Yola çıkalı yarım saat olmuş. Adam saatine bakıyor. Güneş doğmak üzere. İki saatlik yolları var ve Kadın şimdiden uyumuş. Kafasını yana eğmiş, saçları soğuktan buharla kaplı cama yapışmış. Yolda onlardan başka sadece iki araba var. Adam bu sakinliği fırsat bilip Kadın’ın camın üzerinde kayan saçlarını izliyor. Sonra tekrar yola bakıyor. Bir kamyon geçiyor yanlarından. Motorunun gürültüsü arabanın içine doluyor. Kadın uyumaya devam ediyor.
‘Ya yol boyunca uyursa.’
Dün gece Kadın’a söylemek istediklerini nasıl söyleyeceğini düşünürken uyuya kalmış, üç saat sonra da uyanmış sonra da uyuyamamıştı. Sözleştikleri saatten bir saat önce buluşacakları meydana gelmiş, arabayı çalışır halde bırakıp kaloriferi açıp beklemişti. Meydanda beklerken ona söyleyeceklerini düşünmüştü ama şimdi o düşündüklerinin hiçbiri aklına gelmiyordu.
‘Anlıyordur kesin. Anlıyorsa daha kötü değil mi? O zaman anlamamazlıktan geliyordur. Bu daha kötü.’
Kadın derin bir nefes alıyor. İki eliyle paltosunun önünü kapıyor ve kafasını camla koltuğun arasına yerleştiriyor. Adam yola çıktıklarında uykusunu bastırsın ve içeriye biraz temiz hava girsin diye kaloriferi kapamış, camı da üstten biraz açmıştı. Şimdi ise içerisinin soğuduğunu hissediyor. Düğmeye uzanıp kaloriferi açıyor. Duman kokan sıcak hava içeriye dolmaya başlıyor.
‘Arabanın içi sıcak olursa hep uyur ama.’
Kaloriferi kapatamaz artık. ‘Yol boyunca uyuyacak kesin. Tek kelime konuşamayacağım.’
Köprüyü geçmişler, dar olan bir yola çıkmışlar. Birkaç kamyon gürültü ile yanlarından geçiyor. Kornaya basabilir veya kamyonculardan birisine bağırarak küfür edebilir. Bozuk olmasaydı radyoyu da açabilirdi.
‘Belki böylesi daha iyidir.’ diye düşündü. ‘Bütün yol boyunca onun uyuması.’
Yolun üzerinde ilerledikleri şeridin biraz dışında siyah bir şey görüyor. Yaklaştıkça bunun kamyonların parçalanan lastiklerinden kopan bir parça olduğunu anlıyor. Yolun dışına savrulmuş. Ama üzerinden geçebilir ve üzerinden geçerse arabaya bir şey olmaz ama Kadın’ı uyandırmaya yetecek kadar gürültü yapar. Direksiyonu yavaşça sağa kırıyor. Sağ ön teker lastik parçasına çarptığında tok bir ses arabanın içinde yankılanıyor. Kadın burnundan hızlı bir nefes alarak gözlerini açıyor.
“Ne oldu?!”
“Hiç.”
“Bir şeye mi çarptık?”
“Lastik parçası vardı herhalde yol kenarında.”
“Ne kadar gürültü yaptı ya.”
Kadın esniyor. Kaloriferin ısıtmaya başladığı dumanlı havayı içine çekiyor.
“Sen uyumaya devam et.”
“Ne kadar yolumuz kaldı.”
“Bir buçuk, iki saat kadar.”
“İçerisi çok sıcak olmuş.”
“Kalorifer çalışıyor.”
“Biraz kapatabilir misin kaloriferi?”
Adam kaloriferi kapatıyor. Kadın camı yarıya kadar açıyor. Burnunu dışarıya çıkarıp temiz havayı içine çekiyor. Kapadıktan sonra alnını cama yapıştırıp dışarıyı izlemeye başlıyor.
“Otobüsle gitmekten nefret ediyorum.”
“Neden?”
“Uyuyamıyorum otobüste.”
“Niye?”
“Muavinler sürekli gelip bir şeyler söylüyorlar.”
“Nasıl şeyler?”
“Salak salak şeyler işte. ‘Kek verelim mi abla?’falan gibi laflar. Mutlaka bir yol buluyorlar beni uyandırmak için.”
Kadın sağ elinin baş ve işaret parmaklarıyla burun kemiğinin üstünü ovuyor. Sonra koltukta doğrulup yola bakıyor.
“Araba aldığını bilmiyordum.”
Adam sanki komik bir şeymiş gibi gülüyor.
“Üç ay oldu alalı.”
“Hiç görmedim seni arabayla.”
“Şirket otoparkına park etmiyorum.”
“Neden?”
“İzin vermiyorlar.”
“Niye?”
“Bilmem. Sormadım. İki sokak ötede bir yer var oraya bırakıyorum genelde.”
“Masraflı olmuyor mu böyle?”
“Nasıl?”
“Arabayla gidip gelmek.”
“Yooo… Yani belki biraz… Yani çok farkı yok aslında.”
Konuşmanın aniden kesilip yerini garip bir sessizliğin aldığı o anlardan biri yaşanıyor. Adam konuşmaya devam etmek istiyor ama konuştukça biraz önceki gibi saçmalamaktan o kadar korkuyordu ki iki elini direksiyonun üzerine koyup gözünü yoldan ayırmamayı tercih ediyor.
“Sen uyumaya devam et en iyisi.”
“Uykum kaçtı.”
Kadın sağ eliyle alnını, avuç içiyle de sağ gözünü ovuyor.
“Cuma günü erken çıktım işten.”
“Öyle mi?”
“Evet.”
“Niye?”
“İş görüşmesine gittim.”
Kadın uyandığından beri Adam ilk kez kafasını ona çeviriyor. Göz göze geliyorlar.
“Niye bu kadar şaşırdın?”
Şaşkınlıktan Kadın’a bakmaya devam ediyor.
“Hiç.” Adam kafasını yola çeviriyor.
“Herkes senin gibi özel araba alacak kadar kazanmıyor maalesef.”
“Sen bir de benim Mercedes’i göreceksin asıl.”
Kadın gülüyor.
“Neresi?”
“Küçük bir şirket ama iyi para veriyorlar.”
“Bizimkilerle konuşsan belki bir şey yaparlar.”
“Şirketi taşırlar mı peki?”
“Nereye?”
“Her gün bu yolu çekmek zorunda kalmayacağım bir yere. Para her şey değil.”
“Evet para her şey değil.”
“Ama çoğu şey de para.” Kadın bunu söylerken yolun kenarındaki barakalara bakıyor.
Yine o garip sessizliklerden birisi oluyor.
“Çok bunaldım biliyor musun burada.”
Adam başka şeylerden konuşmaları gerektiğini hissediyor ama lafı nasıl değiştireceğini bilmiyor.
“Bazen başka insanların hayatlarına bakıyorum, onlar için benim hayatım sanki böyle bir toplama kampında çalışıyormuş gibi geliyordur herhalde diyorum. Benim için o kadar normal olmuş ki böyle yaşamak. Benim normalim olmuş, onlar içinse böyle hapis hayatı gibi bir şeydir herhalde.”
Adam’ın gözleri arabanın ön tarafında kaybettiği bir şeyleri arar gibi geziniyor. Söyleyecek pek bir şey bulamıyor. Hazırlıksız yakalanmış bir hırsız gibi eli ayağına dolanıyor.
“İşsiz olmaktan iyidir ama. Yani o kadar da kötü sayılmaz.”
“Ne kadar kötü sayılabilir peki?”
“Yani iyi şeyler de oluyordur demek istedim.”
Kadın gülüyor. Bir çocuğun söylediği saçma sapan laflara gülümser gibi.
“İki buçuk sene olmuş. Tam iki buçuk senedir bu yolu çekiyorum. Bir de bazı tipler yok mu? Hani şu çok bilmişler. Onlara sinir oluyorum. Sen herkesle iyi geçinebiliyorsun ama. Nasıl yapıyorsun bunu hiç bilmiyorum. Bak mesela geçen sene lojistik bölümünden ayrılan bir çocuk vardı ya.”
“Sarışın uzun boylu olan çocuk mu?”
“Evet. Ta kendisi.”
“Adı neydi onun?”
Adam’ın sorusunu duymuyor. Yolun kenarında gittikçe seyrekleşen barakalara bakarak bir süre bekliyor ve sonra anlatmaya başlıyor.
“Geçen sene işten ayrılmadan bir hafta önce yanıma gelmişti. Neymiş işte hafta sonu gezecekmiş, konser varmış, arkadaşları falan. Zaten canım çok sıkılıyor. Yapacak bir şey de yok. Tamam dedim. Buluştuk hafta sonu. Konsere gittik. Nedense arkadaşları hiç çıkmadı ortaya. Bu böyle epeyi içmişti o zaman. Bana işten ayrılacağını, yurt dışına gideceğini ama bir şeye çok üzüldüğünü falan söyledi. ‘Neye üzülüyorsun?’ diye sordum. ‘Seni bir daha göremeyeceğime üzülüyorum’ dedi. ‘Nasıl yani?’ dedim. ‘Gel seninle bir delilik yapalım, benimle birlikte yurt dışına gel.’ demesin mi? ‘Delilik yapalım’ diyor bir de utanmadan. Benim delilik yapmaya çok halim varmış gibi. Ben ne diyeceğimi şaşırdım. O akşam deli gibi içmişiz. Sözüm ona bir de geri döneceğiz buraya o kafayla. Sabaha karşı otobüse binmiştik birlikte. Bu sızmış, benim omuzumda uyuyor. Birisi görecek, otobüste bir tanıdık çıkacak diye ödüm kopuyor. Bununsa dünya umurunda değil. Otobüsten indik. Bu biraz ayılmış tabi. Kafası düzelince dün gece söylediklerini unutur herhalde diyordum. Ama daha beteri çıktı. Özür falan diledi ama bir yandan da söylediklerini tekrar ediyor. ‘O kadar içmeseydim sana bunları söyleyemezdim.’falan. Laflara gel laflara. Sonraki bir hafta boyunca yine şirkette sürekli öğle yemeklerinde, sonrasında falan konuşmalar. Yani adını koyalım artık değil mi? Neyse bir hafta sonra bunun veda yemeği oldu. Orada yine imalı imalı laflar. Ayrıldıktan sonra da birkaç kez telefonda görüştük. Sonra birden kayboldu ortalıktan. Ben bunu arıyorum ama telefon hattı iptal edilmiş. Yer yarıldı yerin içine girdi resmen. Hesapları falan kapamış gitmiş. Hiçbir yerden ulaşılmıyor adama ya. Bak aradan o kadar zaman geçti. Neredeyse bir yıl. Sonra işte bir hafta kadar önce beni aradı bu. ‘Hayatımda bir geçiş evresi yaşadım. Ama sürekli seni düşündüm. O zamanlar aklım başımda değildi. Ama sonra başıma gelenlerle senin değerini anladım.’ falan. Neyi anladın ulan neyi anladın Allahın cezası herif!”
Kısa bir ara veriyor anlatmaya. Devam edip etmemeye karar verecek kadar kısa bir ara. Sonra devam ediyor.
“Tamam dedim. Telefonda bu kadar drama yeter. Bari oturalım bir kahve falan içelim beraber. Arada ne oldu ne bitti bana anlat. Dün buluştuk. Dediği gibi yurt dışına gitmiş. Zengin bir eniştesi vardı bunun. Baltık ülkelerinden birinde, adını unuttum şimdi, inşaat işi yapıyormuş. Onun yanına çalışmaya gitmiş. Sözüm ona dil de öğrenecekmiş paşam orada. Ama işler öyle planladığı gibi gitmemiş. Dediğine göre dolandırılmış. Vatandaşlık almak için bir kadınla evlenmiş. Sonra eniştesi ile kavga edip işten ayrılmış. İşten ayrılınca da para suyunu çekmiş tabi hemen. Kadın bunu boşamakla tehdit etmiş. Belli bir süre evli kalmak gerekiyormuş vatandaşlık alabilmek için. Anlattı da anlattı. Sonra para kazanmak için orada bir dönerci dükkânı açmış. Tabi çevresi genişlemiş epeyi dükkân sayesinde. Nasıl bir çevreyse artık. Evlendiği kadın da evliliklerini nedense ciddiye almaya başlamış. Bak ya terbiyesizin yaptığına bak. Hem adamla evlen, sonra evliliğini ciddiye almaya çalış görüyor musun şu kadının yaptığını. Bak yaaa! Sonra bakmış ki olmayacak, geri dönmüş memlekete, bir aydır annesiyle yaşıyormuş. Şimdi yeni bir iş bulmuş. Bulmuş dediğimde işte Eniştesi bunu affetmiş. Onun şirketlerinden birisinde yönetici olmuş. İşleri yolundaymış yani. Her gün arıyordu beni. Hafta sonları görüşüyorduk. Dün akşam da buluştuk. Tutturdu benim eve gidelim. Tamam dedim. Senin eve gidelim ama benim erken çıkmam lazım. İş yerinden bir arkadaş beni alacak sabahtan dedim. Sabahın köründe iş başı yapıyoruz malum. Eve gittik. Bunun suratından düşen bin parça. Esas surat asması gereken ben değil miyim şimdi? Neyin var dedim buna. Bunun o evlendiği kadın var ya. İşte o gelmiş. Bununla konuşmaya. Ama bunu bulamamış. Eniştesi ile konuşmuş. Sonra Eniştesi bunu aramış. Neden karınla konuşmuyorsun falan demiş. Yine kavga etmişler. Ama bu sefer kendini tutmuş biraz. Yani onun söylediğine göre. Çok ileri gitmemiş. Önceki kavgalarında üzerine yürümüş Eniştesinin.
‘Ne yapacağım ben şimdi?’ diye gecenin yarısı ağlamaya başlamasın mı küçük çocuk gibi. Beş yaşında bir çocuk gibi kafasını omuzuma koydu hüngür hüngür ağlıyor. Sonra birden böyle sarılmalar falan başladı. Bir şey de söyleyemiyorum, bir yandan ağlamaya devam.”
“Şerefsiz! Senin ben şerefini s….!”
Adam aniden direksiyonu yanlarından geçen kamyonun önüne kırıyor. Yan camı açıp kafasını çıkarıyor ve avazı çıktığı kadar kamyonun ön tekerinin önünde bulunan basamağa doğru bağırıyor.
“Haysiyetsiz adam! Senin ben….!”
Bir süre bağırdıktan sonra önüne dönüyor. Vitesi küçültüp gaza basınca araba hızlanmaya başlıyor. Arkalarından kesintisiz kornaya basan kamyonu geçiyorlar. Arabanın içi soğumaya başlayınca camı kapatıyor. Uzunca bir sessizlik oluyor.
Kadın koltuğunun içine gömülmüş iki eliyle paltosunun iki yakasını tutmuş Adam’a bakıyor.
“Sen uyu istersen.”
“Ne oldu?”
“Kaloriferi açarım şimdi. Sıcak olur arabanın içi.”
“Niye küfretmeye başladın ki kamyona durup dururken. Sana bir şey anlatıyordum.”
“Yeni yaptırdım kaloriferi. Babamın bir arkadaşı var. Para almadı benden.” Adam düğmelerle oynuyor. Birkaç yanlış düğmeden sonra kaloriferi tekrar çalıştırmayı başarıyor.
“Ne oldu anlamadım?”
“Hiç. Bunlar böyledir işte. Adamı sıkıştırırlar. Görmezler bile senin nerede olduğunu. Küçük arabasın ya. Üzerinden geçseler hissetmezler bile.”
“O yüzden mi küfretmeye başladın?”
“Başka türlü nasıl beni duyacaktı ki?”
“Duydu mu seni bari?”
“Nasıl korna çaldığını duymadın mı?”
Kadın başka bir şey söylemiyor. Adam önüne bakıyor. Araba hızlanmış. Artık orta şeritten gidiyorlar ve etraflarında kamyon yok.
Kadın tekrar kafasını cama dayıyor. Dışarıya bakıyor. Adam yan camı açıyor. Bir eliyle direksiyonu tutarken üzerindeki ceketi çıkarmaya çalışıyordu.
“Ne yapıyorsun?”
“İçerisi çok sıcak oldu.”
“Camı aç o zaman.”
“Ceketimi çıkartacağım.”
“Kaloriferi kapatayım.”
“Bir şey olmaz. Sen direksiyonu tut biraz.”
“Araba kullanıyorsun.”
“İlk kez kullanmıyorum.”
Adam ceketinin bir kolunu çıkarmış, diğer kolunu çıkarmak için öne doğru eğilmiş. Çıkarttığı ceketi arka koltuğa fırlatıyor. Siyah gömleğinin yakasını gevşetip tekrar camı açıyor.
“Sana niye anlattım bunları bilmiyorum.” Kadın bunu sanki kendi kendine mırıldanır gibi söylüyor.
“Ben de bilmiyorum.”
“Ne?”
“Bunları bana niye anlatıyorsun.”
“Yani. Evet sana anlatmak istedim aslında. Sana bir şey söyleyebilir miyim?”
“Bana söyleyebilirsin gibi geliyor.”
“Seni epeyedir tanıyorum aslında. İş yerinde herkes de seni sever.”
“Yani?”
“Yani bir insanı tanımak çok zor. Hele aslında düzenbazın birisi ise.”
“Evet. Şerefsizse hele. Daha zor.”
“Seni iyi tanıyorum. Öyle sanıyorum en azından.”
“Ne söyleyeceksin?” Adam hızlı hızlı nefes alıyor. Kadın bir süre bekliyor. Yolun kenarındaki tarlalara bakıyor.
“Bunları kimseye anlatma lütfen. Olur mu?”
“Ne?”
“Kimseye anlatma lütfen iş yerinde.”
“Neden?… Neden bunları başkasına anlatayım ki?”
“Ne bileyim ben. İşte insanlar böyle şeyleri konuşmayı severler ya.”
“Ben bile zor dinledim bütün anlattıklarını! Şimdi kalkıp bir başkasına mı anlatmamı bekliyorsun benden! O zaman benimle konuşmasaydın! Kafanı cama yaslayıp bütün yol boyunca uyusaydın! Ben de ara sıra rahat uyuyor mu diye sana baksaydım sadece!”
“Bana bağırma.”
“Sana bağırmıyorum!”
“Böyle bağırmaya devam edeceksen ben ineceğim burada.”
“Öyle mi?! Demek ineceksin burada!”
Araba sert bir frenle birlikte yolun sağındaki bozuk şeride geçiyor. Bozuk yolda biraz ilerledikten sonra ana yolu dikine kesen ve her iki yanında bulunan tarlalara doğru uzanan toprak yolun köşesinde duruyorlar.
Adam sanki arabadan aşağıya düşecekmiş gibi iki eliyle direksiyona sıkıca tutunmuş.
“Ne dedin sen biraz önce?”
“Bağırdığım için özür dilerim.”
“Uyurken bana mı bakıyordun?”
“Ne?”
“Öyle dedin.”
“Ne dedim?”
“Rahat uyuyor mu diye sana baksaydım sadece dedin.”
“Uyuyordun ama.”
“Beni mi izliyordun uyurken?”
Adam cevap vermiyor. İş üstünde yakalanmış bir hırsız gibi yanakları kızarıyor utançtan. Kafasını direksiyonu tuttuğu iki elinin arasına koyuyor.
“Çantamı bagajdan alabilir miyim?”
Adam kapının mandalını çekiyor, kapıyı açıp dışarı çıkıyor. Arabanın arkasına geçmiş. Anahtarı çıkarıp bagajı açmaya çalışıyor. Farklı anahtarları deniyor ama hiçbiri bagajı açmıyor. Kadın dışarı çıkmamış. Arabanın içindeki aynadan adama bakıyor. Adam son anahtarı deneyip yine başarısız olduktan sonra bagajı yumruklamaya başlıyor.
“Allahın cezası! Allahın cezası araba! Hurda yığını! Allah belanı versin senin! Allah kahretsin!”
Adam iki eliyle bagaj kapısına dayanmış yere bakıyor. Kadın aynadan baktığında onu göremiyor ama sesini duyabiliyor.
Kadın kapının mandalını yavaşça çekip açıyor. Yavaş adımlarla arabanın arkasına doğru yürüyor.
Adam kafasını kaldırıp Kadın’a bakıyor. Gözleri kızarmış ve gülümsüyor.
“Seni ben uyandırdım.”
“Ne?”
“O lastik parçası var ya. Onu görmüştüm. Bilerek üzerinden geçtim. Seni uyandırmak için.”
“Ne? Neden?”
“Uyuyordun. Sonra bu yol bitecek ve sen uyanacaksın diye düşündüm. Bilmem. Bitecek olmasına üzüldüm ve sanki sen uyanırsan yol daha uzun sürer gibi geldi bana.”
Adam arkasını dönüyor. Geldikleri yönün tersine doğru yürümeye başlıyor.
“Nereye gidiyorsun?”
Elindeki anahtarı tarlaya doğru fırlatıyor.
“Nereye gidiyorsun?!”
“Benimle konuşma!”
edebiyathaber.net (13 Şubat 2022)