Okuduğum, dinlediğim her haberden utanç duyuyorum. Savaş haberleri, açlık, ve çatışmalarla dolu bir dünyada konfor içinde bir yaşam sürmüş olmanın ağırlığı altında eziliyorum.
Yazdığım her makalede, yaptığım her deneyde dünyanın bir yerinden berbat bir haber daha duymak bilime ve sanata olan inancımı yokluyor. Onca çocuk ve bu kadar gencin bir din uğruna, bir bayrak adına, aptalca bir öğreti için nefes almaktan vazgeçmesi bütün denizleri, bütün kitapları, dizeleri, şarkıları anlamsızlaştırıyor. Bu anlamsızlığa kendimi feda etmenin bir anlamı var mıydı artık?
Kimseye bunu anlatamam. Onun yerine daha somut şeyler anlattım kızıma; sağlık problemlerimden bahsettim. Tuvaleti bile bir başıma yapamam, yemek yiyemiyorum… İlk tepkilerin ardından anlaştık.
Ötenazi hakkıma engel olmayacaklar. Beni saygıyla karşıladılar. Aile dostumuz avukat Richard Crowe’u çağırdılar. Kızım olanca soğukluğu içinde durumu anlattı. Avukat, şimdiye kadar her türden en sert anlaşmaları yaptığı halde bize şaşkınlıkla baktı. Ne diyeceğini bilemedi. Kalkarken, ”Hepiniz çıldırmışsınız! Bu ülkenin kanunları sizin bu çılgınlığınıza imkân tanımıyor. Haberiniz olsun, cinayet işleyecekseniz cezasına da hazırlanın.”
Avusturalya’nın kanunları, kendi yatağımda, ailemin arasında dilediğim gibi hayata veda etmeme izin vermiyordu. Kızım ölebilmem için elinden geleni yapıyordu, sağ olsun. Neredeyse herkes benden haberdar oldu. Gazeteler, radyolar benimle ilgili bir sürü hikâye uydurdu. Meraklı gazetecilerden biri görüşmek için aradı. Kızım telefonda bayağı uzun bir görüşme yaptı. Bir saatlik bir röportaj için 12 bin dolara anlaştılar. Hiçbir makalem bu kadar para etmemişti hâlbuki. Kızım heyecanla yanıma gelip “Haberler iyi, bütün masraflarımız için para buldum.” Gazeteciyle biraz konuşup, İsviçre’ye gidip işlemleri yapmak için gereken parayı çıkaracaktım. Yani son kez para kazanacağım.
Bir gün sonra bir sürü soruyla geldi muhabir. Pek çok okurdan soru almış gelmeden önce. Büyük bir merak vardı. Bu ilgiyi hiçbir zaman görememiştim. Şımarık davranmaya hakkım vardı. Sadece üç soru aldım. Bunun dışındaki soruları ve cevapları da hikâyecilere bırakıyorum.
– Ölmek için geçerli bir sebebiniz var mı?
– Yaşamak için geçerli bütün sebepler ölmek için de geçerli. Çok düşük bir ihtimal olduğu halde dünyaya geliyoruz bir şekilde, fakat zorunlu bir şekilde hepimiz öleceğiz. Yani yaşamak için bir mucize, ölmek için de bir bakteri yeterlidir. Daha önce iki defa kalp krizi geçirdim, kaza yaptım, zehirlendim… Daha önce ölsem bunun bir önemi olmayacaktı. Haber değeri yoktu. Kimse beni suçlu görmeyecekti. Hayatım boyunca hep ölmekten korktum fakat şimdi her şey benim ellerimde, ilk defa. Doğarken bir hiçtim fakat ölürken her şey olacağım.
-Başa dönmek ister miydiniz?
-Başa dönmek beni korkutur. Ya bir kitabı eksik okursam, ya bir anıyı kaçırırsam… Hiçbir şeyden pişman değilim, o halde niye bir daha aynı şeyleri yapayım.
– Nasıl bir ölüm istiyorsunuz?
Yalnız kalmak istiyorum. Yanımda ailem olabilir ama sessiz olsunlar. Son bir defa müzik dinlemek istiyorum. Bütün anıları canlı bir sahneye çevirsin. Ölüme giderken beni daha güçlü yapsın, coşkumu hüzne galip getirsin.
Kızım bununla da yetinmeyip bankada bir hesap açmış ve her yerden yardım istedi. Arada duyduğum rakamlar doğruysa eğer benden iyi bir miras kazanmış olmalılar.
Uzun bir uçak yolculuğu, birkaç hastane ve bir sürü doktor gördükten sonra son sahneyi oynayacağım kliniğe geldim nihayet. Herkes bana çok iyi davranıyor. Hizmetlerimi aksatmamaya çalıştılar. Acıma duygusunu yenmiş bir saygı vardı. Burada ilk olmadığım için kimseye tuhaf gelmiyordum galiba. Oysa herkes bana tuhaf geliyordu. Benim çoktan geride bıraktığım bütün telaşlar, onca iş vardı hepsinin gözlerinde, ellerinde, sözcüklerinde…
Ölüm ile olan randevu tarihim ve saatim için her şey planlandı. Yatakta değil koltukta oturabilirim. Hiç sorulmadığı kadar taleplerim alındı. Odanın sıcaklığına bile ben karar verdim. Yağmurlu bir günü beklediler benim için.
Sabah yoğun bulutları görünce anlamıştım, günümün geldiğini. Haber verdiler bana. Üstümü giyindim. Oda hazırlandı. Yaşamak için fazla yağmurlu, ölmek için kara bir gündü. Üzerimde hiçbir ağırlık yok. Plan yapmayacağım. Hafta sonunu beklemeyeceğim, akşam yemeği umurumda bile değil. Uyumak için erken uyanmak için geç olmayacak. Hazırlanmaya gerek yok, evden çıkmayacağım; bir daha hiç.
Herkes gelip son kez sadece gözlerime baktı. Konuşmayalım demiştim. Hiç olmadığı kadar samimiydiler. Hepsine gülümsedim.
Son bir iğne acısını duydum önce. Damla damla bir rahatlık hissi yayıldı damarlarıma. Gözlerimi her açtığımda dünyayı yeniden görüyorum. Her kapattığımda karanlık bana sarılıyor. Kendimi bıraktığım anda birden 9. Senfoni başlıyor. Müzik bitmeden her şey bitecek demişlerdi. Senfoninin her notasında bir nefesim karışıyordu odaya. Bu benim son alışverişlerim. Müziğe katılmak için sanki kaslarım hareketleniyor, kendimi tutamıyorum. Bağıra çağıra son seslerimi çıkarmak istiyorum. Yağmurun sesİ dinmişti. Herkes Beethoven’i dinliyordu.
Senfoniyi mırıldamak için son nefesimi çektiğimde pencerenin dışından son kez çığlık çığlığa bir cırcır böceğini duydum; ağaçların, dalların arasından camı delercesine bir inatla…
Halil Demir kimdir:
1980, Cizre doğumlu. Akdeniz Üniversitesinde maliye, Mersin Üniversitesinde edebiyat okudu. Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni. Öykü çalışmaları devam ediyor.