Hatırladıkça üzülmekten kendimi alamıyorum. O gün odamın altından gelen seslere bakmak için perdeyi açtığımda o korkunç manzara ile karşılaştım. Geleneksel kıyafetleri içindeki yaşlı komşumuz büyük bir ustalıkla bizim elbise dolabını parçalıyordu. Hem de canlı canlı. Oysa biz bu dolabı memleketinden henüz gelen bu kalabalık aileye bir yardımımız dokunsun diye vermiştik. O küçük apartman dairesinde evli çocuğu, diğer çocukları ve torunu ile beraber yaşıyorlardı. Keşke vermeseydik uzun süre büyük bir evde kirada yaşadık kendi dairemize taşınınca onu da yanımızda getirdik ama yeni büyük bir dolap yaptırınca bu emektar dolabımızı koyacak yerimiz kalmamıştı. Uzun süre evin bir köşesinde işe yarayamamanın verdiği bir mahcubiyetle kendisine layık görülen bu iğreti yerde biraz daha kalmaya devam etmişti.
İşte bu acımasız kadın, bizim evli oğlu için verdiğimiz bu dolabı bir çırpıda paramparça etti. Hem de canlı canlı. Ben dur yapma diyene kadar bizim emektar dolap çoktan parçalarına ayrılmıştı. Babam köyde öğretmenken almıştık bu dolabı, yanında koltuk takımı ve dolapla aynı renkte sehpalarla beraber. Küçük iki odalı küçük lojmanımız bir anda şenlenmişti. İki büyük gözü vardı dolabın… Aslında küçüktü ama bana o zamanlar büyük gelmişti. Alttaki çekmecelerine de iç çamaşırlarımız ve çoraplarımızı yerleştirmiştik. Hepsi de beyazdı. Annem hemen özenle kendisinin ve babamın elbiselerini yerleştirmişti diğer göze de benim ve ağabeyiminkileri. Kız kardeşimin renkli elbiselerini kendi elbiselerinin yanına asmıştı. Bütün dar gelirliler gibi fazla giysimiz yoktu, ben genelde ağabeyim büyüdükçe ona küçük gelen pantolon ve kabanlarını giyerdim hepsi tertemizdi ve sapasağlamdı. Ağabeyim benim gibi yaramaz bir çocuk değildi benim pantolonlar genelde dizden yırtıldığı halde onunkiler sapasağlamdı. Ya top oynarken düşünce yırtılırdı ya da kırda bayırda koşarken çalılara takılınca yırtılırdı. Ama yine de babam hem bana hem de ağabeyime özel günlerde giymemiz için takım elbise almayı başarmıştı. İtalyan mafyası tarzında koyu renk üzerine uzunlamasına gri çizgileri olan bir takım elbiseydi. Ailece yeni aldığımız uzun koltuğumuzun üzerinde yeni takımlarımızla resim çekilmiştik kız kardeşim pembe elbisesini giymiş annem babam da şık elbiselerini giymişlerdi hepimiz sırayla koltuğa ip gibi dizilmiştik babam sığmadığı için koltuğun kenarına oturmuştu. Bu düzeni bozan tek şey benim yamuk çıkmış kırmızı papyonumdu.
İşte bu sevgili dolabımızda sadece elbiselerimiz değil anılarımız da saklıydı. Bir keresinde hiç unutmuyorum Ramazan ayında annemler iftar açmak için davulun çalmasını bekliyorlardı ben dolabımızı yakından tanıdığım için kapağının birini açtım ve yumruğumla davulcuyu taklit ederek aynı ritimde vurmaya başladım. Dolabın içi renkli kadife taklidi kırmızı bir kumaşla kaplı olduğu için yumrukla vurunca sesi tıpkı uzaktan gelen ramazan davulu gibi tok çıkıyordu. Babam “Hanım davul çalıyor.” dedi. İftarlarını hemen suyla açtılar o zamanlar ezanlar mikrofonsuz okunduğu için öbür mahalledeki camiden imamın sesi belli belirsiz duyulurdu ama Ramazan davulu bizim mahallede çalındığı için davul sesi daha net duyulurdu. Birkaç dakika sonra davul bir kez daha çalınca benim numaram açığa çıktı. “İyi ama” dedi annem “deminki davul sesi neyin nesiydi?” “Ben çaldım.” dedim marifet yapmışım gibi çünkü davul sesini çok güzel taklit etmiştim ve amacıma ulaşmıştım. “Bizim dolap da davul gibi ses çıkarıyor.” dedim. Annem kızdı “Yaramaz çocuk,” dedi “senin yüzünden orucumuz bozuldu.” Ağabeyim bıyık altından gülmüş kız kardeşim annemin tarafını tutarak kızmanın dozunu artırmıştı annemin kızınca söylediği sözü söylemişti: “eşşek çocuk.”
Bayan Raskolnikova ha bire baltasını indirip kaldırıyordu zavallı dolabım bu acımasız kadının en zayıf yerlerine indirdiği darbelere sessizce katlanıyordu. Onu asıl inciten kadının balta darbeleri değil bizim onu bu canavar kadına verişimizdi. Benim camdan baktığımı görmüş ve ona neden bu acıyı yaşattığımızı bir türlü anlayamamıştı. Kadın önce dolabın kısa tombul bacaklarını iki darbede gövdeden ayırdı, nasılda kolay yaptı bunu, o ayaklar ki dolabımızı tavana kadar yükseltiyordu. Eve gelen misafirler tavana kadar yükselen bu bej rennkli dolabımıza hayranlıkla bakarlar ve onu azameti karşısında adeta küçülürlerdi. Aklımızca tanımadığımız insanlara iyilik yapmak istemiştik ki iyilik tanıdık birine değil yabancıya yapılmalıydı. Bu fikrimden hemen vazgeçtim, kafama bu fikri sokan filozofa da bildiğim bütün küfürleri saydırdım. Aslında değil yabancıya, iyilikten anlamayan hiçbir insana yardım edilmemeliydi. Ben onun yaptığı bu zalimlik karşısında donup kaldığım için iyiliğimize neden böyle ihanet ettiğini soramamıştım ama daha sonra emektar dolabımızı neden kestiğini öğrendik; Taşındıkları en üst kata doğal gaz bağlanmamıştı. Cimri ev sahibi bunu bir masraf olarak görmüş bu daireyi tutmaktan başka çaresi olmayan bu insanlar bu durumu sessizce kabul etmişlerdi. Kış günü her şeyi yakacak olan gören bu kadın bizim dolabı görür görmez onu bir dolap olarak değil doğrudan sobada yanacak tahta parçası olarak algılamıştı. Bizim dolap sadece parçalanmakla kalmamış yanarak bir avuç kül olmuş, ruhu da bacadan gökyüzüne savrulmuştu…
edebiyathaber.net (13 Aralık 2022)