Öykü: Beyaz tel | Bülent Balcıgil

Kasım 9, 2024

Öykü: Beyaz tel | Bülent Balcıgil

Ayna karşısında kendime gülüyorum, komik bulduğumdan değil. Otuz yaşına basalı birkaç ay oluyor ve bu sabah sol kulağımın hemen üzerinde diğer saçların arasına saklanmış ilk beyaz saç telimi keşfettim. Rengi icabı fark etmem zor olmadı. Ancak kendimi yaşlı görmesem bile alışamadım otuz sayısına. Garibime gidiyor. Aslında pek meraklısı değilimdir aynaya bakmanın ancak sabahları duş aldıktan sonra tarağımla iki veya üç kez adet yerini bulsun diye saçımı düzeltirim. İşte bu esnada fark ettim onu. Önce koparmayı düşündüm ancak itiraf edeyim hoşuma gitmedi değil. Sanki bir gece içinde göründüğüm yirmili yaşlardan otuzlara fırlamış gibi hissediyordum. Ama bunun hemen akabinde beyaz saçımı diğer kahverengi olanların arasına saklıyorum. Birlikteliğimizi hemen kabullenmem olanaklı olmuyor. Beyaz saçım çıktı diye göğüsüm kabarmıyor. Banyo faslından sonra kahvaltıda beyaz peynir ile beyaz ekmek yiyorum. Çayıma bir tane beyaz küp şeker atıyorum. İş yerime gitmek için beyaz gömleğimi giydikten sonra kot pantolonumun altına beyaz spor ayakkabımı giyiyorum. Sokakta yürürken yine pösteki sayıyorum. Beyaz olan her şeyden uzak durmaya çalışıyorum. Hayat rengarenk olmalı ancak tüm göz alıcılığıyla beyaz atletle gezen, kertenle suratlı bir maganda görüyorum. Elinde kırmızı tespihi, dazlak kafası ve çizilmiş kaşıyla bana doğru ilerliyor. Olabildiğince fazla alan kaplamaya çalışarak yürüyen bir hali var. Sallapati yürüyor. Acaba beyaz saçımı fark etti mi? Bir parmak şıklatma süresince göz göze gelmiştik. Adam yanımdan sessizce geçiveriyor. Artık abi yerine amca der çocuklar bana diye düşününce moralim bozuluyor. Birkaç adım sonra eflatun tişörtlü genç kadın yerde gördüğü sıcaktan kavrulmuş ıhlamur ağacı yaprağına yana doğru bir adım atarak basıyor, çıtırtı sesi çıkartmasını bekliyor. Sesi duyunca munzırca ve ufacıkta olsa sırıtıveriyor. Gerginim ve normal zamanda takılmayacağım küçük ayrıntılara takılıyorum. Kimi moral oluyor aklımı dağıtıyor ancak kimi ise moralimi ve beni parçalıyor. Ufalandığımı hissediyorum. Kendi düşüncelerimle boğuşurken beyaz bir orkide taşıyan kurye görüyorum. Kendi cenazemi hayal etmeye çalışıyorum. Cenazelerde her şeyin hava durumuna bağlı olduğunu ve ne kadar çok tanıdığınız olursa olsun sonucu hava durumunun belirlediği biliyorum. Biraz gevşiyorum. Peki ya taziye çelenklerinin sayını ne belirler? Burada zurnam biraz zırt diyor. Muhtemelen diyorum benim cenazem, masmavi gökyüzünün olduğu, güneşin çipil çipil parladığı bir günde ve boş bir cami avlusunda geçer. Bol paça pantalonlu ve tişörtünü içine sokmuş bir emekliyi sokakta tırnaklarını keserken görüyorum. Hayli iğrenç bir manzara ve buna ek olarak gözüm emeklinin açık kalmış pantolonunun fermuarına sıkışıveriyor. Donunu görüyorum. Bir beyaz daha! Birdenbire melankoli buluyor beni. Yine annem aklıma geliyor. Beyaz saçlı, yumuşacık elli, mavi gözlüydü. Annem her ay saçını boyatmak için kuaföre gider ve eve döndüğünde benim ona saçın güzel olmuş anne dememi beklerdi. Tabii yaşı ilerleyince beyaz saçını kabullenip, kuaföre küsmüştü. Ağızımda nahoş bir tatla yürürken yerde bir tane beyaz leblebi fark ediyorum. Sokağın ortasında durmuş bu leblebiyi acaba nasıl birisi düşürdü diye tahminlerde bulunuyorum. Rakı sever bir vatandaş, gece lokantadan evine dönerken cebine yolluk olarak leblebi istifledi ve yürürken elini ağızına götürdüğü esnada bir tanesi yere düşüverdi. Veya yaşlı tonton bir teyze marketten aldığı paket leblebisini içini bastırsın diye sokakta açarken paketten leblebiler yerlere saçıldı. Şiddetle balgamını çektikten sonra yere şap diye sümküren kır saçlı emekli adam leblebiyle alakalı düşüncelerimden sökülüvermeme sebep oluyor. Emeklinin bu davranışı sonra içim kalkıyor. Hemen ardından müsamahalı bir yere kadar “lan sokakta yere sümkürülür mü? Yaşından utan” demek istiyorum ama son kertede susuyorum. Bunu yapmak için cesareti kendimde bulamıyorum. Hemen akabinde utancımı azaltmak için kafasının üzerinde ustaca dengede taşıdığı simit tezgahını düşürmenden sehpasına bırakan simitçiyi övmeye başlıyorum. Bu adam diyorum bu hareketi acaba günde kaç defa tekrarlıyor, helal olsun ona. Ayrıca koca tezgahı indirdikten sonra yalnızca bir tane simit alan beyaz elbiseli ve babet ayakkabılı kıza sinirlenmiyor. Şimdi ise kızı izlemeye başlıyorum. Elindeki kağıt parçasına sarılmış simidini ısırarak mı yoksa eliyle kopararak mı yiyecek diye kendi kendime bahiste buluyorum. Eğer kız simidini eliyle kopardıktan sonra lokma lokma yerse, kıza afiyet olsun diyeceğim. Simidi direk ağzıyla yerse bir şey demeyeceğim. Kızdan henüz bir hareket gelmedi. İki adım sonra boşta olan sol elini simidine yaklaştırıyor ve ardından ince ve güzel parmakları arasında  tutuğu bir parça simidini dudakalarına doğru götürüyor. Bana ise kendi kendime girdiğim iddiamın neticesinde kıza afiyet olsun demek düşüyor ama itiraf edeyim bunun olacağını beklemiyordum. Adımlarımı hızlandırıyorum, ayaklarım beni beyaz elbiseli kızın yayına doğru götürüyor. Yanyana gelince kekeleyerek “ mer-haba, afiyet osun” deyiveriyorum. Benim surat pancar kesiliyor. Kız bana ebleh ebleh bakıyor. Yaptığıma anlam veremiyorum. Az çiğnenmiş loklamasını zar zor yuttuktan sonra öksürmeye başlıyor. Simidin kızın genzine kaçtığını anlayınca kibarca beyaz elbisesinin örttüğü sırtana vuruyorum. Hafif kendine geldikten sonra öksürmekten gözleri yaşarmış bana doğru dönüyor. Kız, ilkokul arkadaşı olduğumuzu ve hiç değişmediğimi bir çırpıda söylüyor. Kendi kendimi yine salak bir duruma düşürmemenin verdiği nahoş bir ruh haline bürünüyorum. Çünkü ben kızı hatırlamıyorum. “İyi oldu sen önce davrandın yoksa ben dalmış yürüyordum” diyor. Bende onun görünüşünü övmeye başlıyorum. Yeşil gözlerinden ve dalgalı siyah saçlarından, giydiği beyaz elbisesinden dem vuruyorum. Birkaç suya sabuna dokunmayan karşılıklı cümle kurduktan sonra damdan düşer gibi telefon numarasını süklüm püklüm bir halde vermesini istiyorum. Kuvvetle ve nafile şekilde kendi kendime vermez bu kız sana numarasına dedikten sonra bana cüzdanından çıkarttığı kartvizitini uzatıp, acelesi olduğu söyleyip, hızlı adımlar ilerliyor. Kartvizitin üzeride yazan bilgilerden hemen adını öğreniyorum ama hala düşen bir jeton yok bende. Olsun diyorum. Onu küçük bir nokta olana kadar gözümle takip ediyorum. Hayret ediyorum olan bitene. Beyaz saç uğurlu mu geldi diye sesli bir biçimde kendime soruyorum…

edebiyathaber.net (9 Kasım 2024)

Yorum yapın