Burada hava gittikçe soğuyor. Rüzgârın uğultusundan ve kalbimin çarpıntısından başka bir ses duymuyorum. Ne tuhaf, hiç ses yok ama inanılmaz bir uğultu var, kesinlikle gürültüden daha rahatsız edici.
Tahmin ettiğimden zor, uzaktan göründüğü gibi değil ve her defasında farklı. Geceyi, ancak bir buz kütlesinin güvende geçirebileceği bu yerde, bez bir çadırın kolları arasına sığınarak geçireceğim. Kendime mi güvenmeliyim, çadıra mı, doğaya mı emin değilim. Sanırım şu an en çok çadıra güveniyorum. Fakat biliyor musun Hakan, ölüm anında saniyelere sığan kısa film tadındaki ömür, dağa tırmanırken belgesele dönüşüyor resmen. Nedenler, neden olmasınlar, keşkeler, acabalar… Hiç sana göre değil.
Dağa tırmanmaya karar verdiğimi söylediğim günü hatırlıyor musun, “sen mi?” olmuştu ilk tepkin. “Uzaktan göründüğü gibi olmadığını biliyorsun değil mi” demiştin sonra. Bi-li-yor-sun-de-ğil-mi… Biliyordum.
Şu an beni görebilsen keşke. Uzaktan göründüğü gibi değilmiş gerçekten ama başarabiliyorum Hakan. Hem de üçüncü kez başarıyorum. Dikkatini bir an olsun ayaklarının altındaki tekinsiz zeminden uzaklaştırmadan, nereye bastığını ve basacağını hesap ederek, hedefi şaşmadan yaptığın işe odaklanarak, adım adım ilerlemek. Hayat işte. Bu açıdan bakınca sen bile başarabilirdin.
Bunları konuşmaya cesaretim bugün de yok. Vereceğin tepkilerle baş edecek kadar güçlü değilim hâlâ ama aramızdaki aşılmaz dağlarla yüzleşebiliyorum en azından. Dağdayım, dağın parçasıyım, dağın kendisiyim ben. Bazen diyorum ki, acaba aramızdaki bu dağları aşamadığımdan mı tırmandım bu dağlara? Seni kaybetmekten öyle korkuyordum ki! Sorunlarla yüz yüze gelmeye cesaretim olmadığında yokmuş farz ettim, olmadı. Dağı tüneller kazarak geçmeyi denedim, olmadı. Etrafından dolanmayı denedim, olmadı. Vaktiyle hissettiklerimi hissedebilseydin, beni heyecanlandıran şeyler seni de heyecanlandırsaydı, en azından benim heyecanım heyecanlandırsaydı seni diyorum, kolaylıkla elde edilebilecek bir akşamüstü ılıklığı, bir gurup kızıllığı, içimizi ısıtacak bir gül rengi şarap hangimize yetmezdi? Anlayamıyorum, ben mi çok uçarıydım, sen mi çok gerçekçiydin? Sana, hadi gel dağa birlikte çıkalım demezdim ki, senden yapamayacağın şeyleri hiç istemezdim biliyorsun ama keşke, benim adıma ve benim kadar sen de heveslerimden heyecan duysaydın. Bir çocuğumuz olsun istediğimde, “düzenimiz alt üst olur” demeseydin hiç olmazsa. Alt-üst-o-lur… Olmazdı. Ne zaman aklıma gelse tüketiyor bu beni. Biraz durup soluklansam iyi olacak.
Şu muhteşem manzarayı görmeni isterdim. Durağanlığın ve renksizliğin hayata bu kadar canlılık kattığını sana nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Sana bir şeyleri betimlemek de hep zor oldu benim için. İfade etmekte zorlandığımdan değil, öyle tepkisiz olurdun ki, söylediklerimin zihninde ne çağrıştırdığını anlayamazdım. Hayallerim, heyecanlarım, heveslerim sende ne çağrıştırıyordu sahi? Hayalperest, şımarık, düşüncesiz bir kız çocuğunu mu? Acaba diyorum, hayata dair daha az heyecan duymam hayatı ikimiz için de kolaylaştırır mıydı? “Sürekli bir şeyler istiyorsun” dediğinden beri bunu düşünüyorum. Sü-rek-li-is-ti-yor-sun… Çünkü yaşıyordum.
Bir sonraki kamp alanına çok kalmadı. Bir eşiği daha tamamladım sayılır. Bugün epey yol aldım. Hep söylediğin gibi, akşamüstleri hep çok yorgun oluyorum. Akıllıca davranmadığım, gereksizce koşturduğum için olduğunu söylerdin. Bense düşünce yorgunluğu olduğuna inanırdım da “yine romantize ediyorsun her şeyi” derdin. Ro-man-ti-ze… Gerçekçiydim. Gün biterken herkes günün muhasebesini yapar Hakan, sen hariç. Sana göre, elimize hiçbir şeyin geçmediği boş uğraşlar bunlar. E-li-mi-ze-hiç-bir-şe-yin-geç-me-di-ği… Halbuki geçiyordu.
Bak, zirveye ulaşmak üzereyim. Bir dağdan dünyaya bakmanın heyecanını duyuyorum. İhtişamının buradan bakınca daha çarpıcı olduğunu, tekinsiz sandığın bu dağların dünyanın en sahici şeyleri olduğunu, bakış açısının her şey olduğunu biliyorum şimdi. Kordon’da kahve içtiğim bir akşamüstü, seninle geçen yedi yılımın muhasebesini yaparken verdiğim bir karardan elime geçenler…
O kararı verdiğim andan beri, bu dağlardaki her adımla, gün-be-gün fark ettim ki, yorulmuşum. Beni çok yormuşsun. Gücümü tüketmiş ama hiç keyif vermemişsin. Aynı pencereden bakarken aynı manzarayı görememek, ayazdan daha çok soğutmuş içimi. İçimdeki ateş bu dağın ayazında bile sönmemişken, heyecanlarımı söndüren sen kimsin ki?
İrtifa yükseldikçe içimdeki uğultun gittikçe azalıyor ve bu beni artık korkutmuyor. Geride kalıyorsun Hakan, beni yavaşlatıyorsun, benim yola koyulmam gerek. Bu soğuk ve tekinsiz dağlarda seni yaktım, bitirdim, kor ettim. Yan-dın-bit-tin-kor-ol-dun… Evet.
edebiyathaber.net (17 Ekim 2024)