Soğuk bir rüzgâr, apartman boşluğunun ikinci katında aralık bırakılmış pencereyi sonuna kadar açıp yaşlı adamın yüzüne çarptı. Adam evinden yeni çıkmış, kapısını çekmek üzereydi. Nedensiz duraksadı. Açılan pencereden dışarı baktı. Rüzgâr yol kenarındaki erik ağacının dallarını sallıyordu. Çıplak daldan bir saksağan havalandı. Adam, paltosunun ceplerini yoklarken buldu kendini. Yakın gözlüğünü almamıştı. Salonda, masanın üstünde bıraktığı geldi aklına. Bağcıksız, deri ayakkabılarını paspasta çıkartıp içeri girdi. Doğru hatırlamıştı. Gözlüğünü kabına geçirdi, paltosunun sağ cebine, cüzdanının yanına yerleştirdi. Diğer elini sol cebine, anahtarlarının ve cep telefonunun metal sıcaklığına daldırdı. Başındaki yün kasket şapka da yerindeydi. Eh her şey tamam gibiydi. Çıkarken portmantoda asılı, oğlunun hediyesi, uzun plastik çekeceği aldı, paspastaki ayakkabılarını giydi.Çekeceği yerine takması kolaydı ama askıda gördüğü bez alışveriş torbasını almaya eli yetişmedi.Malum, artık naylon poşet paralıydı. Ayakkabısının burnuyla basarak iki adım içeri girmek zorunda kaldı.Bez çantayı alıp tedirgin adımlarla geri çıktı.Rahmetli hanımının sinirli, içerlemiş sesini duyar gibi olmuştu.Pek temiz, titiz kadındı. Ayakkabıyla içeri girilmesine çok kızardı. Evde çamaşır suyu kokusu olmadan rahat edemezdi. Sigarasını bile balkonda içerdi. Akciğer kanserinin pençesine düştükten sonra son günlerini yatakta,kanadı kırık zavallı bir serçe gibi geçirmişti.Yine de istekleri, kuralları hiç bitmezdi.
Kapıyı kapatıp merdivenlerden inerken tırabzana tutundu adam. Hafif başı dönmüştü. Aşağıdan gelen birilerinin sesini duyunca çekti elini tırabzandan. Üst kat komşusu genç kadın çocuğunu okul servisinden almış, yukarı çıkarıyordu. Selamlaştılar. Apartmandan çıktığında onu karşılayan soğuk hava boynuna dolanıp içini titretti. Paltosunun yakasını kaldırdı. Dünden beri atkısını nerede bıraktığını hatırlayamıyordu. Rüzgârla uçuşan küçük kar taneleri gözlerini sulandırdı, burnunu akıttı.Mendil aradı ceplerinde. Bulamayınca elinin tersiyle sildi. Bez alışveriş torbasını katlayıp avcunun içine aldı. Adımlarını hızlandırarak oturduğu sokaktan ana caddeye çıktı.
Kar tipiye dönmüş, trafiğin homurtusu yükselmişti. Çatık kaşlı sürücüler,sıkıntılı bakışlar,park ederken trafiği kilitleyenler,yürek hoplatan korna sesleri, direksiyon kıranlar, buğulu camların ardında tıka basa dolu olduğu anlaşılan dolmuşlar, sileceklerin bezgin devinimleri,insanı nefes aldığına pişman eden egzos dumanı… Adam bunaldı, kaçmak için yer aradı kaldırımda.Otobüs durağında bekleyen insanların gergin ve soluk yüzlerine takıldı gözleri. Tanıdık biri yoktu. İki haftadır kimseyle doğru dürüst sohbet edememişti. Kendisi gibi PTT’den emekli arkadaşlarıyla buluşup çay içtikleri, tavla oynadıkları kahvehaneye uğramak içinden gelmiyordu. Yine konuşurlardı. Neymiş efendim,hayat devam ediyormuş, ölenle ölünmezmiş. Şöyle genç bir hatun alsaymış ya. Hem ihtiyaçlarını giderir hem de ona can yoldaşı olurmuş. Yalnızlık zormuş. Elden ayaktan düşüp çocuklarına muhtaç kaldığında pişmanlık fayda etmezmiş. Daha neler neler…O da biliyordu yalnızlığın zor olduğunu.
Kaldırımın ortasında uzanan görme engelli yolunun üs tünden atlayıp kuruyemişçi dükkanının vitrinine göz gezdirdi. Binaların tanıdık reklam tabelalarını okuyarak ilerledi. Kol kola girmiş atkılı, bereli kadınlar ellerinde poşetler, çantalarla üstüne üstüne geliyorlardı sanki. Başını eğip kaldırımdaki boşlukları takip etti.Kızı geldi aklına. Rahmetli hanımını defnettikten sonra ne zaman ihtiyaç duysa yanındaydı. Yeri geldiğinde çoluğunu, çocuğunu bile ihmal etmişti. Bu fedakârlığı ondan uzun süre beklemek olmazdı tabii, ne de olsa kendi hayatı vardı.Hep hasretini çektiği oğlunu düşündü, gurbette olmasaydı başka türlü olurdu belki. “Berlin’de yapamazsın baba,” demişti.Söyledikleri kadar zor muydu her şey?Başının çaresine bakamayacak mıydı? Altı üstü alışveriş, yemek, bulaşık, çamaşır, temizlik. Tutardı bir kadın, yaptırırdı. Olmadı, huzurevi. Dile kolay, elli yıl evli kaldığı hanımının düzenine uymuştu. Beğense de beğenmese de. Şimdi yeni birine ayak uyduracak ne isteği vardı, ne de gücü.
Caddeyi kesen sokaktan karşıya geçmek için yeşil ışığın yanmasını bekledi.Tam adımını atacakken,kendi halinde tıkırdayan kalbi dört nala koşmaya başladı. Araçlara kırmızı yanmasına rağmen hızla geçen BMW’nin rüzgârı pantolonunun paçasını titretmişti.Gençlik yıllarından aklında kalan eskimiş bir küfür savurdu diliyle dişi arasından. Işıkta duran diğer araçlara temkinli bakarak karşıya geçti.
Markete geldiğinde alışveriş sepetiyle turladı önce, evdeki eksikleri düşündü. En son buzdolabını açtığında yiyecek pek bir şey bulamamıştı. Rahmetli hanımı olsa eline alışveriş listesini tutuşturur,harfiyen uymasını isterdi.Eksik ya da yanlış alırsa gece yatana kadar söylenirdi. Hatta son günlerinde birkaç defa uykusunda sayıkladığına da şahit olmuştu.Alışveriş sepetine koyduklarını seçerken çekingen ve kararsızdı adam. Fiyatları incelemek için yakın gözlüğünü taktı. Neye bakacağını unutup daldı bir an.Rahmetli hanımıyla eski resimlere bakarlarken de böyle dalardı elindekilere. Çocukların, torunların küçükken yaptıklarıyla eğlenir, hayırsızlıklarına atıp tutarlardı. Gelmişi, geçmişi, eşi, dostu, akrabayı yâd ederken birinden biri muhakkak alınır, karşılıklı sesleri yükselirdi.Dargınlıkları uzun sürmezdi ama,herhangi bir laf açıldığında kendiliğinden biterdi.
Adamın alışveriş sepeti tepesine kadar dolunca,kasaya gidip kasiyerin önündeki tezgâha bıraktı. Kadın kasiyer güler yüzlü ve eli çabuktu. Adamın aldıklarını bez alışveriş torbasına yerleştirmesine yardım etti. İyi bir şeyler yaptığının anlaşılması için de yüksek sesle, “Alta konulacak, ezilmeyecek ürünleri önden verdim amca,” dedi. Sırada bekleyen kadın müşteri yan gözle adama baktı, “Bu bez torba işinde erkeklerin işi zor,” dedi gülümseyerek. Aldıklarıyla torbası tamamen dolan adamın canı sıkıldı. Düşüncesizliğini, beceriksizliğini mi ima ediyorlardı? Onunla alay mı ettiler? Yüzü kızardı. Sıradaki kadına dönüp, “Yani erkekler bu işi muntazam yapamaz mı diyorsunuz?” dedi. Kadın, “Yapamazlarsa evde hanımdan fırça yerler, onu diyorum” diye gülünce adam sessiz kaldı ama içi içini yiyordu. Ödemesini yaptı,bez torbasını alıp gidecekken söyleyeceklerini toparlayıp hırsla geri döndü. “Ne kadınlar var hanımefendi, erkeklerden bin beter. İnsanları kategorize etmek doğru olmaz,” dedi. Kasiyerle bakışan kadın “Genellikle demek istedim beyefendi,” diyerek adamın arkasından ağzını büzdü. Marketten çıkarken iyice keyfi kaçmıştı adamın.Aslında her işini gayet iyi beceriyordu,kimseye ihtiyacı yoktu onun. Etrafta ne çok densiz insan vardı.
Kaldırım hareketlenmiş, yakındaki okuldan dağılan liseli gençlerle tazelenmişti. Bu soğukta bağırlarını açtıkları yakalarına, pantolon dışına çıkarttıkları gömlek uçlarına, yerleri süpüren atkılarına taktıkları boş vermişlikle sırtlarındaki yükü hafifletmeye çalışıyorlardı. Cep telefonlarına bakıp gülüşerek karşı taraftan gelen üç delikanlıdan birinin eli adama çarptı. Özür dilemedi, sanki direğe çarpmış gibi rahattı çocuk. Durup arkalarından bir süre baktı adam. Sonra yoluna devam etti. Oturduğu sokağın başına geldiğinde bez torbanın ağırlığı elini zorluyordu. Dengesi bozulmuş gibiydi. Diğer eline geçirirken kulplarından birinin sökülmüş, kopmak üzere olduğunu gördü. Rahmetli olsa, “Paraya kıyamadın, adisini aldın, iki günde elinde kaldı,” derdi. Bir anda gücü tükendi adamın. Yere düşürdü torbayı. Üç domates ve bir kalıp peynir poşeti bez torbadan dışarı fırladı.
Kar durmuş, ayaz çıkmıştı. Adam yere saçılanlara öylece bakakaldı. Saksağan kaldırımın kenarına kondu. İki tombul tekir kedi yaklaştı. Caddeden gelen seslerin yönü karıştı. Oturduğu sokak bu muydu? Her şey yabancı, değişik geldi gözüne. İlerde erik ağacının çıplak dallarını fark edince rahatladı. Bir gayretle bez torbayı toparlayıp yürüdü. Apartmana girerken şöyle bir düşündü yaşadıklarını; bugün anlatacak ne çok şeyi vardı.
Tijen Ergönen kimdir?
1965 Ankara doğumlu, Hacettepe Fizyoterapi ve Rehabilitasyon mezunudur. Fizyoterapist olarak çalıştığı hastaneden emekli olduktan sonra değerli yazarlarla öykü atölyelerine katılmıştır. Öyküleri edebiyathaber.net, 2016 ibn-i Sina öyküleri kitabında, oggito.com’da yayınlanmıştır.
edebiyathaber.net (21 Mart 2019)