta bazen gerçekten kışı geçirmek için bize geldiğini, elçilikte işinin falan olmadığına inanıyorum. Sonra işine el atıp biran önce bitmesi için arayışa girerken buluyorum kendimi. Artık gideceğine olan umudumu tümden yitirdiğim bir gün, eve geldiğimde misafiri köşesinde göremedim. Günlerdir gitmesi için gözüne baktığım adamı göremeyince bir tuhaf oldum. Hızla odaya girdim bavul da yerinde yoktu. Kocaman bir boşluk sardı her yerimi. Kaç gündür beynimde yuvalanan kurtlar tüm pervasızlığıyla saçıldı etrafa, utandım kendimden. “Ne oldu yedi mi adam evini, işi düştü, geldi kaldı ve gitti. Bu kadar büyütecek ne vardı” diyen annemin sesi iğne oldu tüm bedenime ince ince battı. Ama diyecek oldum, “hiç habersiz geldi” demek istedim olmadı, “gitti nihayetinde” dedi annem, “Gerçekten sizi ben mi doğurdum, ben evime gelinsin yenilsin içilsin isterdim hep. Siz kime çektiniz bilmiyorum ki” diye art arda sıralamaya başlamıştı ki kapı çaldı. Kapıcının çöp alma saatleri olduğu için kımıldamadım yerimden. Sanki biraz de eşimin yüzüne bakmaya utandığım için çıkamadım odadan. Biraz mahcup biraz pişman ruh halimi üzerimden atmaya çalışırken, “Allah’a kaldı işimiz, boşuna yüklendim koca bavulu da “ diyen misafirin bavulu sürükleyerek üstüme üstüme gelmesiyle oturduğum yerde kalakaldım.
Demet Eşmekaya Selçuk kimdir?
1976 yılında Aksaray’ın EşmekayaKasaba’sında doğdu. İlk ve lise öğrenimini Eşmekaya’da tamamladı. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinden mezun oldu. Ankara Üniversitesi TÖMER’in düzenlediği pek çok ulusal ve uluslarasısempozyumda görev aldı. Öyküleri çeşitli internet dergilerinde yayımlandı.
edebiyathaber.net (20 Haziran 2019)