Uzun uzun çalan kapı zili sesiyle yatağından sıçradı. Zaten kulağı kirişteydi. Başucundaki perdenin köşesini hafifçe araladı. Evin bulunduğu sokak polis arabaları ile doluydu. Arabaların yanıp sönen ışıkları evin içine kadar yansıyor, etrafta silahlı kişiler dolaşıyordu. “Aç kapıyı! Polis” diye bağırıyordu bir ses. Annesi, babası ve kardeşleri gürültüye uyanmış, evin salonunda şaşkın şaşkın birbirlerine bakıyorlardı.
Rıza, alelacele giyindi. Odasından çıkıp salonun arka bölümündeki mutfak penceresine fırladı. Bitişik ev ile kendi evlerinin arasındaki boşluktan çatıya doğru baktı. Arkasından gelen babası niyetini anlamıştı. “Oğlum Rıza deli olma, her taraf polis kaynıyor,” dedi. Rıza pencerenin pervazından aşağı indi. Babasına, annesine ve kardeşlerine baktı. Korkudan titriyorlardı. Çaresizce kafasını öne eğdi. Annesine ve kardeşlerine sarıldı.
Kapının zili çalmaya devam ediyor, konuşma ve telsiz sesleri evin içinde yankılanıyordu. Babası kapıyı açar açmaz evin içi silahlı polislerle doldu. İki sivil polis Rıza’nın kollarına girdi. “Emniyete gidiyoruz,” deyip Rıza’yı iterek dışarıya çıkardılar.
Evden çıkar çıkmaz ellerini arkadan kelepçeleyip gözlerini bağladılar. Kafasını bastırarak minibüse bindirdiler. Rıza minibüsün arka koltuğunda elleri kelepçeli, gözleri bağlı olarak karanlık bir geleceğe doğru yola çıktı.
Mevsim sonbahar, aylardan eylüldü. Karabasan gibi çökmüştü evlerine acı ve hüzün. Telsiz ve konuşma sesleri arasında minibüs yol alırken Rıza’nın umutları ve hayalleri sonbahar yaprakları gibi savruluyordu.
Yaklaşık bir saat süren bir yolculuktan sonra minibüs durdu. Kollarından tutup sürükleyerek indirdiler Rıza’yı. Açılıp kapanan kapılar, inilip çıkılan merdivenler, uzun uzun koridorlardan sonra küf ve rutubet kokulu bir odaya girdiler. Altına bir sandalye verdiler, demir bir boruya kelepçeleyip gittileronu. Rıza parmaklarıyla dokunarak bir cam kenarındaki kalorifer peteğine kelepçelendiğini anladı. “Kimse yok mu?” diye seslendi.Gelen giden yoktu.
Geldiğinden beri üç gün geçmişti. Sandalyede oturmaktan vücudu kaskatı kesilmiş, kelepçeden elleri uyuşmuştu. Sadece sabah ve akşam tuvalete götürdüklerinde ve günde bir öğün yemek verdiklerinde gözlerini açıyorlardı. Üçüncü günün sonunda, el ayak çekilmiş ortalık sessizleşmişti. Demek ki akşam olmuştu. Bir süre sonra ayak seslerinden beş altı kişi oldukları anlaşılan bir grup yüksek seslerle konuşarak içeri girdiler. “Rıza tanışma sırası geldi,” dedi birisi.
“Bizi yorma,” diye bir ses kulağına fısıldadı. Ucuz sigara kokuyordu nefesi. Kalın ve yüksek perdeden bir ses, “Biz kimleri konuşturmadık burada kendini ezdirme,” dedi. Kelepçeyi açıp elbiselerini çıkarmaya başladılar. Rıza ne olduğunu anlamadan çırılçıplak kaldığını hissetti. Elleriyle vücudunu örtmeye çalıştı. Kollarını ve kafasını sımsıkı yakaladılar. Kendini kurtarmaya çalıştı. Üzerine çullandılar. Yere yatırdılar. Birisi dizleriyle kafasını beton zemine sıkıştırdı, diğerleri kollarına ve bacaklarına çöktüler. Sırtında bir ağaç veya tahta parçası hissetti. Omuzlarından, koltuk altlarından ve bileklerinden bağlamaya çalışıyorlardı. “İpin altına sünger koy, iz yapmasın,” dedi birisi. Kollarını ve bileklerini sıkıca bağladılar. Rıza artık kıpırdayamıyordu. Ayağa kaldırdılar. Çıplak ayakları soğuk betona değdi.
“Ben sana kaç defa söyledim burada sigara içme,“diye bağırdı birsi. Az önce kulağına fısıldayan ses, “Amirim hemen söndürüyorum,” demeye kalmadan Rıza sağ göğsünün altında kızgın bir kor hissetti. “Ahh” diye bağırdı. Yanık et kokusuyla birlikte gözlerinden yaş geldi. Dayanılmaz bir acı ile kafasını ve vücudunu oynatmaya çalıştı. Bir el saçlarından sımsıkı tuttu. Bu sırada göz bağı açılmıştı. Hafif sarışın kıvırcık saçlı, yeşil gözlü, kirli sakallı birisi ile göz göze geldi. Alaycı bir sesle, “Ağlıyor musun? Rıza,” dedi. Rıza onu sesinden tanıdı. Nefesi ucuz sigara kokan, kulağına fısıldayan kişiydi.“Aşağılık köpek,” diye inledi Rıza. “Bir de karşılık veriyor,” diyerek Rıza’nın suratına yumruğunu patlattı. Diğerleri de arkasından vurmaya başladılar. Bir yandan göz bağını bağlıyorlar bir yandan kafasına gözüne yumruklar iniyordu.
“Kaldırıyoruz,” diye bir ses geldi. Rıza’yı bıraktılar. “Bu yanık sana hatıra olsun, beni sakın unutma,” diye fısıldadı kulağına nefesi sigara kokan ses.
Yavaş yavaş yükseldiğini hissetti. Biraz daha yükselip durdu. Vücudunda bir el dolaşıyor, koltuk altları ile cinsel organına ince bir şeyler bağlamaya çalışıyordu. “Tamam,” diye seslendi, kalın bir ses. Rıza havada asılı olduğunu anladı. Omuzlarında ve kollarında bir tahtanın ağırlığını duyuyordu. Takır tukur bir makine sesi ile titredi. Ses yükseldikçe titremesi artıyor, koltuk altları ve cinsel organı sanki jiletle doğranıyordu. Rıza acı acı bağırıyor, boğazından inleme ve hırıltılar geliyordu. Takırtı sesi kesildiğinde bedenini sarsan dalga biraz duruyor o arada nefesi düzeliyordu. Tam olarak ne olduğunu anlayamamıştı.Konuşmalarından ve şakalaşmalarından elektrik şokuverdiklerini tahmin ediyordu.Vücudunun ağırlığını taşıyamayacak hale gelen kolları ve omuzları sökülecek gibi oluyor,kalp atışı hızlanıyor, dili damağı kuruyordu. Ter içinde kalmıştı. “İndiriyoruz,” diye bağırdı birisi. Yavaş yavaş aşağı doğru indirdiler. Ayakları yere değdi. “Beş dakika mola,” dedi birisi. Nefes nefese kalmıştı Rıza. “Su” diye inledi. Kana kana su içmek istiyordu. Ağzına dayadıkları sudan iki yudum içebildi.Hemen geri çektiler. ”Haydi devam,” sesi geldi. Ayakları yerden kesildi. Tekrar yükseldi. Takır tukur makine sesi ile zangır zangır titremeye başladı. Şimdi daha şiddetli sarsılıyor, sanki derisine kızgın şişler saplanıyordu. Kalp atışları hızlanıyor, bağırmaktan sesi boğuluyordu. Böyle ne kadar çırpındığını bilmiyordu. Ayakları betona değdiğinde yere indiğini anlamıştı. Sıcak bir fırından çıkmış köz gibi yandığını hissetti.
Kollarını ve bileklerini çözdüler, kollarından tutup duvara yasladılar.”Banyo saati,” diye bir ses geldi. Suratına patlayan tazyikli soğuk su ile sarsıldı. Nefesi kesildi. Göz bağı düşmüştü. Ellerini yüzüne kapattı. Tazyikli su vücuduna doğru indi. Soğuk suyu ciğerlerinde hissediyor, tazyik onu duvara yapıştırıyordu. Yere düştü, iki büklüm kapandı. Tazyikli su vücudunda çarptığı yere buz gibi saplanıyordu. Kesik kesik nefes almaya çalışıyor, titremesine engel olamıyordu. Suyun ne taraftan geleceğini kestiremiyor , suyun tazyiki ile sağa sola yuvarlanıyordu.
Bir süre sonra su kesildi.”Saatler olsun tekrar görüşeceğiz. İyi geceler,” dedi bir ses. Gözlerini bağlayıp elbiselerini giydirdiler. Kalorifer peteğine kelepçeleyip gittiler. Rıza bir et yığını gibi sandalyede oturuyor, ağrıdan ve sızıdan inliyordu.
Tahminen iki gece sonra tekrar geldiler. Rıza’nın her tarafı uyuşmuştu. Halsizlikten ayakta duramıyordu. Elbiselerini soyup kollarını bağladılar ve tavana astılar. Takırtılarla beraber gelen şoklarla sarsılıyor, inleme ve bağırmayla karışık sesler çıkarıyordu.”Tamam imzalayacağım,” diye inledi Rıza. Aşağıdan sevinç bağırmaları ve el çırpma sesleri geldi.
Rıza’nın eylülde elleri kelepçeli gözleri bağlı geldiği “misafirlik” yılbaşına bir hafta kala karlı bir kış günü, askeri cezaevinde sona erdi.”Yılbaşını orda kutlarsın,” dediler.
Otuzbeş yıl sonra, yıl başına bir hafta kala, pencerenin önünde yağan karı seyrediyordu. Saçları ve bıyıkları beyazlamış, yüzündeki kırışıklıklarda acılı yılların izleri vardı. Rıza, elini sağ göğsünün altındaki yanık izine götürdü.
“Beni unutma,” diye bir ses kulağına fısıldadı.”Unutmadım,”dedi Rıza. “Ne seni unuttum, ne de mor dağların gökyüzüne sevdalı kır çiçeklerini…”
Zeynel Özbalçık kimdir:
1963 Tokat doğumlu. Eğitim Fakültesi mezunu. Halen Sınıf öğretmenliği yapmaktadır. Kil tablet fanzinde öyküleri yayınlandı. Her Çocuk Bir Tohum ve Hayal Gücü Merkezi etkinliklerinde gönüllü olarak yer almaktadır.
edebiyathaber.net (8 Ocak 2019)