“En iyi tedaviyle, en fazla bir sene yaşar.”
Bunu diyen elli yaşlarında, kısa boylu, tıknaz bir adam. Göbekli, seyrek saçları kırlaşmakta olan biri. Gözünde kalın çerçeveli gözlük var. Üstünde beyaz önlük ve siyah pantolonlu. Tanıdığım başka doktorlara benzemiyor. Çatık kaşlı, düztaban, homurtulu konuşuyor. Sözlerinde dirhem acıma yok.
“Hanımefendi, babanız kanser hastası. Sigara ciğerlerini mahvetmiş.” diye devam ediyor.
Çaresiz öylece kalıyorum bir süre. İçimde, gerilen bir yay hissediyorum. Dışarıda fırtına kopuyor o sırada. Yağmur da rahat durmuyor. Durmadan camları dövüyor. Ellerimle koltuğun kollarından sıkıca tutuyorum. “Olamaz.” Karşımda oturan bu adamdan nefret etmiyorum. Sadece ağzından çıkan kelimeleri duymak, bile bile babamı ölüme yollamak ve kalan günlerini tek tek saymak bana iyi gelmiyor. Ölümü biliyordum aslında. O dönülmez yola bir gün gireceğimizi de. Bu kadar farkındalığa rağmen alışamıyor ve kanıksamayı başaramıyorum. Böyle şeylere alışılmaz.
Doktor aldırmıyor bu halime. Konuşmaya devam ediyor, hiç durmadan beynimi tırmalayan o sözleri tekrar edip duruyor. Ağlayarak araya giriyorum.
“Siz ne diyorsunuz Doktor Bey? Ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu? Ne demek kanser, ne demek en fazla bir sene yaşar?”
“Maalesef!” diyor, o mendebur ağzıyla. “Sakın hastaya bir şey söylemeyin. Bırakın kalan günlerini iyi yaşasın. Zamana yayın, süreç içerisinde kendisi anlayacaktır zaten”
Gözlerimi kapıyorum. Kafam ellerimin içinde. “Bu hikâyeyi değiştirmeliyim.” diyorum. “Son sayfasını bilmediğim yeni bir hikâye yazmalıyım.” Umudun gelip odaya dolmasını bekliyorum. Dışarıdaki havaya gök gürültüsü de eşlik ediyor. Şimşeklerin ışığı odayı aydınlatıyor. Beklediğim umut bir türlü dolmuyor odaya. Doktordan da umudu kesiyorum. Daha fazla dinlemek istemiyorum onu. Arkama bakmadan odasından çıkıyorum.
Kapının önünde bir dakika kadar durup bekliyorum. Yaşadığım kâbusu üstümden atmaya çalışıyorum. O sırada koridorda bekleşen hastalar ilişiyor gözüme. Onları süzüyorum bir süre. Babamı biraz daha fazla. Acıdan sönmüş gözler, yaralar, öne düşmüş kafalar… Bir kısmının kafasında saçlar dökülmüş. Yanlarında duran yakınları, hastalardan daha endişeli. Bazıları hastalarının sırtını okşuyor. Onları, biraz sonra çekeceği acıya hazırlamak istiyorlar gibi.
Babama doğru yürümeye başlıyorum. Hikâyesinin son sayfasına geldiğinden bihaber, pencerenin önünde oturmuş, beni bekliyor. Bu sahneyi nasıl anlatayım sizlere? Yanına yaklaşıyorum. Yağmur hala camları dövüyor. İçimde büyüyen tedirginliğimi bölüyor. Yüzümü dışarı çeviriyorum. “Yağmur yağıyor.” diyorum, bir yarayı soğutur gibi. “Hadi çıkalım buradan.” Sözlerimi duyan babam, oturduğu yerden doğruluyor. Camları döven yağmuru o da görüyor. Başını iki yana sallıyor.
“Kızım yağmur çok yağıyor. Bu havada dışarı çıkılmaz.” diyor.
Sanırım yağmurun haykırışına karşı çıkamayacağını anlıyor. Dışarı çıkmak istemiyor, ama ben, yerimde duramıyorum. Kendimi dışarı atmak istiyorum. Dışarı çıkıp yağmurun altında ıslanmak istiyorum. Çünkü yağmurun haykırışı, rüzgârın çıkardığı kocaman sesler, içimdeki gergin yayın saatini biraz olsun susturuyor.
O sırada yağmura eşlik eden rüzgâr, ağacın dallarını eğiyor. Aniden bir gürültü kopuyor. “Neler oluyor?” diyen pencereye fırlıyor. “Yoksa yıldırım mı?” Çok korkuyorum. Bizimkisi ise dalgın dalgın gülümsüyor. “Ne kadar da yağmur yağdı.” diyor. “Hayırdır inşallah!”
Bir süre sonra yağmur diniyor. Başımı cama dayıyorum. İçimdeki gergin yayın saatinin sesini duyuyorum. Bedenim iyice ağırlaşıyor. O sırada son bir esinti esiyor. Su damlacıkları cama savruluyor. Başımı camdan çekiyorum. Yanımda duran babama bakıyorum. O dalgın gülümseme hala yüzünde. “Korkma kızım.” diyor. O anda içimde sürekli gerilen yay kopuyor. Ağlamak istiyorum, ama kendimi tutmayı başarıyorum.
“Korkmuyorum.” diyorum, sesim titreyerek. “Sadece buradan çıkmak istiyorum.”
Elimi babamın omzuna koyuyorum. Gerginliğimden babam da korkuyor. Yüzündeki gülümseme siliniyor. Gözünün ucuyla bana bakıyor. Başımı öne eğerek gözlerimi saklıyorum. Bunu, doktorun bana söylediği zehirden daha acı o sözleri, bir sır olarak saklamak için yapıyorum. Babam da zorlamıyor zaten. “Hadi çıkalım.” diyor. “Tamam.” der gibi başımı sallıyorum.
Vakit kaybetmeden yola koyuluyoruz. Hastanenin soğuk duvarlarının arasında, yavaş adımlarımla yürümeye başlıyoruz. Babam bir şeyler anlatmaya çalışıyor, ama onu duymuyorum bile. Doktorun sözleri çınlıyor kulaklarımda. Sürekli beynimi kemirip duruyor. Yol boyunca mücadele ediyorum bu sözlerle.
Nihayet dış kapıya geliyoruz. Büyük, yaylı kapıyı ihtiyatla açıyorum. Önce babam çıkıyor dışarı, ardından ben. Böylece gözümde anlamını yitirmiş yaşamın içine, ilk adımımı atıyorum babamla birlikte.
Bu adım, belki de babam için atılmış en son adımdı!
edebiyathaber.net (6 Nisan 2023)