Çocukları kahvaltıya kaldırıyorum. Kız hemen canlanıyor da oğlan halen uykulu. Gözündeki çapakları silmeden masaya yerleşiyor. Kızıyorum. Susuyor. On dört yaşına girdi geçen hafta. Ne çabuk büyüdüler. Daha dün gibi onu doğurduğum zaman. Üç sene sonra da kardeşi doğdu. Yalnızlık çekmesin dedik, destek olurlar birbirlerine. Şu an didişmekten başka bir yapmıyorlar ya neyse. Annem çocuklar biraz solukçana dediydi yemek yedir şunlara. Bakmasını bilmiyor muyum sanki ben. Yiyorlar ama kilo almıyorlar. Osman’a çekmemişler. O su içse yarıyor. Gerçi çok da yiyor. Bir oturuşta iki üç tabağa bana mısın demiyor. Evlendiğimizde zapzayıftı. Kapkara saçları geniş omuzlarına dökülürdü. Çıktığımızda ne tatlı gelmişti gözüme. Hoşsohbetti de. Sağdan soldan öğrendiği bilgileri kendi okumuş gibi anlatırdı. Kitaplardan söz ederdi. Çok sonra anladım hiçbirini okumadığını. Sinemaya götürürdü beni. Ben hayranlıkla filmdeki yakışıklı aktörleri, kıskançlıkla da güzel aktrisleri seyrederken o bana bakardı. Kimi zaman elini bacağıma koyar, derin bir ürperme ve utanç duymama neden olurdu. Bu dokunuşlarını, izinsiz öpüşlerini bana âşık olmasına yorar, Yeşilçam’ın yakışıklı jönleriyle özdeşleştirirdim onu. Bilgiliydi, yakışıklıydı, cesurdu. Çekip kurtaracaktı beni baba evinden. Babamın huysuzluğundan, annemin dırdırlarından, kardeşlerimin yaramazlıklarından… Bunlardan kaçıp gittim Osman’a. Her şeye söylenen annem beni vermeye dünden razıydı. Osman’ın babasının arazileri, çarşıdaki kuyumcu dükkânı çoktan kulağına ulaşmıştı. ‘Evlen kızım, böyle adamı nerede bulacaksın. Açlık çekmezsin, varlık içinde yaşarsın. Ben çulsuz babanla evlendim de ne oldu, hep yokluk hep sefalet.’
Sonra o dükkânlar, araziler, paralar yok olup gitti. Kumara olan düşkünlüğünü basit bir eğlence sandıydım ilkin. İşin vahametini önce dükkânı sonra da arazileri birer birer satınca anladım. Koluma evlenirken taktığı altın bilezikleri istediğinde aile olmaktan, bunların geçici olduğundan her şeyin düzeleceğinden söz edip durdu içki kokan ağzıyla. Bir çocuk ha demişti belki bir çocuk… O yaz Umut’a hamile kaldım. Adını bana umut olsun diye koydum. Çok direttiler kayınpederimin ismini verelim diye. Bok verirdim onun ismini. Öyle bir bağırmıştım ki Osman’a, evlilik boyunca sessiz, ürkek karısını böyle görünce bir şey diyemedi. Tamam, Umut olsun. Çok bağlandım Umut’uma. Yanımdan ayırmadım hiç. Kocamdan bile sakındım. ‘Kızım babası sonuçta, ver azıcık onun da kucağına’ Yok olmaz. Anasına ihtiyacı var oğlumun. Süt kokar o.
Elimizde avucumuzda bir evimiz kalmıştı. Sevmezdim mahalleyi, komşuları ama ne yapalım başımızı sokacak bir ev. Kayınpeder Osman’a iş ayarladı neyse ki de biraz belimizi doğrulttuk. Kolaya alışmış haspam, yeni vazifesi ağır gelince akşamları sinirini benden çıkarmaya başladı. Bağırmalar çağırmalar, kalkan eller… Sabah olsun da hemen gitsin evden diye dua ederdim akşamları. Umut’umu sokağa bile çıkarmazdım. Varsın ana kuzusu desinler ne olmuş yani, sokak çocuğu olmasından iyidir. Zeynep de doğdu, hem kendilerine hem bana arkadaşlık edecekler.
Osman çok kilo aldı. Kelleşti. Stresten diyor. ‘Bırakcam bu siktiğimin işini, kendi işimi kurcam.’ İçtikçe cesareti geliyor. Çocukları sinemaya götürüyorum bazı bazı. Aslında onları götürme bahanesiyle kendim izliyorum filmleri. Anneme benzemeyeceğim, onun gibi evde kös kös oturmayacağım dememden bu sinemaya gidişlerim. Çalışmak da istedim ama Osman mırın kırın etti. Çocuklara bu kadar bağlıyken nasıl çalışacaksın hem? E ama onlar büyüdü, artık okula da gidiyorlar. Tüm gün evde yemek yapıp ortalığı süpürmekten içim bunalıyor. Ne farkım var benim o sinemadaki aktrislerden? Otur oturduğun yerde.
Yemek hazır. Etli bezelye yap diye tutturmuşlardı çocuklar. Börek de var. Osman hemen başladı yemeğe. Dur çocuklar da gelir az sonra, servis buçuğa doğru bırakıyor evin önünde. Börekleri tıkıştırıyor ağzına. Bir yandan da konuşmaya çalışıyor. İşyerindeki çocukla halı yıkama işine gireceğiz diyor. ‘Bu seferki ciddi. Bir piyasa yaptık mı tamam gerisi gelir. Önemli olan çevre edinmek… Böyle böyle büyürüz. Yeni eve taşınırız. Küçük geliyor artık burası bize. Yarın işten sonra birkaç kişiyle görüşecez bakalım.’ O konuşurken sehpanın üstündeki düğün fotoğraflarımıza bakıyorum. Ne kadar da gençmişim. Saçımı Türkan Şoray’ınkine benzetmeye çalışmışım. Kalemle ben de kondurayım demiştim yanağıma da annem kızmıştı. Ne zamandır beraber filme gitmedik diyorum Osman’a. Gideriz diyor hele şu işleri bir halledip düzene koyalım da. Hep beraber gideriz, çocuklar da gelir. Sonra da yemek yeriz dışarda. Bu sahnenin aramızda kaç defa yaşandığını düşünüyorum. Kendini inandırdığı yalanlarına beni de ortak ettiği bu anları… Yine inanıyorum ona çaresizce. Gülümsüyorum. Tabağına bir börek daha koyuyorum.
edebiyathaber.net (6 Temmuz 2021)