Öykü: Bıkmışlığın bir günü | Beril Akdoğan

Şubat 20, 2025

Öykü: Bıkmışlığın bir günü | Beril Akdoğan

Kitabın kapağını dünyasından çıkamayarak kapattım. Gurbetlik, hasretlik. Modern dünyamıza çok uzak kalan duygular. Onun yerine artık anksiyete, panik atak, kavga, gürültü var. Dün akşam işten çıkıp adeta pavyona gitmiş hissi veren dolmuşuma binip başımı cama yasladım.Filmlerdeki gibi romantik olmuyor. Takır tukur takır tukur beynim kafamın içinde bin takla attı. Sinirlenip iç çektim, başımı da camdan çektim. Başımı cama yaslayıp ağlayamıyorum bile bu hayatta. Bundan da bıktım, işe gitmekten de bıktım, eve dönmekten ertesi gün tekrar işe gitmek için uyumaktan da. Ofisteki ayağı kırık sandalyeden de bıktım.

Eve geldim botlarımı fırlattığım gibi kanepeye atladım. Benim ilgi çekici bir hikayem yok. Fakat bence herkesin hikayesi böyle. Süslü kelimelerle anlatma meselesi. Bir nümayiş yaratma meselesi yani. Sürekli bunları düşünüyorum. Ben neden geldim bu hayata ne bırakıyorum kendimden sonralara? Bir ara pahalı eşyalarla kendimi iyi hissetmeye çalıştım diğerlerine karşı. Sonra baktım gerçekten zengin bile değiliz ki ben ve çevremdekiler. Gerçekten zengin olan insanlar benim içinde bulunduğum orta sınıf ama birbirine caka satmaya çalışan grubun yanından bile geçmiyorlar. Bir kere hepimiz aynı iş yerine geliyoruz. Demek ki hepimizin yaşamını idame ettirmek için bu işe ihtiyacı var. “E ne anlatıyorsunuz o zaman bacım ya?” demek istiyorum. Onu da diyemiyorum içimde patlıyor. Günler böyle geçiyor herkesten nefret ederek, kendimden tiksinerek. Sonra ruhunu sonsuzluğa armağan eden adı sanı bilinen insanlara bakıyorum. Slyvia Plath ondan etkilenen Nilgün Marmara, Chris Cornell onun tetiklediği Chester Bennington. Kendimi onlara yakın hissediyorum. Ne hissettiklerini anlayabiliyorum. Kocaman boşluk şeklinde bir yara. Asla iyileşmeyecek, dolmayacak. Şarıl şarıl akmayacak kan ama sızacak ince ince. Ömür boyu. Ömür bitince kalkacak bir lanet gibi. Başka yolu var mı?

Anlamsız hayatıma anlam arayışım aklım erdiğinden beri sürüyor. Çeşitli düşünceler var bununla ilgili: Hayatın kendisinin anlam taşıması zorunlu değildir. Kendimizi akışa bırakıp yaşamalıyız hayatı ancak öyle tadını çıkarabiliriz gibi. Hayatın bütünü bir anlamdır yani diyor. Bence bu düşünce saçmalık. Ben bir anlam uğruna geçirilecek bir ömür isterdim, parçaları birleştirdiğimde anlamlı olacak bir hayat değil. Tabii bunlardan bahsettiğim kişiler bana deliymişim gibi bakıyorlar. Bakıldığında her şeyim tamam çünkü. İşim, eşim, kendim. 

Gözlerimi kapatıp kendi cenazemi hayal ettim her zamanki gibi. Kocam eve geldiğinde travma geçirmemesi için yöntem düşünüyorum. Salonun ortasında tavana asılmış, boş çuval gibi sallanıp duran birini görürse -bir de karısını yani- atlatabileceğini sanmıyorum. Banyoda iki bileği kesilmiş kanlar içinde birini görürse de kaldıramaz. Piyasada öldüren ilaç da yok diye biliyorum. Bize düşen yaşamak mecbur. Ne kadar vicdanlı olduğuma bakıp gurur duyuyorum kendimle. Vay be diyorum. Bu bombok hayata kocam travma geçirmesin diye katlanacağım nihayetinde. Cenaze törenine gelemeden hayal bitti. Hayallerimin bile engele takılmasından da bıktım. İlaçlarım etkisini gösteriyor. Beynim bulanıklaşıyor. Kendimi uykunun tatlı, bilinmez kollarına teslim edeceğim şimdi. Bir bundan bıkmadım. Yarına selam olsun. İyi geceler.

edebiyathaber.net (18 Şubat 2025)

Yorum yapın